Akıllı şehir sadece teknolojiden mi ibarettir?

Haber Merkezi
Arşiv

DR. BAŞAR ATAÇ - AKILLI ŞEHİRLER UZMANI

Son yılların belki de en hızlı yükselen trendi olan akıllı şehir kavramı 1990’lardan itibaren ortaya çıkmış fakat başta teknolojik, ekonomik, politik ve sosyal alanlar olmak üzere birçok farklı alan tarafından inceleniyor olmasından dolayı üzerinde uzlaşılan ortak bir tanım bulunamamış ve mevcut durum trajikomik bir şekilde şöyle ifade edilmeye başlanmıştır: “Akıllı şehrin ne olduğunu on kişiye sorarsanız on bir farklı yanıt alırsınız.” Bu sorunu çözebilmek için ise Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) tarafından geniş kapsamlı bir araştırma yapılmış ve iş daha da sarpa sararak akıllı şehirler üzerine yapılan 116 adet (yüz on altı) tanım bir araya toplanmıştır.

Bu yüzden bütün bu karmaşa arasında Avrupa Parlamentosu’nun yaptığı akıllı şehir tanımı şehir ekosistemini tarif ettiği için daha kapsamlı ve akla yatkın olarak ön plana çıkmıştır. Buna göre akıllı şehir: “Sürdürülebilir ekonomik gelişme ve yüksek yaşam kalitesine ulaşılabilmek için insan, enerji akışı, malzeme, hizmet, finansal güç ve teknolojinin toplumdaki ekonomik ve sosyal aktiviteler ile birleştirilerek yenilikçi bir şehir planlaması mantığıyla ortaya konulmasıdır.”

Kısa bir süre önce Maltepe Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlanmış olan “Akıllı Şehir Ekosistemi” adlı kitabımda da işaret ettiğim gibi; AP’nin ekosistemi içeren bu tanımına rağmen, görünür kısımlarının dijital yapılar üzerine oturmasından dolayı toplum nezdinde akıllı şehirler salt teknik bir konuymuş gibi algılanmakta ve sadece bir “mühendislik alanı” olduğu sanılmaktadır. Aslına bakılırsa, göz alıcı cazibesine ve dünyadaki mevcut “teknoloji fetişizmine” rağmen, şehirler açısından dijital teknoloji bir “amaç değil”, etkin ve verimli bir şehir yönetiminin sağlanması için ekonomik güce sahip olan her belediye tarafından kolayca satın alınabilecek basit bir “araçtan” öte bir şey değildir. Çünkü teknolojinin abartılı bir şekilde ön plana çıkarılmasıyla birlikte, yine bu teknolojiden etkilenerek dönüşen eğitim, psikoloji, ekonomi, sosyoloji, siyaset bilimi, din gibi birçok farklı sosyal bilim dalı arka planda kalmakta ve bu yüzden de dönüşümün insan, toplum ve akıllı şehir ekosistemine olan etkileri ya hiç algılanamamakta ya da önemsiz olarak görülmektedir.

Örneğin, akıllı şehirlerin dijital yapılar üzerine kurulmuş olması, bu şehirlerdeki sürdürülebilirliğin “akıllı insan ve akıllı ekonominin” başını çektiği bir akıllı şehir ekosistemi tarafından sağlanmasına olan ihtiyacı ortadan kaldıramamaktadır. Bunun sebebi de, insan ve ekonomideki değişim ve gelişim hızının, teknolojinin değişim ve gelişim hızından çok daha yavaş bir şekilde gerçekleşmesidir. Günümüzde binlerce akıllı ev yapılırken, okuma yazması olmayan milyonlarca insanın varlığı da bunun en bariz göstergesidir. Bu yüzden teknolojiye yapılan büyük yatırımlar, akıllı şehirlerde oluşturulacak girişimci ve yenilikçi akıllı insan ile buna dayanan akıllı ekonomi tarafından mutlak surette desteklenmelidir. Çünkü, bunun mümkün olmaması ve akıllı şehir ekosisteminin dengeli bir şekilde kurgulanamaması sonucu, zamanla akıllı şehir etkisiz ve verimsiz bir şekilde dönüşecek ve amaçlanan finansal cazibe ile sürdürülebilirlik mümkün olamayacaktır.

Meselâ içinde bulunduğumuz sürece göz atarsak, belki de onlarca yıl sürecek olan uzaktan eğitim ve uzaktan çalışma gibi köklü değişikliklerin, Covid 19 sonucu aylara sığan kısa bir zaman diliminde fiili olarak gerçekleştiğini ama bu sürecin ekonomik, sosyal ve siyasal etkilerinin şu aşamada tam olarak tespit edilemediğini görmekteyiz. Çünkü, başta da söylediğimiz gibi bu konu salt dijital bir konu değildir. İnsanları cezbeden şeyin; uçan arabalar, akıllı evler, akıllı şehir sistemleri gibi bilim kurgu tadında detaylar olmasına karşın, distopya tarzında sonuçlarla karşılaşma ihtimali hiçbir zaman gözden uzak tutulmamalıdır.

Akıllı şehirlerin gelişim sürecine bakarsak insanı dışlamayan ve ona hizmet etmeyi amaçlayan bir akıllı şehir ihtiyacının yavaş da olsa fark edilmeye başlandığını görürüz. Akıllı şehirlerin geçirdiği bu aşamaları ise Boyd Cohen sırasıyla şöyle değerlendirmiştir; teknoloji sağlayıcıların etkin olduğu Smart City 1.0, teknolojinin etkin olduğu Smart City 2.0 ve vatandaşın akıllı şehrin oluşum sürecine dahil edildiği Smart City 3.0.

Akıllı şehirlerin başlangıç seviyesi olarak nitelendirilen Smart City 1.0’ın doğuşu 11 Eylül’de New York’taki İkiz Kulelere yapılan saldırılar sonucunda başlamış ve olayın hemen ardından gerek New York gerekse diğer şehirlerin sokakları 7/24 güvenlik kamerası ve yapay zekâ ile izlemeye alınmıştır. Bu dönemde sadece teknoloji firmalarının zengin edilmesi hedeflenmiş, “insan” kavramı geri plânda kalmıştır. Smart City 2.0’ın doğuşu ise 2015 yılındaki Paris İklim Anlaşması ile olmuştur. Bu dönemde, “ölçülebilen şey yönetilebilir” prensibi esas alınarak, sensörler ve yapay zekâ sayesinde gürültü seviyesinden hava kirliliğine kadar, doğal çevreye etkisi olan her şeyin ölçülmesi ve kontrol altına alınması hedeflenmiştir. Smart City 3.0 ile birlikte ise yeşil, güvenli, karbon salınımı minimum olan; müzik, spor, sanat gibi etkinliklerin kolaylaştırıldığı bir akıllı şehir hedeflenmiştir. Bu yapı ile birlikte teknolojiye yatkın olan akıllı insan desteklenmeye başlanmış ve akıllı şehrin oluşturulması sürecinde vatandaşlar daha etkin hâle getirilmiştir.

Sonuç olarak, akıllı şehirlere doğru yaşanan dönüşüm süreci teknolojinin egemenliği ile başlamış fakat 19. yüzyıl civarında ortaya çıkan “sanat sanat içindir-sanat toplum içindir” tartışmalarını örnek alarak “teknoloji teknoloji içindir-teknoloji toplum içindir” şekline dönüşmüştür.

Ülkemizde ise akıllı şehirler konusu üst seviyelerde takip edilmekte, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan 2020-2023 Ulusal Akıllı Şehirler Stratejisi ve Eylem Plânı ile Türkiye’nin gelecek vizyonu çizilmektedir.