KAAN DEVECİOĞLU
AKEM (AFRİKA EĞİTİM VE KOORDİNASYON MERKEZİ) KOORDİNATÖR YARDIMCISI
Bu yazıda, Türkiye’nin özellikle 2005 yılından günümüze Afrika ile derinleşen ilişkilerinin en önemli yansımalarından biri ve toplumsal anlamda derin tarihsel bağlarının olduğu Somali ile ilişkileri bağlamında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Somali’nin Türk şirketlerini hidrokarbon rezervleri arama ve çıkarma faaliyetleri için davet gönderdiği minvalindeki açıklamaları konu edilmektedir.
Somali’de sömürgecilik dönemi olan 1945 yılında ilk kez gündeme alınan hidrokarbon rezervlerinin varlığı, 1990’lı yıllarda başlayan iç savaş sürecinin hafiflediği ve yaralarının sarılmaya başlandığı 2010 yılı sonrası dönemde yeniden gündeme gelmiştir. Somali’nin doğu kıyılarında 2015 yılından bu yana yapılan araştırmalarda 15 kuyu tespit edilmiş ve bu kapsamda Şubat 2019’da ruhsatlandırma için tekliflerin toplanacağı duyurulmuştur. Ancak tekliflerin alınması, adil ve şeffaf bir sürecin işlemesi adına Somali Petrol ve Maden Bakanı Abdüreşit Muhammed Ahmet’in yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı’nın petrol yasasını onaylamasıyla sürecin başlatılacağını duyurmuştur.
Türk Dış Politikası (TDP) yapıcılarının Afrika’ya yönelik uygulanan insani diplomasi politikalarında Somali en güçlü örneğidir. Nitekim Somali’nin 1991 yılından bu yana yaşadığı iç savaş probleminin çözümü noktasında Türkiye’nin arabuluculuk girişimlerine öncülük etmesi; söz konusu iç savaşın açtığı yaraların sarılmasında Türk Devleti›nin ve sivil inisiyatiflerinin kalkınma yardımları ve daha pek çok uygulama bu savın kanıtıdır. Bununla birlikte akademisyenler tarafından Somali’de gerçekleştirilen saha çalışmaları ve Uluslararası Kriz Grubu başta olmak üzere pek çok düşünce kuruluşunun hazırladığı raporlarda Türkiye’nin “korkulması gereken değil, taklit edilmesi gereken bir aktör” tanımlamaları oldukça mühimdir. Dolayısıyla Somali’de Türkiye’nin müstesna bir konumu ve önemi vardır.
TÜRKİYE’NİN SOMALİ YÖNETİMİ VE TOPLUMU NAZARINDA ÖNEMİ
Somali sorununun temelinde Somaliland’in 1991 yılında tek taraflı olarak Somali Federal Cumhuriyeti’nden bağımsızlığını ilan etmesi yatmaktadır. 1990’lı yıllardan günümüze Somali’de yaşanan iç çatışmaların doğurduğu ıstırapların giderilmesi amacıyla başta Birleşmiş Milletler olmak üzere pek çok uluslararası kuruluş Somali’ye insani ve kalkınma yardımı faaliyetlerinde bulunmuştur. Fakat söz konusu yardımların Somali’de huzur ve istikrar ortamının yeniden tesis edilmesi adına yeterli olmamıştır.
Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti Somali’de yaşanan iç çatışmaların son bulması ve ülkede yaşanan kuraklık dolayısıyla meydana gelen kıtlığın neden olduğu insani krizin çözümü adına İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) bünyesinde 17 Ağustos 2011 tarihinde bir zirve gerçekleştirilmesine öncü olmuştur. İİT zirvesinde 40 üye ülke katılım sağlamış; Somali’de yaşanan kıtlığın çözümü adına 350 milyon dolar kalkınma yardımı yapılması karara bağlanmıştır. Söz konusu zirvenin ardından dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ağustos 2011’de Somali’ye gerçekleştirmiş olduğu tarihi Somali ziyareti; BM ve Afrika Birliği gibi uluslararası kuruluşların yanı sıra İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerden de heyetlerin ziyaret gerçekleştirilmesini doğurmuştur.
Erdoğan’ın ziyaretinin ardından Türkiye’nin kamu diplomasisi kurumları olan TİKA, Kızılay ve Diyanet Vakfı başta olmak üzere çeşitli Türk sivil inisiyatifleri Somali’de yaşanan insani krizlerin sonucunda açılan yaraların sarılması adına yardım projelerini hayata geçirmişlerdir. Türkiye’nin Somali’de inşa ettiği okullar, hastaneler, camiler ve yollar vasıtasıyla ülkede sürdürülebilir bir kalkınmanın önünü açmıştır. Bu bağlamda Türkiye’nin 2011 yılından günümüze Somali’deki sivil inisiyatiflerinde uyguladığı insani kalkınma yardımları ile yaklaşık 1 milyar dolar yatırım yapmıştır.
Türkiye, Somali’nin iç barışına katkı sağlamak adına öncülük eden girişimlerde de bulunmuştur. Bu minvalde Somali’de tarafların talebi ve onayıyla (Somali, Somaliland ve Puntland) ülkenin yeniden yapılandırılması için ilki 2010; ikincisi 2012 yıllarında pek çok uluslararası kuruluşun temsilcilerinde katıldığı İstanbul Somali Konferanslarına ev sahipliği yapmış; takip eden süreçte 2013 yılında tarafları Ankara’da toplayarak barış adına bir bildiri yayınlanmasına vesile olmuştur. Söz konusu süreçte Türkiye’nin arabuluculuk konferanslarındaki rolü kolaylaştırıcılıktan arabuluculuğa dönüşmüştür.
Buradan hareketle Türkiye’nin Somali yönetimi ve toplumu nazarında itibar görmesinin 6 temel nedeni olduğundan bahsedebiliriz. Birincisi, Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde 2011’de ailesiyle birlikte Somali’yi ziyaret etmesi ve AMISOM (African Union Mission to Somalia) korumasında olmaması; ikincisi, Türk sivil inisiyatiflerinin proje kapsamında Somali’ye gittiklerinde AMISOM üssünde değil, şehirde, halkla iç içe konaklamaları; üçüncüsü, Türkiye’nin gerçekleştirdiği insani yardımlarının çöp temizliği, hasar görmüş yolların onarılması, hastane ve yetimhane inşaatları gibi halkın temel ihtiyaçlarını karşılayan alanlara odaklanmış olması; dördüncüsü, Türk Hava Yolları’nın ülkede bir ilki gerçekleştirerek İstanbul-Mogadişu seferlerini başlatması ve bu minvalde halkın dünya ile irtibatlarını sağlamış olması; beşincisi, Türklerin Afrika’da sömürge geçmişinin olmaması; altıncısı ise Türk sivil inisiyatiflerin aracı kuruluş kullanmadan doğrudan projelerini bölgede yürütmüş olmasıdır.
REZERVLERİN DURUMU
Somali’de hidrokarbon rezervleri arama faaliyetleri, ülkenin sömürge döneminde olduğu 1945 yılında başlamıştı. Ancak 1990’lı yıllara kadar geçen süreçte sadece 6 kuyuda çalışmalar yürütülebilmişti. Ayrıca 1991 yılında başlayan ve tırmanan iç savaş süreci ülkedeki istikrarsızlık ortamından dolayı arama faaliyetlerini de sekteye uğratmıştı. Financial Times’ın Haziran 2019’da çıkan haberine göre, iki büyük petrol şirketi Shell ve Exon Mobil, Somali hükümetiyle Somali kıyılarında arama faaliyetleri konusunda anlaşması bulunmaktadır.
Günümüzde Somali’de Somaliland, Puntland (Somaliland ve Puntland özerk bölgeler olarak kabul edilseler de Somali Federal Cumhuriyeti’nin etkisi bulunmuyor), Eş Şebab terör örgütü ve Somali Federal Cumhuriyeti olmak üzere 4 farklı grup minvalinde ayrıştırılmış; fakat uluslararası toplumun Somali Federal Cumhuriyetini tanıdığı bir yapı vardır. Türkiye’den Çukurova Grubu’nun çoğunluk hissesine sahip olduğu ve Genel Enerji çatısı altında Somaliland ile 2012 yılında imzalanan anlaşma kapsamında 40 bin 300 kilometre karelik bir alanda petrol arama faaliyetleri sürdürülmektedir. Bugünlerde gündem de olan arama faaliyetlerine açılacak 15 bölge ise Somali Federal Cumhuriyetine bağlı olan doğu kıyılarında bulunmaktadır. Söz konusu 15 bölge 2015 yılında çalışmalarına başlayan Spectrum Geo ve Somali Petrol ve Maden Bakanlığı tarafından yürütülen araştırma faaliyetlerinin Şubat 2019’da sonuçlanmasıyla Londra’da düzenlenen toplantıda ruhsatlandırma için tekliflerin açılacağı duyurulmuştur. Buna göre 122.000 kilometre karelik bir alanda 30 milyar varillik bir petrol potansiyeli olduğu belirtilmektedir.
DAVETİN TAŞIDIĞI RİSKLER VE FIRSATLAR
Türkiye hem Somali ile derin tarihsel bağlara hem de son yıllarda en üst seviyede gelişmiş ilişkilere sahiptir. Dolayısıyla, Türkiye’nin Somali’de “istisnai bir statüye” sahip olması, söz konusu ülkenin kıyılarında bulunan hidrokarbon rezervleri için arama faaliyetlerine gönderilen davet bir sürpriz değil, bilakis beklenen ve TDP yapıcılarının takip etmesi gereken bir adımdır. Nitekim Türkiye Somali yönetimi ve toplumu nezdinde birlikte kazanacağı güvenilir bir aktördür. Bu iddianın arka planındaki argümanlar tarihsel perspektiften iki ülke arası ilişkilerde güven ikliminin tesis edilmesine dayanmaktadır.
Bununla birlikte Türkiye’ye Somali makamları tarafından yapılan söz konusu davetin hayata geçmesi durumunda birtakım fırsatları ve riskleri de beraberinde getireceği düşünülebilir. Türkiye’nin Somali’de petrol arama faaliyetlerine başlaması durumunda üç temel fırsata sahip olacağından söz edebiliriz. İlk olarak günde 1 milyon varil olan petrol ihtiyacının büyük bir bölümünü ithal eden bir ülke için ekonomisine kayda değer anlamda bir katkı sunması; Doğu Akdeniz’in ardılı olan ve dünya ticaretinin yüzde 10’unu kapsayan Kızıldeniz’den Hint Okyanusu’na kadar olan bölgede Türkiye’nin etki potansiyeli ve nüfuzunun artması; Somali toplumunun Türkiye gibi güvenilir bir aktörle ortaklık kurulmasından dolayı “hakkaniyet ilkesi” çerçevesinde çıkarılacak kaynakların paylaşılması durumlarıdır.
Bu bağlamda Türkiye’yi olumsuz etkileme potansiyeli olan iki temel güvenlik risklerinden de bahsedebiliriz. Bunlardan ilki Selefi-Vehabi çizgide bulunan bir terör örgütü olan ve Somali’de on yıllardır kanlı katliamlar gerçekleştirerek İslam’ı olumsuz etkileyen Eş-Şebab’ın hedefi olma riskidir. İkincisi ise yine bu bağlamda Libya’da olduğu gibi ikinci bir cephenin de Somali’de açılması ihtimalidir. Dolayısıyla söz konusu arama faaliyetlerinin başlaması durumunda gerekli güvenlik önlemlerinin alınacağı şüphe götürmez; ancak TDP yapıcılarının bahse konu riskleri göz önünde bulundurarak ve Somali’deki siyasi, ekonomik ve askeri etkinliğini buna göre konsolide ederek hareket alanını belirlemesi gerekmektedir.
Sonuç olarak söz konusu petrol arama faaliyetleri Türkiye için önemli bir kazanım ve özellikle son 10 yılda Somali’de yürütülen insani kalkınma yardımı faaliyetleri başta olmak üzere ekonomik ve askeri eğitim angajmanları bağlamında yürütülen siyasetin önemli bir meyvesidir. Bu bağlamda Türkiye bahse konu fırsatlar ve riskleri göz önünde bulundurarak kar-zarar maksimizasyonunu konsolide edecektir.