Hekimoğlu Süleyman ÖZCANAraştırmacı-yazar
Ortadoğu'nun kaderi adeta yanmak, kül olmak, kıyıma uğramak gibi görünse de, Ortadoğu'nun tarihine baktığımızda böyle olmadığı görülmektedir. Ortadoğu asırlar boyunca büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. İslam temelleri üzerine kurulan medeniyetimiz, asırlar boyunca yol gösterici olmuş ve birçok topluma da umut ışığı olmuştur. Bugün ise İslam medeniyetinin beşiği olan coğrafyamızda, bu büyük medeniyetin ürünü olan mirasın hunharca katledildiğine üzülerek şahit oluyoruz. Buna karşın Ortadoğu'da ortak aklın yokluğu da sorunların daha da derinleşmesine neden olmaktadır.
Tüm bu gelişmeler 21. Yüzyılda bir tür hastalığa dönüşmüştür. Bölgemizde yaşanan sıkıntılar bölgemizde büyük bir kıyıma kapı aralarken Asrın gençlerinin de bu hastalığa yakalanmasına sebep olmaktadır. IŞİD örneğinde olduğu gibi, Ortadoğu'da yükselen radikalizm yeni nesli de olumsuz etkilemekte ve Ortadoğu sorunsalının ortasına çekmektedir. Peki, gençleri bu kıyımın ana müsebbibi yapan sebepler nedir. Bunun sebebini anlamadan sorunu çözüme kavuşturacak bir sonuca varmak imkânsız. Son yüzyılda Ortadoğu'da bilim merkezleri, eğitim veren kurumlar olmaktan çıktı ve politize olmuş bir gençliği yetiştirme alanına dönüşmüştür. Bu eğitim çevrelerinde gençlere verilen “suni” ilim, politize olan gençliğin radikalleşmesinde büyük rol oynamaktadır. Oysa geçmiş dönemlerde bu tarz sıkıntılar mevzu bahis değildi. Müslüman toplumunu birleştiren ve güçlü kılan “ümmetçilik” anlayışı çerçevesinde bir ortaklık kuruluyordu. Ümmetçilik, kardeşlik hukukunu sağlamlaştırmış ve Ortadoğu'da Müslüman gücünü zirveye ulaştırmıştı. Bugün ise milliyetçi, radikal ve politize olmuş baskın gruplar daha fazla ön plandadır. Ve bu durum bölgede farklılıkların ön plana çıkarılarak bölgedeki toplumların ayrışmasına ve bölgede krizlerin daha da derinleşmesine neden olmaktadır.
ORTADOĞU, PETROL VE DÜZEN
20. Yüzyılın başında Petrolün değerli bir maden olduğu anlaşılması ve petrolün % 55'lik rezervi Ortadoğu'da olması tüm dikkatleri bölgeye çekti. Uluslararası şebekeler, içerde ki işbirlikçi hainler el ele vererek zirveye ulaşan Müslüman gücünü darmadağın etti. Bu ağır darbeden sonra Müslümanlar bir daha belini doğrultamadı.
Petrol zengini bir bölgede yaşıyor olmamıza rağmen petrol kartını kullanmaktan ve uluslararası alanda etkin olmaktan mahrum kaldık. Haliyle petrolün değerli bir maden olduğunu keşif edenler, bu madenlere direk hüküm etmek ve lojistik maliyetini azaltmak için bizi içerden ve dışarıdan çökerttiler. Bunu iyi anlamak için cennet mekân Abdulhamid Han'ın 30 yıllık mücadelesine bakabiliriz. Sultan Abdulhamid Han 30 yıl boyunca içeriden ve dışarıdan bölgeye yönelen tehditlerle mücadele etti. Yıllarca bölgede Müslüman kanı akmasın diye mücadele verdi. Ancak kendisini devirmeye çalışanlara karşı yeterince direnemedi ve Osmanlı İmparatorluğu işbirlikçilere teslim oldu. Sultan Abdulhamid, o gün tüm hainleri kıyımdan geçirmesi gerektiğini savunanların sayısı hiçte az değil ama “Kaderin üstünde bir kader vardır.” şiarıyla bakmalı ve 21. Yüzyılda neler olduğunu ve 22. Yüzyılın nelere gebe olduğunu iyice analiz etmeliyiz.
Türkiye son çeyrekte hiç olmadığı kadar güçlendi. Bu güç uluslararası camia ve uluslararası şebekeler tarafından bir tehdit olarak algılandı. Türkiye'nin kanayan yarası terör, 2011 Oslo görüşmeleri ile ilk kez barışçıl bir yöntemle masaya yatırıldı. Haliyle terör örgütü ile devlet ilk kez doğrudan masaya oturdu. Masanın şekli uluslararası şebekeler tarafından beğenilmedi. Osmanlı'daki düzen karşıtı hainler gibi Türkiye'nin hainleri de boş durmadı ve Oslo görüşmeleri sabote edildi. Bu sabotaj yüzünden yeniden ölümler başladı. Oslo görüşmelerine yapılan sabotajın sebebi ise Türkiye'nin milli bir politika geliştirmesi idi. Çünkü Türkiye kangren olan uzvunu kesmeye karar vermiş ve bunu da kendi iç dinamikleri ile yapmaya çalışmıştı. Oysa uluslararası güçler, dünyada onlarsız yaprak dahi kımıldayamayacağını iddia ediyorlardı. Yüzyıllık hâkimiyetlerinden sonra, güçlü bir lider olan Erdoğan, onların bu iddialarını yerle yeksan etmişti. Bu onları çılgına çevirdi. Çılgına dönen uluslararası şebekeler Erdoğan'ı bitirmek için dört bir koldan saldırıya geçti. Hem Erdoğan'ı bitirmek, hem de itibarsızlaştırmak istiyorlar. Bunun için her türlü algı operasyonuna başvuruyorlar ve başvurmaya devam edecekler. Öte yandan komşu ülkelerde yaşanan krizler de, her geçen gün omzumuzdaki yükü artırmaktadır. Tüm bunlara karşı Türkiye, içeride yaşanan krizleri 90'lı yılların “güvenlikçi” politikalarına dönmeden aşmalı ve istikrarı yeniden ihya etmelidir. Ancak böylesi bir durumda Türkiye hem daha güçlü olacak hem de bölgede yaşanan istikrarsızlık alanlarına müdahil olup, çözüme dair yeni stratejiler geliştirebilecektir.
ORTADOĞU'YU DÜŞTÜĞÜ YERDEN KURTARMAK
Ortadoğu'yu içine düştüğü krizlerden kurtarmanın yolu tarihe tekrardan dönüş yapıp tüm sorunlarla gerçekçi bir şekilde yüzleşmektir. Büyük bir tarihsel mirasın içinden çıkmış olan Türkiye, bu noktada hem kendi sorunlarını çözmek hem de bunun verdiği güvenle Ortadoğu'da yaşanan sorunların çözümünde daha belirleyici olmak zorundadır. Bununla birlikte büyük çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu Ortadoğu'nun sarsılmaz çimentosu olan ümmetçilik şuuru yeniden yeşerttiğimiz gün, Ortadoğu'da yangın söner, ülkemizde terör biter ve yeniden Müslümanlar eski gücüne kavuşur. Ümmetçilik şuurunu talep etmek, ne şovenizm ne de romantizmdir. Bizi yüzyıllarca ayakta tutmuş bir realizmdir. ABD, olmayan bir tarihiyle suni bir tarih bilincini toplumuna enjekte ediyorken, biz var olan, köklü olan tarihimizden ne yazık ki faydalanamıyoruz. Ümmetçilik şuuru İslam coğrafyasının kurtuluşuna vesile olabilecek tek yoldur. Özelikle ilim tahsil merkezleri marjinal ideolojilerden temizlenmeli ve ana faaliyetlerine döndürülmedir. Bu sadece Türkiye için değil, tüm Ortadoğu ilim merkezleri için hedeflenmelidir. Çünkü İslam coğrafyası topyekûn huzura kavuşturulmalıdır. Tüm Ortadoğu'nun gözü Osmanlı'nın mirasçısı Türkiye'dedir. Bu sebeple Türkiye ödev ve sorumluluklarını yeniden gözden geçirmelidir.