DOĞACAN BAŞARAN
ANKASAM ULUSLARARASI İLİŞKİLER UZMANI
Amerikan dış politikası denildiğinde, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Ortadoğu politikası ele alındığında, akla ilk olarak Yeni Muhafazakârlar/Neoconservatives (neoconlar) gelmektedir. Kuramsal olarak Yeni Muhafazakârlık; aile, din ve sosyal disiplin gibi değerlerin öne çıkarılmasını içermektedir. Bu akım, kültürel değerler bakımından tutucu ve ekonomik anlamda ise liberal görüşleri barındırmaktadır. Söz konusu ideolojinin ortaya çıkışında, Soğuk Savaş döneminde Batılı toplumlarda yükselişe geçen sosyalist fikirler etkili olmuş ve bu ideoloji, sosyalizme karşı gelişen tepkiyi yansıtmıştır. Bahse konu ideolojinin toplumsal taban bulmasının temelinde ise 1970’li yıllarda ABD’nin uyguladığı başarısız sayılabilecek dış politika anlayışından duyulan rahatsızlık vardır.
Devlet yönetiminde neoconların etkili olduğu ilk dönem, Ronald Reagan dönemidir. Baba Bush olarak bilinen George Bush döneminde de neoconların ülke siyasetinde nüfuz sahibi olduğu söylenebilir. Bill Clinton döneminde ise neoconlar kısmen de olsa güç kaybetmiştir. Ancak oğul Bush olarak bilinen George W. Bush’un ABD Başkanı olmasıyla birlikte, neoconların dönüşü ve hatta altın çağı başlamıştır.
BUSH DOKTRİNİ VE EVANJELİZM
Bu dönemde neocon dış politika anlayışı, “Bush Doktrini” olarak da ifade edilmiştir. Mevzubahis strateji, genel olarak Bush döneminde üretilen politikaları içermektedir. Terörle mücadele iddiasıyla uygulamaya konulan bu doktrin kullanılarak Afganistan ve Irak müdahaleleri gerçekleştirilmiştir. İşgaller esnasında yaşanan insan hakları ihlalleri ise neoconların arkasına saklandıkları “özgürlük” maskesinin düşmesini sağlamıştır.
Bahsi geçen politikanın temelinde evanjelik siyaset aklı vardır. Yani dini değerlerin öne çıkarılmasını savunan neoconlar, büyük çoğunluğu Protestan olan ABD’de, Hıristiyan kökten dinciliği olarak tanımlanabilecek bir politik anlayışa sahiptir. Bu durum, ülkenin dış politikasına da evanjelist siyaset olarak yansımaktadır.
“Evanjelizm” kelimesi, etimolojik olarak İyi Haber ve İsa’nın Öğretileri gibi anlamları taşımakta olup; Yunanca “Evangelion” kelimesinden gelmektedir. Günümüzde evanjelizm, Amerika’daki Protestan grupların radikal olan kesimlerini ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır. Yalnızca dini bir yapılanma olarak değerlendirilemeyecek olan evanjelizm, Washington’un Ortadoğu politikalarını yönlendirmeye çalışmaktadır. Zira evanjelistler, Ortadoğu coğrafyasında bir Armageddon Savaşı yaratmayı arzulamaktadır. Bu nedenle de söz konusu politikaları benimseyen neoconlar tarafından Washington’un Ortadoğu’daki temel partnerinin Tel Aviv olduğu düşünülmekte ve bölge, evanjelist-siyonist ittifak aracılığıyla çatışmaya zorlanmaktadır.
Her ne kadar Barack Obama döneminde neoconların ülke yönetimindeki etkisinin azaldığı düşünülse de Donald Trump’la birlikte Bush Doktrini’ne dönüş şeklinde yorumlanabilecek yeni bir dönem başlamıştır. Aslında 2016 yılının Kasım ayında gerçekleşen Amerikan seçimlerini yakından takip eden pek çok kişi, Donald Trump’ın seçilmesinin Hillary Clinton’a nazaran küresel barışa daha fazla katkı sağlayacağını düşünmüştü. Çünkü Bush’u destekleyen neoconların büyük çoğunluğu, Clinton’un yanında yer alıyordu. Ancak göreve geldikten sonra Trump, iktidarını sürdürebilmek için neoconlarla ittifak yapmaya yönelmiştir.
Aslında Trump, söz konusu ittifaka yanaşmasaydı, neoconlar Richard Nixon döneminden sonra, ilk kez bir Cumhuriyetçi Parti iktidarında görev alamayacaktı. Lakin Trump hakkındaki tartışmalar, özellikle de Rusya’nın seçimlere müdahalede bulunması iddiası üzerinden yaşananlar, ABD Başkanı’nı tutumunu değiştirmeye itmiştir. Nitekim bu değişikliğinin de etkisiyle Trump yönetiminde görev alan çok sayıda isim istifa etmiş ve bu kişilerin yerlerine “şahin” olarak nitelendirilebilecek neocon isimler gelmiştir. Özellikle de John Bolton’un Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Mike Pompeo’nun da Dışişleri Bakanı olması, Trump yönetiminin adeta bir savaş kabinesi kurduğu izlenimini oluşturmuş ve neoconlar ülkenin dış politikasında yeniden etkili hale gelmiştir. Tahmin edileceği gibi, neoconların temel dış politika önceliğini Ortadoğu bölgesi oluşturmaktadır.
Neoconların bölge politikasındaki başlıca hedefleri ise İsrail’in güvenliğinin sağlanması, terör örgütü Partiya Karkeren Kurdistane/Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) Suriye kolu olan Partiya Yekitiya Demokrat/Demokratik Birlik Partisi’ne (PYD) hukuki statü kazandırılması ve Körfez ülkeleriyle olan iyi ilişkilerin sürdürülmesidir.
İSRAİL BOYUTU
İlk olarak bu stratejinin İsrail boyutundan bahsetmek gerekirse, ABD’nin Filistin Meselesi’nde İsrail’i koşulsuz bir şekilde desteklediği ve bu ülkenin on yıllardır gerçekleştirdiği işgalleri meşrulaştırmaya çalıştığı görülmektedir. Bu kapsamda Trump yönetimi, 6 Aralık 2018 tarihinde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımış ve Tel Aviv’deki ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıma kararı almıştır. Benzer bir şekilde Trump, başdanışmanı Jared Kushner aracılığıyla yürüttüğü ve “Yüzyılın Anlaşması” olarak tanımladığı kumpas niteliğindeki projeyle de İsrail’in Ürdün Vadisi ve Kudüs başta olmak üzere pek çok işgalini meşrulaştırmak istemekte ve Filistinlilere yönelik yardım vaatleriyle Filistin Davası’nı satın almaya çalışmaktadır.
Öte yandan Washington’un Tahran’a uyguladığı azami baskı siyasetinin arkasında da İsrail’in güvenliğini sağlama arzusu vardır. Çünkü Lübnan’daki Hizbullah ve Suriye’deki İran destekli Şii milisler, İran’ın İsrail’i vurabilecek güce ulaştığına işaret etmektedir. Dahası Tahran yönetiminin uyguladığı balistik füze programı da Tel Aviv’i endişelendirmektedir. Üstelik İran, ABD’nin Kapsamlı Ortak Eylem Planı’ndan (KOEP) çekilmesi nedeniyle nükleer faaliyetlerindeki uranyum zenginleştirme oranını da aşamalı olarak artırmaktadır. Bu durum, İran’ın kısa vadede olmasa da orta ve uzun vadede nükleer güç olmasına yol açabilir. Bu da evanjelist-siyonist ittifaka zarar verebilir. İşte bu yüzden de neoconlar, Obama dönemindeki uzlaşma arayışlarını başarısızlık olarak nitelendirmekte ve İran’ın vurulmasını talep etmektedir.
Aynı şekilde ABD, Arap Baharı sürecinde demokratik yollarla Mısır’da iktidara gelen Müslüman Kardeşler yönetiminin darbeyle iktidardan uzaklaştırılmasını da İsrail’in güvenliği açısından olumlu bir gelişme olarak değerlendirmiştir. Bu nedenle de Amerikan dış politikasını şekillendiren neocon isimler, Mısır’daki darbe yönetimiyle olumlu ilişkiler kurmuştur.
PKK/PYD BOYUTU
Neoconların Ortadoğu stratejisinde terör örgütü PKK/PYD de önemli bir yere sahiptir. Zira Trump yönetimi, PKK’nın Suriye kolu olan terör örgütü PYD’ye açık destek vermektedir. Bu kapsamda ABD’nin terör örgütü PYD’nin hamiliğini yaptığı, örgüte eğitim verdiği ve binlerce TIR silah temin ettiği bilinmektedir. Kısacası ABD, PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki konjonktürel egemenliğini kalıcı hale getirmeye çalışmaktadır.
Bölgede Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’yle (IKBY) de iyi ilişkilere sahip olan ABD, PYD ve IKBY’yi devletleştirmek suretiyle Ankara, Bağdat ve Şam yönetimleriyle iletişim kurmaksızın bölgedeki enerjinin “Kürt Terör Koridoru” aracılığıyla Akdeniz’e çıkışının sağlanmasını hedeflemektedir. Dolayısıyla Washington yönetimi, Suriye ve Irak’ta iki ayrı Kürt devletinin kurulmasını arzulamakta ve bölge politikasını buna göre şekillendirmektedir.
Özetle ABD, Ortadoğu siyasetinde terör örgütü PYD’yle ittifak yapmakta ve bu nedenle de Türkiye, İran ve Irak gibi ülkelerle çeşitli sorunlar yaşamaktadır. Trump yönetiminin neocon siyaset aklı çerçevesinde ayrılıkçı bir terör örgütünü desteklemesi ise ABD’nin bölge devletlerinin toprak bütünlüğüne saygı göstermediğini ortaya koymaktadır.
KÖRFEZ BOYUTU
Nasıl ki ABD’nin PYD’ye olan desteğinde enerji koridoru oluşturma hedefi belirleyici olmaktaysa, Körfez ülkeleriyle olan münasebetlerinde de petrol belirleyici olmaktadır. Neoconlar, Körfez’deki Arap ülkelerini, ABD’nin petrol ihtiyacının karşılanacağı bir adres olarak görmektedir. Dahası İran’a azami düzeyde baskı uygulayan Trump yönetimi, başta Suudi Arabistan olmak üzere, Körfez ülkelerini tarihi Acem-Arap rekabetini de kullanarak İran karşıtı cephede birleştirmeye çalışmakta ve bu ülkeleri de bölgedeki müttefikleri arasında görmektedir.
Sonuç olarak neoconlar, Ortadoğu siyasetinde İsrail, terör örgütü PKK/PYD ve Körfez ülkelerini ABD’nin doğal müttefikleri olarak görmekte ve bu aktörlerle olan ittifak kapsamında bölge ülkelerinin haritalarının değiştirilmesi planlanmaktadır. Ancak Amerikan saldırganlığının savunucuları olarak tanımlanabilecek neoconların bölgeye yönelik baskısı arttıkça, algılanan tehdidin dengelenmesi amacıyla bölge ülkelerinin tesis ettiği ittifaklar da derinleşmektedir. Bu bağlamda Türkiye, İran ve Rusya’nın Astana Süreci çerçevesinde geliştirdikleri ittifaka başka ülkelerin de dahil edilmeye çalışıldığı görülmektedir. Nitekim Astana’da gerçekleşen 13. Garantörler Zirvesi’ne, gözlemci statüsü verilen Lübnan ve Irak da katılmıştır. Türkiye’nin Astana Süreci’ndeki merkezi konumu ise bölgede oluşan güç dengesinde Ankara’nın kilit aktör olduğunu gözler önüne sermektedir.