ABD’nin Albright ve PYD sendromu

Ankara, 15 temmuz darbe girişimiyle içerideki kuşatmayı milletin iradesiyle yararak dışarıya taşımış oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Topunuz Gelin!’ ifadesi bu kuşatmanın bizati tanımıydı. Türkiye bu kuşatmayı kendi topraklarının dışına alarak, Suriye’ye taşıdı.

Yeni Şafak Haber Merkezi

Emrah Usta - Araştırmacı

Yıl 1999'nun bahar ayları. Balkan coğrafyası Bosna-Hersek'in ardından bir başka savaş için ısınmış vaziyettedir. 77 gün Kosova harekatının arka planında Rusya'nın asker sokup, KFOR (Kosova'daki NATO gücü) karşısına çıkmasıyla başladı. Dönemin Amerikan başkanı Bill Clinton, isteksiz tavrı nedeniyle Kosova harekatına yeşil ışıkta yakmakta geçişmiş ancak ABD dışişleri bakanı Madeleine Albright bu hava saldırının olması hususunda Başkan'ı ikna etmeyi başarmıştı. ABD kendi ülke menfaatleri içerisinde bir başka ülkeye olan saldırısında ne NATO ne de BM kurallarını dinlediği gibi, bu gücünü kendi anayasından alıyor. Başkan Bush döneminde 'tehditi yerinde yok etme' gibi saldırı stili geliştiren Beyaz Saray, her başkan döneminde bir doktrin bırakır. Clinton dönemi de 'lift and strike' (indir ve vur) doktriniydi. Ancak dokrtine giden süreçte Albright'ın rolü tartışılmaz. Bugün başkent Priştina'ya gittiğinizde müze de Albright'ın şapkasını ve rozetinin sergilendiği özel bölümleri görürsünüz.

Bugün ise, ABD bir başka ülke olan Suriye de Albright sendromu yaşıyor. Dışişleri bakanı (State of Sec.) dedikleri pozisyon ise bu saldırı konusunda önemlidir. CIA (Merkezi İstihbarat Teşkilatı) örtülü operasyonlar düzenleyerek sahadan bilgi alıp 'policy brief' dedikleri, bir çerçeveyi hükümete bir öneri şeklinde sunar. Pengaton'a bağlı (DoD dedikleri) savunma bakanlığı ise, Beyaz Saray'ın müdahil olmak istedikleri yerlere doğrudan müdahale eder. John Kerry'nin tavrı bu yüzden önemlidir. Suriye konusunun Bosna-Ersek'in de ötesine geçtiği ortadayken, NATO dışında BM (Birleşmiş Milletler) barış gücü dahi bölgeye çağrılmadı. Şüphesiz Obama ve John Kerry, Suriye de Albright sorunu yaşamaktadır. Kafası karışık Washington yönetimi, Suriye de çözüm bir yana siviller için 'güvenli bölge' oluşturma hususunda bile tereddüt ediyor. Peki ABD'nin bu tavrı nereden kaynaklanıyor? Muhaliflerin ABD de tam karşılığı nedir? Yada bundan sonraki süreçte neler olacak? gibi sorular Suriye de gündemi belirleyecek. ABD bu konuda en başından beri Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güvenmedi. Kaldı ki CIA örtülü operasyonlarında ÖSO ve Suudi Arabistan'ın adımlarını Suriye de izledi. CIA kendi operasyonlarında ÖSO'na hafif silahlar verdi. Bölgede alternatifsiz partner olarak PYD'yi gördü. Havadan yardımlardan üs yardımlarına kadar PYD'ye her türlü imkan ve silah mühimmatı tanıdı. Kaldı ki bu silahlar Türkiye'ye sokularak bizlere de döndü.

PENTAGON'UN MÜTTEFİKİ PYD

Beyaz Saray yönetimi PYD konusunda batıyı ikna etmiş durumda. Kadın savaşçılar, DAEŞ'e karşı mücadele de merkez rol görevi, güzellemeler ve açıklamalar; çocuk savaşçıları kullanan terrorist örgüt PKK ile bağ bile PYD'nin dışlanmasına yeterli olmadı. Kaldı ki ABD, Türkiye-PYD ikiliminden yola çıkarak her ikisinde dengeleme stratejisi izliyor. Bazı zamanlarda Moskova'yla yakınlaşan PYD'ye ağır silahlar veriliyor. Havadan alan açarak, kara da gücünü ilerleten PYD ise, Fırat'ın batısına geçerek Türkiye'nin kırmızı çizgisine bastı. CIA değil, Pentagon'un bizzatdesteklediği PYD, Türkiye'de yaşanan gelişmelerle Ankara da ciddi güvenlik endeşi uyandırdı. Her türlü ağır silahın verildiği, Suriye'nin kuzeyinde incirliği by-pass edercesine üssün açıldığı PYD ile işbirliği görüntüleri tüm uluslararası medyaya yansımıştı. PYD dışındaki tüm muhaliflerin DAEŞ bağlantılı gruplar olarak nitelendirilmesi ve vurulması Suudi Arabistan- Katar ve Türkiye üçlüsü tarafından kabul görmemişti. Bu üçlü ortak bir zemin sağlayıp, ÖSO güçlendirmeye gayret etti. İsrail'in sınır güvenliği Hizbullah'ın güçlenmesine gitmedikçe, Esed'in sembolik tahtı, Rusya'nın saldırıları Beyaz Saray'ın gündeminde değil. Washington'un muhalifler arasındaki ikileminin kırılması ise, PYD konusunda aynı potada buluşan İran olabilir. 'Dışarıdaki kürtleri besleyen, içerdeki kürtleri ise asan' pozisyondan sıyrılıp farklı bir yere evrilen Tahran, Türkiye ile işbirliği yapabilir. PYD konusunda Türkiye'nin tarihi fırsatı budur.

İran ile işbirliğini Ankara düşünebilir. Celabrus harekatı ekseriyette güvenlik bölgeye ulaşacak olsa da bu bölgenin korunmasına ilişkin müttefiklere ihtiyaç olacaktır. Ankara, 15 temmuz darbe girişimiyle içerideki kuşatmayı milletin iradesiyle yararak dışarıya taşımış oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 'Topunuz Gelin!' ifadesi bu kuşatmanın bizati tanımıydı. Türkiye bu kuşatmayı kendi topraklarının dışına alarak, Suriye'ye taşıdı. Milletin feraseti, devletin aklıyla birleştiğinde 15 temmuz ruhu tam anlamıyla vuku buldu. Bu gelişmeyi Batı görmezden gelse de iki yakın komşu ilk taziye telefonu açandı. Bunlar dan biri ise İran. Rusya taziyesinden sonra İran hem ziyaret ederek hem de Türkiye'ye desteklerini ileterek darbeyi desteklemediğini söyledi.

İKİNCİ İSTİKLAL SAVAŞI

Türkiye, 15 temmuz sürecinden oldukça güçlü çıktı. Kaldı ki içerdeki bu kuşatmayı dışarıya çıkartarak PYD/PKK/DAEŞ/FETÖ yapılanmasına karşın toplu bir müdahale girişimi başlattı. İçeride FETÖ terörü ile mücadele ederken, dışarı da PYD/PKK karşı 'Fırat Kalkanı' olarak adlandırılan harekat başlamış oldu. Türkiye'nin dışarıya karşı bu kuşatmasından ABD başta olmak üzere batı rahatsız. Gelinen nokta akıllı bir politik rol üstlenen Türkiye, DAEŞ'le mücadele noktasında hızlıca alan hakimiyeti sağlamışoldu. ABD, PYD'ye olan zımni talimatı 'Türkiye ile sıcak temasta bulunma!' ilişkin olsa da PYD, Türk tanklarını vurma da ısrarcı davranıyor. Burada DAEŞ'in de bir stratejisinin olduğu açık.

DAEŞ, Türkiye'nin karşısına hali hazırda çıkmadı. DAEŞ burada Türkiye'yi PYD ile aynı makasa almak istiyor. Bu nedenle sahada Türkiye'nin karşısına çıkmak istemiyor. Bir diğer husus ise, Türkiye bu operasyonalara ne kadar devam edecek? Bu sorunun cevabı ise, güvenli bölgeden geçiyor. Türkiye bu sınır hattında güvenlik bölge oluşana denk operasyonlarına devam edecektir. Burda ise geçmişzamanda örneklerle dikkat edilmesi noktalar var. Geriye doğru hatırlarsak, PKK'nın saldırıları sonrasında Kandil'ı vuran Türkiye'ye cevap olarak NATO Patriotları çekilmişti. Güvenli bölge isteyen Türkiye'ye cevap olarak Azez de siviller öldürüldü. Yine aynı şekilde Suriye'ye giren Türkiye'nin tankları bizzat NATO envanterleriyle vuruluyor. Türkiye birtakım yerlere müdahil oldukça içeride ve dışarıda cevap verilmeye çalışılıyor. Bunun 2. Istiklal harbi olduğu açıktır.