Çetiner Çetin - Gazeteci
Türkiye, tarihinin en ilginç darbe teşebbüslerinden birini atlattı. Devlete savaş açan FETÖ, aslında daha önceki iki darbe denemesinde başarısız olmuştu. 7 Şubat 2012 tarihinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a yönelik operasyon bunların ilkiydi. O tarihte devlette daha etkin olmalarına rağmen daha kısıtlı bir operasyon tercih etmiş ve hukuku araçsallaştırarak önce yalnızca MİT Müsteşarı'nı ele geçirmeyi, oradan da mümkünse donemin Başbakan'ı Erdoğan'ı devirmeyi planlanmıştı.
Erdoğan ve Fidan'ın manevralarıyla atlatılan bu süreç hükûmet ile FETÖ örgütü arasındaki ilişkiyi başka bir boyuta taşıdı. Örgüt ikinci ve daha büyük adımını 17-25 Aralık (2013) tarihlerinde attı. Bu kez doğrudan Erdoğan'a ve yakın çevresine yönelik bir operasyon başlattı. Yine hukuku ve toplumsal kaosu araçsallaştırarak Erdoğan'ı devirmeye çalıştı. Fakat alınan sert tedbirler sayesinde bu çaba da başarısızlığa uğratıldı. O zamana kadar görülmemiş bir darbe denemesiydi. Aslında kitle iletişim araçları kullanılarak hukuki bir süreçmiş gibi yürütülmesi darbe imajını ortadan kaldırmaya yönelikti. Bu nedenle de çok kimse bu olaya darbe dememeyi tercih etti. Ama tüm bunlar yargıdaki FETÖ uzantısının ilk dalga darbe girişiminden buyana işin içinde hangi boyutta yer aldığını gösteriyor.
15 Temmuz gecesi uygulanan darbe planı da tüm Türkiye'yi ele geçiremeyeceği için sadece en önemli adreslere ve ulaşımı felç etmeye odaklandı. FETÖ'nün kontrolündeki subayların başarısız askeri darbe girişiminin faili olarak kesinleşmesinin ardından bu olayda yabancı oyuncuların da parmak izinin olması ve bu durumdan haberdar olmaları söz konusudur. Bu anlamda Amerikalı yetkililerin her türlü şüphe ve suçlamalara karşı kendilerini masum gösterme çabaları bazen komik hale gelebiliyor. Yurt içinde algıyı değiştirmeye yönelik medya hamlelerinin yanında yabancı basın da bir hayli ilginç habere imza attı.
BİLGİ KİRLİLİĞİ
Bu örneklerden biri de, Buzzfeed portalındaki Ali Watkins'in kaleme aldığı yazıdır. 'Washington, Türkiye'deki askeri darbe girişimi haberini bu şekilde aldı' başlığı altındaki haberde, darbe yanlılarının Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'a ait olan telefon numarasından ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford'a ulaşmaya çalıştıkları ancak yardımcıların Dunford'u uyandırmak istemedikleri ifadesiyle okuyucuları inandırmaya çalışıyor.
İşte komedi tamda burada başlıyor. Darbeciler Dunford'un desteğini almak için ona ulaşmaya çalışmış! Dunford'un ofis görevlileri çağrıya yanıt verdikleri ve darbecilerin suratlarına ahizeyi kapattıkları sırada Genelkurmay Başkanı Dunford Afganistan'daydı. Tabii bu yazının hiçbir inanılır tarafı olmamakla birlikte son derece de komiktir.
O yüzden yazının yayımlanmasından kısa bir süre sonra Dunford'un ofisinden gelen açıklama hayli ilginçti: Genelkurmay Başkanı'nın, Washington'daki ofisine gelen aramanın Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın numarasından yapıldığı bilgilendirildiğinde Afganistan'da ve uyanık olmasından söz ediliyor. Genelkurmay Başkanı'nın uyanık olmadığı zamanlarda bile bilgilendirildiği anlamına gelen, dikkatli bir şekilde kurulmayan cümleden başka verdikleri bu cevapla, bizi bu görüşmeyi yapmadığına inandırmak istiyorlar. Bu da komedinin ikinci raundu...
Düşünsenize, NATO'nun ikinci büyük gücü olan Türk ordusunun içindeki FETÖ'cü cunta hukuki düzeni yıkmaya çalışıyor ama ABD Genelkurmay Başkanı onlarla görüşmek istemiyor! Dahası 'Washington, Türkiye'deki askeri darbe girişimi haberini bu şekilde aldı' cümlesi. Özetle ABD bizim darbeden haberimiz olmadı ve biz darbecileri muhatap almadık diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışıyor.
Okuyucuların bir çoğunun kafasındaki soru ve olayın anlaşılabilmesi için kilit bilgi; darbecilerle gerçekleşmeyen bu görüşmenin saat kaçta olduğu sorusudur. Kabil (Afganistan) ve Türkiye arasındaki saat farkının da sadece bir buçuk saat olduğunu hatırlatıyorlar. Bense, bu çağrının yapıldığı saate önem vermiyorum. Çünkü açıklamanın amacı görüşmenin olmadığı yönünde bizi inandırmaktır.
HANGİ ÜLKENİN BÜYÜKELÇİSİ
Batı'nın artık yavaş ama emin adımlarla “hasar tespiti” moduna geçtiği görülüyor. Ama şunu hemen belirtmeliyim çok geç kalınmış bir hamle. İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore, Hürriyet'e yaptığı açıklamada, komployu lokalize etmeye çabalamış, olup bitenleri sadece lokal Türk sorunu olarak göstermeye çalışmış ABD'nin, Amerikan ordusunun, istihbarat örgütlerinin, NATO'nun ve benzeri olayla ilgili hiçbir bilgilerinin ve darbenin arkasında kesinlikle olmadıklarını belirtmeye çalışmıştır. O zaman şu soruyu sormalı: Sayın Moore, siz ABD elçisi misiniz yoksa İngiltere büyükelçisi mi?
Ayrıca Moore açıklamasında, hükümetin bu darbe girişiminde Gülencilerin yer aldığına ilişkin açıklamalarını kabul etmekte bir zorluk yaşamadığını, şu ana kadar ortaya çıkan delillerin ayrıntılı bir şekilde bakıldığında bayağı inandırıcı bir durum gibi göründüğü, bu örgüte ait mensupların Türk ordusuna dahi sızdıklarını ve bunun bir 'sürpriz olmadığını' belirtmişti. Madem Gülen'in terörist olduğunu görüyorsunuz, son 2 yıldan bu yana İngiltere'ye aileleri ile birlikte sığınan 1103 kişiyi neden Türkiye'ye teslim etmeyi düşünmüyorsunuz. Mesela hemen bir isim verebiliriz: FETÖ'nün sözde eski Irak imamı Talip Büyük. Şu an ülkenizde ve örgüt içerisindeki en tehlikeli isimlerden biri..
Büyükelçi Moore, darbenin arkasında kesinlikle ABD'nin olmadığını, darbe girişiminin ardından yapılan bazı yayınların hem bilgisizce hem de iyi niyetli olmadığını söyledi. Eminim ki bu tutum, farklı Batılı yetkililer tarafından sık sık tekrarlanacak ve çok yakında ABD'nin Türkiye ile iyi ilişkiler karşılığında yılların projesini Fethullah Gülen'i kurban edeceği vakit de gelecektir.
Şunu da belirtmek isterim ki; ABD, NATO ve diğer paydaşların bunların tamamından haberdar veya bizzat içinde olup olmadıkları sorusu unutulmayacaktır. Ancak bu soruyu sorarken çok dikkatli olmak lazım. Bu soruyu bazı resmi yetkililerimizin de yanlışa düştüğü gibi damdan düşercesine değil, daha yumuşak ve uluslararası hukuk normları çerçevesinde bir yaklaşımla sormalı ki sürekli “hukuk” gerekçesini sunan taraflara zorlayıcı gücü olsun.
ABD ile Türkiye arasında suçluların iadesi için 1979 yılında imzalanan anlaşma, prensipte ABD'yi cinayet, komplo ve devlet başkanını -Erdoğan- öldürme girişimi gibi eylemlerin arkasında bulunan bir kimseyi iade etmeye mecbur kılıyor. Ancak bu iade anlaşmasında da siyasi suçlularla ilgili bir “istisna” var. Bu ABD'nin, bir suça ilişkin olarak sunulan kanıtlara siyasi motivasyon karıştığını tespit etmesi halinde iade talebini reddedebileceği anlamına geliyor. Bu noktada kanıtların geçerliliği konusunda önce ABD başsavcılarını, daha sonra Pennsylvania'da bir federal mahkemeyi ikna etmesi ve belki daha yüksek federal mahkemelerde temyiz mücadelesi verilmesi gerekecek. Sonrasında da Dışişleri Bakanı John Kerry hala iade taleplerini değerlendirip bloke edebilir. Ancak dosya Kerry'nin masasına ulaştığında ABD-Türkiye ilişkilerini onarmak için çok geç kalınmış olabilir. Zira ABD ve İngiltere bir diğer taraftan BAE'nin adamı Filistinli Muhammed Dahlan'ın darbeyi finanse ettiği gibi başlıklarla dikkatleri ve sorumlulukları başka tarafa yönlendirip Türkiye ve Körfez ilişkilerini de etkilemeye çalışmakta. Bu iddia doğru olsa bile ABD ve AB'yi aklamıyor. Burada yanılmamak gerekiyor.
ABD'deki Demokratlar içerisinde, eski jenerasyonu temsil eden ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın Ankara ziyareti FETÖ düğümünü çözecek mi? Süleymaniye'de Türk askerinin başına çuval geçirilmesinden bu yana her geçen gün kırılmalar yaşayan Türk-Amerikan ilişkilerini toparlayabielcek mi? Bu soruların cevabı sanırım yanıtsız kalacak. Zira Kasım ayındaki ABD seçimleri birçok gelişmeye gebe. Biden'ın Demokratların kazanması durumunda Clinton'ın FETÖ lobileri ile ilişkilerindeki girift pozisyon gözden kaçırılmaması gereken bir durum. Biden, Ankara'daki söylemleri bu sancının ilk sinyalleri gibiydi.
Askeri darbe kalkışması, Erdoğan'a mevcut durumu yeniden şekillendirmek ve dış politikada önemli bir düzeltme yapmak için tarihi bir fırsat verdi. Şimdiye kadar görünen o ki Erdoğan -taleplerine karşılık vermediği sürece- Batı ile ittifaktan vazgeçip Rusya'ya yönelmekte kararlı. Şimdi Suriye, PKK, DAEŞ ve FETÖ konularında iki yüzlü davranan Batı özellikle ABD hesaplarını bir kez daha yapmalı. Dost ve müttefik Türkiye ile mi yola devam edilecek yoksa teröristleri besleyip dünyanın başına büyük bir bela mı açılacak...