ABD-Çin rekabetinde örgütsel kutuplaşma: BRICS ve G-20 zirveleri

ABD-Çin rekabeti, örgütlere yansımaları ve birbirlerini hedefe alması bakımından her geçen gün Tukidides tuzağına yaklaşmaktadır. Bu rekabet Atina ve Sparta’ya nasıl yaramamış ve Perslere alan açmışsa bugün de Hindistan, iki aktörün tuzaklarından uzak durmayı başarabilirse kendisine alan açacaktadır. Ancak IMEC koridoru ile gelişen yeni süreçte Hindistan için dengede kalmak daha da zorlaşacak. Çin-Hindistan rekabetine ilişkin gündemler ısıtılacaktır.

İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Mustafa Öztop

Marmara Üniversitesi Ortadoğu Siyasi Tarihi ve Uluslararası İlişkileri Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi

Peleponnes Savaşları, Güney Yunanistan’daki hakim güç olan Sparta’nın, Atina şehir devletinin artan nüfuzuna ve mevcut düzeni sarsmasına mukabil yaşadığı korku ve endişe sonrası ortaya çıkan ve 27 yıl süren savaşlar olarak bilinmektedir. Tukidides, bu savaşları güç ya da egemenlik mücadelesi olarak tanımlamış ve her iki taraf için de olumsuz sonuçlar ortaya çıkardığını belirtmiştir. “Tukidides tuzağı” ifadesi, bu iki şehir devletinin egemen olma mücadelesinde gösterdiği reflekslerin onlar için nasıl handikaplar barındırdığını ortaya koymaktadır.

TUKİDİDES TUZAĞINA KİM DÜŞER ?

ABD’li akademisyen ve politikacı Graham Allison’un 2017 yılında yayımlanan, ABD-Çin ilişkilerinin Tukidides tuzağına düşüp düşmeyeceğine ilişkin makalesi, iki ülke arası ilişkilerde sıkça gündeme gelmeye başlamıştır. Bu anlamda hegemon gücün zayıflaması, hegemonyasının çökmesi ya da hakimiyetine yeni bir aktörün ortak olması gibi olasılıklar güvensizlik ve korku duygularını pekiştirerek kendisine alternatif olan güce karşı aşırı ve stratejiden yoksun reaksiyon göstermesine neden olur anlayışı, ABD için karşılaşması muhtemel tuzak olmuştur. Diğer taraftan yükselen gücün, artan nüfuzu nedeniyle güç sendromuna girmesi, daha çok saygı ve tanınma gibi artan beklentiler içinde savunma güdüsü geliştirerek hegemon güce karşı bir meydan okuma içine girmesi ise Çin’in karşı karşıya olduğu bir tuzak olarak görülmüştür.

Yine aynı yıl ABD Başkanı’nın Trump olmasıyla birlikte hegemon gücün yükselen güce karşı gösterdiği reflekslerin güçlendiği ve böylece iki aktörün de Tukidides tuzağına düşme risklerini artırdığı görülmektedir. Ayrıca iki ülke arasındaki gerilim genellikle üçüncü dünya savaşı ile ilişkilendirilmiştir. Ancak bugünkü bir dünya savaşını, günümüzde savaşların değişen doğası, birinci ve ikinci dünya savaşları sonucunda büyük bir savaşa girmekten kaçınma konusunda oluşan genel anlayış ve daha sık gözlenen vekalet savaşları gibi nedenlerle geniş coğrafyalara yayılan konvansiyonel bir savaştan ziyade yeni formda bir savaş olarak beklemek daha mümkün görünmektedir.

KOVİD-19 İLE YENİ DÖNEME GİRİLDİ

Esasen 2000’li yılların başlarında ABD-Çin ilişkileri iyimser bir perspektife oturtulmak istenmiş, Çin’in hızlı yükselişinin ABD için de bir kaldıraç görevi görebileceği düşüncesi dile getirilmiştir. Ancak neredeyse tamamen realizm ve güç rekabeti perspektifine oturtulmuş bir uluslararası ilişkilerin böylesine iyimser bir perspektifi sürdürmesi pek tabi mümkün olmamıştır.

ABD-Çin rekabeti, Trump dönemi ile yeni bir evreye geçmiş olsa da esas kırılmasını korona salgınıyla yaşamıştır. Korona virüsü salgınıyla dünyada oluşturulan atmosfer, maske savaşlarına ve ülkelerin kendi sağlık mekanizmalarını ayakta tutma yarışına dönüşmüştür. Korumacı ekonomi yaklaşımları zirveye çıkmış, yaşamsal tehditlerin yoğunlaşması nedeniyle ülkeler arası rekabet kızışmaya başlamıştır. Bu süreçte salgının merkezi ya da çıkış yeri olarak görülen ve salgının yayılmasını önlemek için gereken tedbirleri almayan Çin’e tepkiler yükselmiş ve Çin’e karşı dünyada güvensizlik artmaya başlamıştır. Akabinde dünyada ABD öncülüğünde, Çin karşıtı blok çalışmaları hız kazanmış ve mesafe almıştır. Bu mesafelerin bir sonucu olarak Avustralya, İngiltere ve ABD ortaklığıyla AUKUS ittifakı kurulmuş ve Dörtlü Güvenlik Diyaloğu olarak bilinen QUAD görünürlüğünü artırmıştır.

SIRADAKİ SAFHA: UKRAYNA

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, beklendiği gibi ABD’nin Avrupa’yı konsolidasyonunu ve kendi safına çekmesini beraberinde getirmiş ve dünyada Çin karşıtı pozisyon güçlendirilmiştir. Ukrayna Savaşı ile Rusya’nın gardını düşüren AUKUS’un hemen akabinde Tayvan üzerinden Çin’i hedef alması muhtemel gelişmelerden biri olarak görülmeye başlanmıştır. Tam da bu noktada ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin 2022 yılının Ağustos ayında Tayvan’ı ziyaret ederek tırmandırılan gerilim büyük bir sorun yaşanmadan atlatılmıştır.

Casus balon krizi ile ileri bir safhaya taşınan ve Çin’in sabrını taşıran gelişmeler, Çin’in Ortadoğu’da ABD’yi rahatsız edecek bir dizi adım atması ile Beyaz Saray’ın izlemekle yetindiği bir pozisyona evirilmiştir. ABD’nin yaklaşık 80 yıldır sıkı bir ittifak kurduğu Suudi Arabistan, 90’lı yıllara kadar Çin ile resmi ilişkilerini kuramamış olsa da geçtiğimiz aylarda Çin ile önemli anlaşmalara imza atmıştır. Suudi Arabistan tarafından 1973 Petrol Ambargosu ve 11 Eylül olayları ile sorgulanan ABD ile ilişkiler, Trump döneminde beklentilerin karşılanmamasının üzerine Biden döneminde tam bir hayal kırıklığına uğramış ve Suudi dış politikasında dönüştürücü bir etki oluşturmuştur.

Çin, son aylarda Suudi Arabistan başta olmak üzere, Körfez ülkeleri ve Arap Birliği ülkeleri ile geliştirdiği ilişkiler, Filistin meselesi konusunda yaptığı açıklamalar ve dünya çapında doların rezerv para birimi olmasına karşı geliştirdiği söylemler ve attığı adımlarla ABD’ye karşı bir meydan okuma içine girmeye başlamış ve Tukidides tuzağına bir adım daha yaklaşmıştır. Elbette ki; tuzağa yaklaşma konusunda ABD’nin kışkırtıcı adımlar attığı net biçimde görülmektedir. Ancak Çin’in de ekonomik gücü üzerinden diğer ülkelerle geliştirdiği baskıcı tutumu ve Doğu Türkistan’a ilişkin politikaları kendisinin de tuzağa düşmeye meyilli olduğunu göstermektedir. Diğer yandan Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Kuzey Akım boru hatlarını devre dışı bırakması netice verdiği gibi Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’nde yer alan Kuzey Koridoru’nu da işlevsiz bırakmıştır.

DOLARIN ETKİSİNİ KIRABİLİR

BRICS örgütlenmesi, ABD’nin dünyadaki siyasi etkisinden ziyade doların dünya ticaretindeki etkisinden duyulan rahatsızlığı öne çıkarıyor. İçerisinde Hindistan gibi bir aktörün olması BRICS’in Çin’in hakimiyetine girmesinin önündeki en büyük engel. Çünkü Hindistan, ABD konusunda Rusya ve Çin gibi düşünmüyor. Ayrıca Hindistan, Çin ile de oldukça geniş bir rekabet alanı ve potansiyeline sahip. Bununla birlikte dünyada ABD etkisinin yoğun olduğu devasa ekonomik gelirlere sahip şirketlerde Hint kökenli yöneticilerin şaşırtıcı şekilde öne çıkması, Anglo-Sakson ittifakının Çin’e karşı stratejisinde Hindistan’ı kullanmak istediğine işaret ediyor. Anglo Sakson ittifakının bu yöneticilerin sayısındaki olağan dışı artışı, Hindistan’ı kontrol etme aracı olarak kullanmayı planlandıklarını akla getiriyor. Çünkü bu yöneticilerle Anglo Sakson ittifakının Hint halkına ve yönetimine duygusal mesajlar vererek karar alma mekanizmalarında etkili olmaları mümkün.

Geçtiğimiz Ağustos ayında Güney Afrika’da düzenlenen BRICS Zirvesi’nde hızlı genişleme kararı alındı. Bu durum, Çin ve Rusya’nın örgütü ABD’ye karşı mesaj verme aracı olarak kullanmak istediğini gösteriyor. Bu bakımdan BRICS’in genişleme kararı inşa edici değildir, tepkiseldir. Bu kararda örgütün geleceğini sağlıklı şekilde kurgulamak değil, savunma güdüsü ön plandadır.

Ayrıca örgüte üye olması kararlaştırılan Suudi Arabistan ve İran’ın bugün her ne kadar bir uzlaşı içinde olsalar da bunu sürdürmeleri oldukça zordur. Bu yönleriyle BRICS ekonomik olarak başarılı bir örgüt olabilir, dünyada doların nüfuz alanlarını daraltabilir ancak siyasi olarak yoğun kırılganlıklar barındırmaktadır. Nasıl ki 1970’lerde petrol üreticisi ülkeler, petrol şirketlerine karşı OPEC kartelini kurmuş ve petrol piyasasında şirketlerin hegemonyasını ve ABD etkisini kırmıştır, bugün BRICS de dünya ticaretinde ABD Doları’nın etkisini kırma noktasında yüksek potansiyele sahip hale gelmiştir. Ancak siyasi olarak ABD’ye karşı bir blok oluşturması ya da ABD’nin nüfuzunu tehdit etmesi bugünkü şartlarda mümkün görünmemektedir.

NEDEN IMEC KORİDORU?

Geçtiğimiz günlerde Hindistan’da G-20 zirvesi düzenlendi. Hem Hindistan’da düzenlenmesi hem de Rusya ve Çin’in lider düzeyinde katılmaması gibi nedenlerle bu zirve adeta ABD’nin Hindistan, Suudi Arabistan, BAE, Ürdün ve İsrail’e paye vererek Çin’e cevap verme zemini olmuştur. Böylece Hindistan, ABD için Çin’in dünyaya açılan en önemli projesi olan Kuşak ve Yol’a alternatif sunarak satranç tahtasında Çin’e şah çeken bir ABD veziri konumuna oturtulmak istenmektedir. Ancak IMEC koridoru ilk etapta oldukça taze ve yoğun şekilde kırılganlıkları olan bir adım olarak görünmektedir. Çünkü böylesine bir projenin ekonomik ayağını finanse edecek bir Çin ortada yoktur. Suudi Arabistan’ın ABD ile ilişkileri, sınırsız bir rızadan çıkmış ve ABD’ye alternatif güç merkezleri ile ilişkileri geliştirmeye yönelmiştir. Ayrıca güzergahın uygulanabilirliğinin yanında kullanışlılığı da tartışmalara konu olacak gibi görünüyor.

IMEC koridoru adımı daha çok İsrail ve Hindistan’ın Pakistan ve Türkiye’yi devre dışı bırakma konusundaki motivasyonlarını besleyen yine İsrail’in Körfez ülkeleri ile iyi ilişkilerini sürdürülebilir kılmaya ve İsrail’e güvenlik sağlamaya yönelik ulaşılması zor bir hedef olarak görünmektedir. Trump döneminde Ortadoğu’da etkisini gösteren Küre İttifakı’nın Biden dönemi versiyonu bu koridorla kendini göstermiştir. Tüm bunlara rağmen bu ittifak arayışının da uygulanabilirliği ve sürdürülebilirliği pek mümkün görünmese de bu süreç, İsrail’e bazı fırsatlar sağlayabilir ve zaman kazandırabilir.

DENGE POLİTİKASI KURAN KAZANIR

Hasılı, ABD-Çin rekabeti örgütlere yansımaları ve birbirlerini hedefe alması bakımından her geçen gün Tukidides tuzağına yaklaşmaktadır. Bu rekabet Atina ve Sparta’ya nasıl yaramamış ve Perslere alan açmışsa bugün de Hindistan, iki aktörün tuzaklarından uzak durmayı başarabilirse kendisine alan açacaktadır. Ancak IMEC koridoru ile gelişen yeni süreçte Hindistan için dengede kalmak daha da zorlaşacak. Çin-Hindistan rekabetine ilişkin gündemler ısıtılacaktır.

Diğer taraftan Türkiye, Suudi Arabistan, Endonezya, Brezilya ve Güney Afrika gibi dünya jeopolitiğinde etkileri artan aktörler için önemli fırsat zeminleri belirmiştir. Bu anlamda bu fırsat zeminini Türkiye yaklaşık son 10 yıldır Atlantik ve Avrasya arasında kurduğu denge ile değerlendirmeye başlamış ve bu konuda oldukça iyi bir tecrübe kazanmıştır. Suudi Arabistan bu anlamda henüz yeni harekete geçmiştir. Güney Afrika, Brezilya ve Endonezya gibi aktörler de son yıllarda fırsatları öne çıkarmayı başarmıştır. Hindistan potansiyel olarak en öne çıkan ülke olsa da artık riskler bakımından da en fazla öne çıkan ülke haline gelmiştir.

Bu nedenlerle ABD-Çin arasında örgütlere yansıyan rekabet bugünkü formda bir savaş için Tukidides tuzağına düşmek üzeredir. Ancak bu rekabetin esas kazananlarının iki tarafla da iyi ilişkileri sürdürüp çıkarlarını maksimize edenler olacağı görülmektedir. Yani taraf olmayan denge politikası yürüten devletler, önümüzdeki süreçte dünya siyasetinde etkilerini en çok artıran aktörler olacaktır.

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Gelenekteki gelecek: Etnospor ve spor diplomasisi

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Laçın-Hankendi yolu çevresinde yaşananlar

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
İran'ın, Azerbaycan-Türkiye rahatsızlığı: Yanlış nasıl düzeltilir?