Mehmet Kancı - Gazeteci
Hamas’ın, 1973 Arap-İsrail Savaşı’nın yıldönümünde başlattığı “El Aksa Tufanı Operasyonu” henüz 1 ay önce G-20 Zirvesi’nde gündeme gelen Hindistan’dan Körfez ülkeleri ve İsrail üzerinden Avrupa’ya uzanacak ticaret koridoru projesi gibi bölgeye dair pembe hayalleri yerle bir etti.
9 Ekim itibarıyla İsrail ordusu Gazze Şeridi çevresindeki kuşatmasını tamamlayıp, kara harekatı için son hazırlıklarını yaparken ABD’nin yürüttüğü diplomatik trafiğin odak noktasını, Lübnan Hizbullahı ve İran’ın çatışmaya dahil olmasını engellemek oluşturuyor.
“İsrail’in var olma hakkını tanıyoruz ve her türlü askeri desteği vermeye hazırız” söylemiyle tazıya tut diyen Amerika Birleşik Devletleri bir yandan da Türkiye başta olmak üzere bölge ülkeleri ile kurduğu temaslarla Hamas, Hizbullah ve İran’a itidal tavsiye edilmesini istiyor. Washington’ın Hamas’tan beklediği bir nevi başının üzerindeki elmaya bıçak atılırken nefesini tutup dik durması gereken sirk cambazının performansı. ABD’nin Dışişleri Bakanı Blinken telefon başında görüşme turları atarken, ABD’nin meseleye bakışına ilişkin hamlelerin özünü anlamak için ABD Savunma Bakanı Austin’i takip etmek gerekiyor.
SANKİ 1973 SAVAŞI TEKERRÜR EDİYOR
Orta Akdeniz’deki ABD uçak gemisi Gerald R. Ford uçak gemisi ve beraberindeki muharebe grubunu Doğu Akdeniz’e gönderme kararı alındı. İran Körfezi ve Doğu Akdeniz’deki ABD hava gücünün daha fazla F-35, F-15, F-16 ve A-10 uçakları ile takviye edilmesine karar verildi. İsrail’in en fazla ihtiyaç duyduğu “Demir Kubbe Hava Savunma Sistemi”nin mühimmatı olan Tamir füzeleri 8 Ekim gecesi Ürdün’den Tel Aviv’e C-17A Globemaster III tipi bir askeri uçakla nakledildi. ABD-İsrail iş birliği mekanizması 1973 Savaşı’ndakinden farksız bir şekilde işliyor. Belki de tek fark dönemin ABD Dışişleri Bakanı Kissinger’ın, İsrail Başbakanı Golda Meir’in burnunu sürtmek adına yardımları geciktirmesi politikasının bu defa uygulanmaması. 2024 seçimleri yaklaşırken Biden’ın, Netanyahu’yu benzer şekilde terbiye etme lüksü bulunmuyor. Nitekim Kissinger da Mısır ve Suriye ordularının önlenemez ilerleyişi karşısında kısa sürede geri adım atmış, ABD Başkanı Nixon “uçabilen her şeyle İsrail’e yardım taşıyın” talimatını vermişti. “Nickel Grass Operasyonu”yla ABD 14 Ekim-14 Kasım tarihleri arasında İsrail’e 22 bin 325 ton askeri malzeme ulaştırmıştı. Yardım koridorunun güvenliği için ABD Cebelitarık Boğazı’ndan İsrail kıyılarına kadar donanmasıyla bir güvenlik zinciri oluşturdu. Bu yardım çerçevesinde İsrail’e ulaştırılan 40 adet Fantom F-4 ve 36 adet A-4 Skyhawk savaş uçağı ile tanklar ve anti-tank füzeleri İsrail’in ayakta kalmasını sağlamıştı.
PEKİ İSRAİL’İ KİM FRENLEYECEK?
Birinci Soğuk Savaş’ın belki de faydalı yönlerinden biri, bu çaptaki çatışmalarda kontrolden çıkan tarafları dizginleyecek iki kutuplu bir düzenin varlığıydı. Sovyetler Birliği’nin gereken noktada ağırlığını koyması, İsrail’in sonu gelmeyen ihtiraslarının frenlenmesini sağlıyordu. Bugün içerisinde bulunduğumuz jeopolitik konjonktürde ise bu tür fren mekanizmalarının eksikliği çekiliyor. ABD, tek taraflı olarak domine ettiği askeri sahada bir yandan İsrail’e sınırsız misilleme kartı sunarken, bir yandan da İran ile başlattığı yumuşama sürecinin zarar görmemesini, çatışmanın bölgesel boyuta ulaşmamasını arzu ediyor. Tam bir “pastam dursun ama karnım doysun” stratejisi. Bu arada İsrail kamuoyunda Netanyahu hükümeti kadar ABD yönetimi de eleştirilmekte.
Biden başkanlığındaki Beyaz Saray, henüz 1 ay önce İran’da tutuklu 5 ABD vatandaşının serbest kalması karşılığında, Güney Kore’de bloke edilmiş olan İran’a ait 6 milyar dolarlık fonun serbest bırakılarak Katar’a transferine yeşil ışık yakmıştı. İsrail kamuoyu “El Aksa Tufanı”nın bu paralarla finanse edildiği gerekçesiyle Biden yönetimine de diş bilemekte. İsrail’in Gazze kuşatması ve belki de Oslo Anlaşmaları’nı tamamen tarihe gömecek şekilde Gazze’yi yeniden işgal etmesi ihtimali gelişirken ABD’nin önünde farklı çıkmaz sokaklardan oluşan seçenekler var. Beyaz Saray bir yandan ABD-İsrail stratejik iş birliğinin gerektirdiği şekilde 1973’teki politikayı sahneye koymaya çalışıyor, bir yandan gerileyen hegemonyasına rağmen krizde son sözü söyleme rolünü devam ettirme gayretinde, diğer yandan ise bölgenin ve dönemin değişen koşullarına uyum sağlayarak İran ile yumuşama politikasını hayata geçirmek ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin Körfez’den Doğu Akdeniz’e doğru genişleyen diplomatik nüfuzuna set çekmenin arayışı içerisinde. Dahası tüm bu görevlerin Ukrayna-Rusya Savaşı’nda üstlenilen rol ve Hint-Pasifik’te Çin Halk Cumhuriyeti’ni çevreleme gayretiyle beraber hayata geçirilmesi gerekecek.
GAZZE KRİZİ ABD’NİN KAPASİTESİNİ TEST EDİYOR
ABD’nin bugünkü askeri ve diplomatik kapasitesi kendi içerisinde dahi birbirleriyle çelişen bu çoklu görev ve hedefleri yerine getirebilir mi? Ya da ABD’nin bugünkü yönetici sınıflarının entelektüel kapasiteleri ve diplomatik becerileri bu çoklu görevden, en az zararla çıkmalarına yeter mi? Gidişat, gerek iç gerek dış politikada “Züccaciye dükkanındaki fil” misali hareket eden İsrail Başbakanı Netanyahu’nun var olduğu bir denklemde ABD’nin işinin kolay olmadığını, 1973 ve 2023’teki şartlar arasındaki çelişkilerin kaçınılmaz şekilde ABD’yi ya yardan ye serden geçmeye zorlayacağı anların gelip çatacağına işaret ediyor. Orta Doğu’daki tüm normalleşme süreçlerini uzun yıllar ötesine erteleyecek Gazze merkezli gelişmelerden belki de fayda sağlayacak yegane odak, ABD’nin Hint-Pasifik yerine Orta Doğu ile ilgilenmesi gerektiğini savunan Neo-Conlar olacaktır. Irak’ın Kuveyt’i işgali nasıl, Birinci Soğuk Savaş’ın bitmesine rağmen ABD’nin küresel askeri varlığının Orta Doğu merkezli olarak artmasının yolunu açtıysa, İsrail’in Gazze’yi işgali halinde yaşanacak gelişmeler de Doğu Akdeniz, Kızıldeniz ve İran Körfezi çevresindeki ABD askeri varlığını benzeri görülmemiş boyutlara taşıyabilir.