Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı
İlk tur seçimlerin gerçekleştiği 14 Mayıs’ta TBMM’de çoğunluğu kazanan Cumhur İttifakı, 28 Mayıs’taki ikinci turda kendi adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanmasıyla yürütme-yasama arasında olabilecek uyumsuzluk sorunundan kurtulmuş oldu. Milletimiz seçimlerden sonra yurt içinde ve yurt dışındaki gelişmeleri de hesaba katarak istikrarı seçti. Bu seçimde Cumhur İttifakı’nın seçilmesini istemeyen, hatta bu uğurda gayret eden Almanya, Fransa ve İngiltere’de bazı medya organları alenen Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığının borazancılığını yaptı. ABD gibi bazı ülkeler ise gerçekleşmesi halinde iktidara avantaj olabilecek F-16 paketi gibi projeleri uzattılar. Suriye ve Mısır gibi bazı ülkeler de daha iyi uzlaşabileceklerini düşündükleri Millet İttifakı’nın kazanması hayaliyle Türkiye ile ilişkilerin iyileştirilmesi sürecini uzattılar.
Seçim sonrası iktidar olanlar, kendilerine oy versin vermesin herkesi kucaklayarak ve “Nerede kalmıştık?” diyerek ülkenin kalkınması ve refahı için nasıl seferber oluyorsa, dış politikada da devletin milli çıkarları doğrultusunda hareket etmeleri esastır. Peki dış politikamızın öncelikleri ve seçim sonuçlarının bu dış politika önceliklerinde oynayacağı rol nasıl olacaktır?
KAFKASYA’DA BARIŞ YEŞEREBİLİR
Karadeniz dolayısıyla komşularımız olan Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş durağan bir şekilde, ancak küresel çapta olduğu gibi Türkiye’nin ekonomisini de olumsuz etkileyecek şekilde sürmektedir. Bu savaşın sona ermesi için henüz şartlar oluşmamış, yani taraflardan en azından biri “Yeter artık, çatışmayı bırakalım!” deme konusunda güçlü bir irade ortaya koyamamıştır. Ancak bir barış ihtimali belirirse Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu iki ülke liderleriyle kişisel hukuku sebebiyle aracılık yapabilecek ilk ülkelerden biri olacaktır.
Azerbaycan ile Ermenistan arasında İkinci Karabağ Savaşı’ndan sonra beliren barış ümitleri sürmekle birlikte hala kat edilecek çok mesafe vardır. Her ne kadar ilişkilerin normalleşmesi için Rusya en önemli güç odağı gibi görülse de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki ülke lideriyle diyaloğu sürdürme özelliği sorunun çözümüne olumlu katkılar sunacaktır. Azerbaycan’ı memnun edecek bir kalıcı barış sonunda, Ermenistan’la Türkiye arasındaki sınır kapılarının açılması, Ermenistan’ın kalkınmasına olduğu gibi Türkiye’de de özellikle sınır illerindeki ticaretin ve ekonominin canlanmasına katkı sağlayacaktır. Hele ki, Ermenistan üzerinden Azerbaycan’la Nahçıvan’ı birleştirecek kara ve demiryolunun inşası, Türkiye-Türk dünyası iş birliğini daha da ilerilere taşıyacaktır. Bu konuda da Erdoğan’ın tutumu ilgili ülkelerce dikkatle izlenmektedir.
SURİYE’DEKİ ASIL SORUN
Suriye ile seçimler öncesi başlatılan normalleşme süreci, iki ülke dışişleri bakanlarının Rusya’nın aracılığında görüşmelerine kadar uzanmıştır. Esed rejiminin Türkiye’den, tüm askerlerini derhal çekmesi şeklinde şu aşamada mümkün olamayacak istekleri olsa da, iki ülke liderinin bir araya gelebilmesi için şartların oluştuğu da söylenebilir. Burada asıl sorun Suriye’de “devlet içinde devlet” haline gelen, PKK’nın Suriye uzantısı YPG’ye verilen ABD desteğinin nasıl kesileceğidir? Yani Suriye’nin istikrarı için Türkiye-Esed rejimi-Rusya-İran dörtlüsü uzlaşmaya varsa bile, ABD askerlerinin varlığının ve YPG’ye desteğinin nasıl ortadan kaldırılacağı bilinmemektedir.
Öte yandan, her ne kadar silahlı olarak karşı karşıya kalınmasa da ABD’nin Obama’nın başkanlığının son yıllarından itibaren artan derecedeki Türkiye karşıtlığı önemli bir dış politika sorunu haline gelmiştir. Üstelik bu ülkeyle olan sorunlar, genellikle Türkiye politikası konusunda ABD’yi izleyen Avrupa ülkeleriyle de benzer sorunları yaratmaktadır. ABD ve AB ülke liderleri her ne kadar Erdoğan’ı seçim zaferi sebebiyle kutlamış olsalar da sevindikleri de söylenemez. Çünkü Türkiye, Erdoğan’ın liderliğinde en azından 2015 sonbaharından itibaren Türkiye’nin milli çıkarları doğrultusunda bu ülkelerin hoşuna gitmeyen bir “özerk dış politika” izlemeye başlamış ve önemli bir aşama kaydetmiştir. Bunun devamı da gelecektir ve gelmelidir. Erdoğan’ın beş yıllık yeni dönemiyle birlikte Türkiye’nin “özerk dış politika” izlemesi kurumsallaşma imkanı bulacaktır.
MAVİ VATAN’DAN TAVİZ YOK
Her ne kadar 6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremlerdeki küçük ama anlamlı desteği sebebiyle gerilim azalmış gibi görünse de Yunanistan’ın, ABD’nin Türkiye karşıtlığını kendisine bir destek gibi algıladığı bir gerçektir. Avrupa Birliği üyeliğinin avantajıyla AB’yi ve ABD Kongresi’ndeki Rum-Yunan, Ermeni ile Yahudi lobilerinin desteğini alan Yunanistan, Ege ve Doğu Akdeniz deniz yetki alanları konusunda Türkiye’nin milli çıkarları hilafına hareketlerini sürdürecek gibidir. Geçen yıllar içerisinde bu desteklere rağmen Yunanistan’ın haksız isteklerine hiçbir alanda gedik verilmeden set çekilmiş, Türkiye milli çıkarlarından ödün vermeyeceğini dosta düşmana göstermiştir. Bu kararlılığın değişmesi de beklenmemektedir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının tanınması için Eylül 2022’de BM Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yapmış olduğu çağrıya en az 8-10 ülkenin cevap vermesi, istenen sonucu hızlandıracaktır. Bu konuda Türk Devletleri Teşkilatı ile Afrika ülkelerinin tavrı çok önemli olup, her iki tarafta da Erdoğan’ın belirgin bir etkisi mevcuttur. Aynı etki Mısır ve Suudi Arabistan’la ilişkilerin geliştirilmesi halinde İslam İşbirliği Teşkilatı içerisinde de yeşermeye müsaittir.
İsrail’le ilişkiler normalleşmeye başlamış olsa da Netanyahu Hükümeti’nin Filistinlilere zaman zaman “devlet terörü”nü andıran önlemleri sebebiyle ikili ilişkiler istenen hızda ilerleyememektedir. Bunun bir adım ötesi, 2009 yılı öncesinde Türkiye’ye ABD Kongresi’nde desteği ile bilinen Yahudi lobisiyle ilişkilerin düzeltilmesidir. Zira ABD Kongresi’nde evvelce Türkiye aleyhtarı tasarılarda Rum ve Ermeni lobilerine karşı Yahudi lobisinin oynadığı denge unsurunun yararı oldukça aranmıştır.
KÜRESEL KARTLAR YENİDEN KARILIYOR
Bunların dışında Balkanlar’da Kosova-Sırbistan sorunu, İran’la limoni ilişkiler, Irak’ın iç istikrara kavuşması, Libya’da kalıcı iç barış, AB ile bir ileri, iki geri giden ilişkiler de düzeltilmeyi bekliyor. Ancak tüm bunların önünde, Rusya-Ukrayna savaşı ile keskinleşen ABD-AB ile Çin arasında keskinleşen kutuplaşma durmaktadır.
Türkiye, küresel kartların yeniden karıldığı bu ortamda uzun bir süredir mutlu olamadığı Batı ittifakı ile devam mı edecektir, ya da Orta doğu’ya iyiden iyiye yerleşmeye başlayan Çin ile Rusya ağırlıklı Avrasya kutbuna mı katılacaktır? Ya da her ikisine de eşit mesafede mi kalacaktır? Her ne karar alınırsa alınsın, hiçbir sonucun da güllük gülistanlık olamayacağı açıktır. Burada milli çıkarların en iyi şekilde korunup kollanması yurt içindeki milli birlik ve beraberliğin gücüyle doğru orantılıdır…