Musul'un DAEŞ'ten kurtarılması için başlayan operasyonlar üç cepheden devam ederken, genelde Ortadoğu'nun özelde ise Irak ve Suriye'nin istikrarsızlaşmasının temelinde yatan sorunlar yeniden gündemde. Musul operasyonunun başarılı sonuçlanması bu istikrarsızlığın giderilmesi için tek başına yetmezken, bölgeyi kaosa sürükleyen en önemli etkenler vekalet savaşları ve işgaller olarak ön plana çıkıyor. Lübnan'dan Irak'a uzanan savaşlara bakıldığında ise vekalet savaşlarını yürüten üç aktör ön plana çıkıyor. İran-ABD ve İran-Sünni Arap ülkelerinin hesaplaşması.
Lübnan'dan Irak'a vekalet savaşları
Lübnan'daki dini, mezhepsel ve etnik yapıdan kaynaklı kırılganlık bölgede vekalet savaşları için uygun zemini hazırlarken, İran Hizbullah üzerinden etki alanını genişletme ve İsrail ile hesaplaşmaya çalıştı. 11 Eylül saldırıları sonrası Afganistan'ın işgali uluslararası alanda yeni bir terörizm dalgasına yol açarken, 2003 Irak savaşı ile birlikte Ortadoğu'daki kaos ve istikrarsızlık daha da derinleşti. Bush yönetiminin sözde 'Irak'ı demokratikleştirme' hamlesi bölgede büyük bir krize neden oldu. Irak'ın fay hatlarıyla oynayan bu işgal, Sünni-Şii, Arap-Kürt ayrılığını daha da derinleştirdi. Irak fiili olarak üç parçaya bölünürken, İran Safavi devleti döneminde kaybettiği Bağdat'ı ABD'nin işgali sonrası 'altın tepsi' içerisinde karşısında buldu. Saddam'ın devrilmesinden sonra iktidara gelen Şiiler, özellikle Maliki döneminde İran'ın etkisine girdi. İran, devrim sonrası gerçekleştirme hayali kurduğu Şii Hilali'ne Bağdat üzerinden bir adım daha yaklaştı. Lübnan'daki Hizbullah güçleri ve en önemli müttefki olan Arap ülkesi Suriye'den sonra Bağdat merkezi hükümeti de İran ile yakın bir ilişki kurdu. Böylece İran, Lübnan'dan Yemen'e uzanan hatta etkin bir aktöre dönüşme imkânı buldu. İran, gerek Devrim Muhafızları gerekse de Ortadoğu coğrafyasındaki Şii milislere verdiği destek üzerinden güç tahakkümüne gitti.
İran'ın kırmızı çizgisi: Esed
Arap Baharı sonrası en büyük krizini yaşayan Ortadoğu'da yaşananlara ilk başta mesafeli kalan İran, Esed karşıtı muhalif hareketlere karşı Suriye rejimini koruma altına aldı. Lübnan Hizbullahı ile birlikte Devrim Muhafızlarını ve Şii milisleri harekete geçiren İran, Suriye'de yaşanan savaşı bir vekâlet savaşına dönüştürdü. Ortadoğu'daki en önemli müttefiki olan ve Lübnan'daki Hizbullah ile bağlantıyı sağladığı için stratejik bir öneme sahip olan Suriye'de Esed'in iktidarını kaybetmesini kendi kırmızı çizgisi olarak gören İran, Esed'in ayakta kalması için en büyük desteği veren ülke olarak ön plana çıktı. Obama'nın Suriye'de pembeleşen ve zamanla kaybolan 'kırmızı çizgilerinin' ve uluslararası toplumun Suriye'ye ilgisizliği İran'a Suriye'de istediğini verdi. Rusya'nın da İran ile birlikte Esed'e destek vermesi yüzbinlerce insanın öldüğü ve milyonlarca insanın sığınmacı durumuna düştüğü Suriye'de Esed rejiminin varlığını sürdürmesine neden oldu.
ABD'nin silahı: PYD
Ancak, Suriye'de yaşanan iç savaş bölgede büyük bir otorite boşluğuna yol açtı. 2003 işgali ile otoritenin zayıfladığı bir diğer ülke olan Irak ve sınır komşusu Suriye'de ortaya çıkan yeni denklem, büyük bir güvenlik açığına neden olurken, terör örgütleri için de bir yaşam alanına dönüştü. Bu ortamda Irak işgali sonrası ortaya çıkan ve ABD ile Maliki yönetiminin yanlış politikaları nedeniyle güçlenen terör örgütü DAEŞ, Suriye ve Irak coğrafyasında ortaya çıktı. Haziran 2014'te Irak'ın en büyük kenti olan Musul'u ele geçiren DAEŞ, bölgede büyük bir güvenlik tehdidine dönüştü. Irak ve Suriye'de geniş bir hatta kontrolü eline geçiren DAEŞ, bölgenin yeniden dizayn edilmesi için araçsallaştırıldı. ABD'nin Irak ordusuna verdiği silahları ele geçirerek bölgede girdiği her kentte büyük bir katliam gerçekleştiren DAEŞ, yayınladığı video ve açıklamalarda özellikle Şiileri hedef gösteriyor ve insanları sözde 'cihada' çağırıyordu. DAEŞ'in insanları katleden görüntüleri uluslararası alanda büyük bir infiale yol açarken, özellikle Şii kutsalllarına saldırıları, İran'ın ve Şiilerin tepkisini çekti. DAEŞ'in Musul işgali karşısında direniş göstermeden kaçan Irak ordusunun ve Peşmergenin etkisiz kalan görüntüsü karşısında, Irak'ı işgal ederek istikrarsızlaştıran ABD, kurduğu koalisyon ile 'Irak'a yardıma geldi.'
İran'ın Irak'taki etkisi: Haşdi Şabi
Batı Musul'u kurtarma operasyonuna hzırlanırken, İran ise Suriye'de Esed rejimine verdiği desteğin bir benzerini Irak'ta İbadi hükümetine verdi. Bu dönemde Şii Haşdi Şabi milisleri üzerinden Irak'ta etkin olan İran, Musul operasyonu öncesi Irak'taki en önemli aktörlerden biri haline geldi. Bunun en önemli nedeni Bağdat üzerindeki İran etkisinin yanı sıra yaklaşık 30 bin milisi bulunan Haşdi Şabi örgütünün doğrudan İran'a bağlı hareket ediyor olmasıdır. Büyük Musul operasyonunda Irak ordusu ile birlikte hareket eden Haşdi Şabi, İran tarafından destekleniyor. Kasım Süleymani ismi üzerinden vücut bulan Kudüs Ordusu'nun yardımı ile bölgede etkin bir konuma yükselen Haşdi Şabi, Irak'taki dengelerin İran lehine değişmesi için büyük rol üstleniyor.
İran, Bağdat'taki etkinlik alanını Musul'a ve Telafer'e doğru genişletmeye çalışırken, Haşdi Şabi bu hedefe ulaşılmasında büyük önem arz ediyor. Yemen'de Husileri destekleyerek Sünni Arap ülkeleri ile hesaplaşan İran, Musul'un geleceğinde de yer almak istiyor. Sünnilerin bütün itirazlarına rağmen Musul operasyonuna en büyük desteği veren Haşdi Şabi'nin Musul'a girmesi beklenmiyor. Ancak başta Telafer olmak üzere diğer bölgelerin kurtarılması için başlatılacak olan operasyonlarda yer alma ihtimali bulunuyor. Bu durumda Haşdi Şabi'nin olası bir katliam girişiminin büyük bir mezhep savaşına yol açmasından endişe ediliyor. Haşdi Şabi'nin Telafer ve ya Musul'a girmesi uzun yıllardır hem İran-ABD hem de İran ile Sünniler arasında bir vekalet savaşı şeklinde süren çatışmaların büyük bir mezhep savaşına dönüşmesi riskini taşıyor. Olası bir mezhep savaşı İslam ülkelerini büyük bir kaosa sürükleme ihtimali bulunurken, Batılı ülkelerin bu çatışmalardan etkilenmeme ihtimali de düşünülemez.