ABD'deki düşünce kuruluşu Washington Institute'da, ABD'nin eski Ankara büyükelçileri Ross Wilson ve James Jeffrey ile Washington Institute Türkiye Araştırmaları Programı Direktörü Soner Çağaptay'ın konuşmacı olduğu, ''Yükselen Türkiye: (ABD) Yeni Yönetim İçin Zorluklar ve Beklentiler'' başlıklı panel düzenlendi.
Çağaptay, Türkiye'nin AK Parti iktidarında siyasi dönüşüm geçirerek post-Kemalist aşamaya girdiğini, bu aşamanın da iki ögeden oluştuğunu ifade ederek, ''birinci olarak, Türkiye'de AK Parti döneminde Avrupa tarzı laiklik modelinin büyük oranda ortadan kalkarak, din, devlet ve eğitimin birbirinden kesin ayrımını öngören düzenin tersine çevrildiğini, ikinci olarak da Türkiye'nin kendisini kazara Ortadoğu'da konumlanmış bir Avrupa ülkesi olarak görmekten, kendisini Avrupa ülkesi ama Müslüman Ortadoğu'yla yan yana ülke olarak gören bir perspektife yöneldiğini'' savundu.
Çağaptay, ''yeni Türkiye'nin'', kendisini bulunduğu bölgenin parçası olarak gören, ekonomik açıdan bölgedeki en baskın güç olan ve önemli oranda da siyasi güç inşa eden, ancak ''yumuşak gücü''ne karşılık gelecek, bölgesel güç olabilme emellerine ulaşabilmesi için gereken ''sert gücü'' henüz oluşturamayan ''Latin Amerika'nın Brezilyası'' olabileceğini belirtti.
Türkiye'nin bölgesel güç olmak ve Batılı ortakları tarafından da böyle görülmek istediğine dikkat çeken Çağaptay, bu yolda atılması gereken en önemli adımlardan birinin, liberal ve demokratik bir yeni Anayasa'nın hazırlanması olduğunu dile getirdi. Çağaptay, ''Türkiye bölgesel güç olmak ve böyle görülmek istiyorsa toplumun tüm katmanları için geniş özgürlükleri içeren liberal bir Anayasa yazmalı. Yeni anayasa dini özgürlüğü ve aynı zamanda da dinden özgürlüğü sağlamalı, tüm dinlerin mensuplarına liberal yaklaşmalı, azınlıkları da korumalı'' dedi.
Çağaptay, ''yeni Türkiye'nin biraz laik, biraz İslamcı, biraz muhafazakar, biraz liberal, biraz Batılı, biraz Ortadoğulu ve biraz da Avrupalı olduğunu'' savunarak, bölgesel güç olmak için tüm bu kesimleri bir arada tutacak bir Anayasa'nın yazılması gerektiğini dile getirdi.
Çağaptay, Türkiye'nin bölgesel güç olarak yükselmek için, aynı zamanda ekonomik büyümesini de devam ettirmesi, Batı yönelimini sürdürmesi ve bunun yanında da Suriye'deki krizin kendi sınırlarının içerisine taşması ve olası zararlı etkilerini asgariye indirmesi gerektiğinin altını çizdi.
Sahip olduğu ekonomik güç ve büyüyen ekonomisine rağmen Türkiye'nin Ortadoğu'yu tek başına idare edebilecek imkanlara sahip olmadığını Arap Baharı ve özellikle de Suriye krizinin gösterdiği değerlendirmesinde bulunan Çağaptay, Suriye krizinin Türkiye'deki istikrarı bozabilme potansiyelinin, Türkiye'nin ABD ve NATO'ya yönelmesindeki önemli faktör olduğunu söyledi.
Çağaptay, AK Parti'nin yaklaşan yerel seçimlerde zafer elde etmesi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da ''halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı olma hayaline'' ulaşabilmesinin, ekonomik büyümenin devam etmesine ve Suriye'deki iç savaşın zararlı etkilerini asgariye indirmekten geçtiğini, bu durumun da Türkiye'nin Suriye konusunda tek taraflı eyleme girişme seçeneğini devre dışı bıraktığını savundu.
Türkiye'nin ekonomide 10 yılda çok önemli atılımlar atarak ''Türk mucizesi'' yarattığını belirten Çağaptay, Suriye'deki karışıklığın Türkiye'nin sınırları içerisine taşması ve Esed'in iktidara tutunmaya devam etmesi halinde, bunun ekonomideki ''Türk mucizesinin'' sonu anlamına gelebileceği, PKK terörünün artabileceği, dış yatırımların zarar görebileceği uyarısında bulundu.
Dolayısıyla Suriye'nin önümüzdeki yılda Türk-Amerikan ilişkileri açısından bir ''gerilim testi'' olacağını söyleyen Çağaptay, Türkiye'nin Suriye konusunda ABD ve NATO ile çalışması gerektiğinin farkında olduğunu, Türkiye'den ABD'ye bu yıl, Suriye konusunda daha fazla adım atması yönündeki taleplerin artacağı görüşünü dile getirdi.
Çağaptay, son olarak Türkiye'nin, bölgesel güç olabilmek için, Suriye muhalefetinin tüm unsurlarıyla bağlarını güçlendirmesi, İsrail ile de ilişkilerini tekrar normalleştirmesi gerektiği görüşünü dile getirdi.
Ross Wilson da Türkiye'nin dev boyutta ekonomik dönüşümden geçtiğini, bunun ülkeyi demografik ve sosyal olarak da dönüştürdüğünü söyledi.
Kürt meselesinin de artık ulusal bir hal aldığını, dünyadaki en büyük Kürt kentinin İstanbul olduğunu, ülkenin farklı kesimlerinde Kürtlerin yoğun nüfusa sahip olduğu kentlerin bulunduğunu ifade eden Wilson, bu türden ekonomik ve sosyal dönüşümlerin kilit siyasi neticeleri olacağını, Türkiye'de de bu ekonomik ve sosyal dönüşümlerden başarıyla istifade etmeyi başaran tek partinin AK Parti olduğunu söyledi.
Wilson, işsizlik oranlarının AK Parti iktidarında çok değişmediğini, acilen eğitim reformuna ihtiyaç duyulduğunu, Kürt meselesinin, kadınların toplumdaki statüsüyle alakalı meselelerin devam ettiğine dikkat çekti.
Wilson, Türk-Amerikan ilişkilerinin bugün içinde bulunduğu durumu da ''tarihte hiç olmadığı kadar iyi ve yakın'' şeklinde niteleyerek, ''2005'te Türkiye'de büyükelçilik görevine başladığımda ilişkiler zor bir dönemden geçiyordu, karşılıklı güvensizlik vardı. Ben Türkiye'deyken, en üst olmasa da üst düzeylerde Türk ve Amerikalı yetkililer arasında siyasi konularda diyalog oluşturmak çok zordu, adeta 'Türkiye'ye gelin, yaptıklarımız hakkında Türklerle görüşün' diye yalvarmak zorunda kalıyordum. Şimdi bu değişti, ilişkiler her düzeyde yakınlaştı. Bu, eskiden varolan sadece askeri odaklı ilişkiler yerine, daha olgun ve modern bir ilişki inşa etme adına dev bir değişim'' dedi.
Türkiye'nin de ABD'nin de birbirine aynı oranda ihtiyaç duyduğuna dikkati çeken Wilson, ABD'nin Türklerle Suriye, İran, Irak gibi, iki ülke çıkarlarını ilgilendiren önemli konularda yakın istişare içerisinde olması gerektiğini vurguladı.
Wilson, Türkiye'nin Soğuk Savaş'tan bu yana karşılaştığı en büyük güvenlik tehdidi olarak nitelediği Suriye konusunda, Ankara'nın beklentilerine de paralel olarak, ABD'nin daha etkili bir liderlik göstermesi gerektiğini belirtti.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın görevden ayrılmasıyla bakanlıkta personel değişimi olacağına dikkat çeken Wilson, özellikle de Suriye krizi gibi sıcak gelişmelerin yaşandığı bir dönemde, Türk ve Amerikalı orta seviye yetkililer arasındaki istişarelerin bu değişimden etkilenmemesi gerektiği uyarısında bulundu.
Wilson ayrıca, Türkiye ve ABD'nin aralarındaki ortak noktaları bulma çabalarını, bunun yanında son yıllarda hareketlenmeye başlayan ekonomik ilişkilerini güçlendirme gayretlerini sürdürmesi gerektiğinin altını çizdi.
Bir soru üzerine, AK Parti'nin bir koalisyon ve bu koalisyonu bir arada tutan ''tutkalın'' da Başbakan Erdoğan olduğunu belirten Wilson, bu koalisyonu ya da farklı özellikteki seçmen kitlelerini bir arada tutabilecek başka bir AK Parti liderinin olup olmadığının büyük bir soru işareti olduğunu kaydetti.
Wilson, bir başka soru üzerine de Erdoğan'ın bir pragmatist olduğu görüşünü dile getirerek, ''Bazen çok keskin şeyler söylüyor, ancak neticede politikalar genellikle çok pragmatik bir prizmadan geçiyor'' dedi.
AK Parti'nin siyasi başarısındaki önemli bir payı son yıllardaki ekonomik başarıların oluşturduğunu da söyleyen Wilson, AK Parti'nin, doğal ideolojik tabanını oluşturduğunu söylediği üçte birlik nüfusa ilaveten de oylar toplamasındaki ana etkenin, halkın, yaşam tarzlarından, zenginliklerin ülkeye giriyor olmasından ve partinin getirdiği nispeten siyasi istikrardan mutlu olması olduğunu belirtti. Wilson, diğer partilerin ''bir 21. yüzyıl mesajını nasıl geliştirebileceklerinin yolunu buldukları zaman ortamın daha rekabetçi hale geleceğini, ancak bu partilerin şu ana kadar bunu başaramadığını'' söyledi.
Jim Jeffrey de, Türkiye'nin Ortadoğu'ya olan ilgisinin AK Parti iktidarının da öncesine uzandığını belirtti.
Türkiye'nin bölgesinde çok hızlı ekonomik gelişmesiyle bölgesel güç olmaya çalıştığını ama bunun kolay olmadığını söyleyen Jeffrey, ABD'nin de tek süper güç olmanın getirdiği zorluklar gözönüne alındığında, üzerindeki yüklerin azaltılmasında yardımcı olabilecek bölgesel güçlere ihtiyaç duyduğunu dile getirdi.
Arap Birliği üyesi olmaması, ideolojiler ve diğer konuların, Türkiye'nin bölgedeki etkisini sınırlandırabildiğini belirten Jeffrey, yine de Türkiye'nin bölgesindeki en önemli 2-3 ülkeden biri olduğunu ve bölgedeki öneminin de büyümeye devam ettiğini kaydetti.
Bölgedeki en önemli konulardan birinin Suriye olduğunu hatırlatan Jeffrey, Suriye meselesinin uzun vadede Türkiye'yi etkileyebilme yeteneğinin nispeten sınırlı olduğunu ve bu ülkenin Türkiye'ye ciddi bir askeri tehdit de oluşturamayacağını savundu. Jeffrey, ABD'nin Suriye, İran ve Irak konularında Türkiye ile yakın çalışma içerisinde olması gerektiğini kaydetti.
Bir soru üzerine Jeffrey, Esed rejiminin düşmesi halinde İran'ın bölgedeki tehdidinin de kayda değer düzeyde azalacağını, ancak Esed'in bu yıl gideceğine dair hiçbir garantinin bulunmadığını, Esed gitmezse bunun hem ABD, hem Türkiye, hem de bölgenin istikrarına büyük bir darbe olacağını, İran ve Rus dış politikası için de büyük bir zafer anlamına geleceğini belirtti. Jeffrey, dolayısıyla Türkiye'nin, ABD'den Suriye konusunda daha fazlasını yapması için ısrarcı olmasında haklı olduğunu söyledi.