AB Zirvesi’nde reelpolitik kazandı

Türkiye, 2016-2020’de, paralel unsurlardan da kurtulduğu zeminde, dengeleri değiştirecek, oyun kurucu, uluslararası bir aktöre dönüşen adımlar atmıştır. AB-ABD’nin, Biden zihniyetinde ifade edilen, “idealist-liberal” nihilizme dönüşecek, etnik lobilere, sokak hareketlerine dayanan, sivil toplumcu-vakıfçı-zehirli ağlara değil, rasyonel akla ihtiyacı vardır. Türkiye açısından, Rusya ve Çin ile gelişen ilişkiler, bir kümülatif seçenek gibi kısa vadede gözükmese de, Transatlantik ilişkilerini “Türkiye’siz” hesap edenler, Brzezinski’nin Kazakistan’dan Afrika boynuzuna uzanan kalpgahında, by pass olmak durumunda kalabilirler.

İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Dr. Deniz Tansi – Yeditepe Üniversitesi

Türk dış politikasında, 15 Temmuz 2016 FETÖ’cü darbe girişimi sonrasındaki adımlar, dış dünya ve ne yazık ki içerideki birtakım odaklar tarafından, bütünlüklü bir strateji çerçevesinde anlaşılamadı. Bu kavrayış yetersizliğinde, Soğuk Savaş sonrasını anlayamamak, ittifak ve müttefiklik ilişkilerini, Soğuk Savaş kavramlarıyla yorumlamak ve bunların beraberinde getirdiği stratejik şaşkınlık yatmaktadır.

10-11 Aralık 2020’de, Brüksel’de düzenlenen Avrupa Birliği (AB) liderler zirvesinde, neoliberal zemindeki elitist çevreler, Türkiye’ye karşı kapsamlı bir yaptırımlar dizisini içeren kararlar alınacağını, Doğu Akdeniz’deki Türkiye faaliyetlerinin, kendilerince agresif-revizyonist olarak gördükleri politikaların, mutlaka cezalandırılacağı umuduna düştüler. İçerideki bileşenler de, ABD’de 2021 Ocak ayında, yemin ederek, göreve başlamaya hazırlanan Joe Biden’ın, 2019 sonunda, Türkiye’de siyasal iktidara karşı, muhalif ve sivil toplum çevrelerine yaptığı, siyasetin “oy yoluyla” yeniden tanzim edileceği, bunun da ABD desteğiyle gerçekleşeceği vaadinin yarattığı umutla, AB-ABD temelinde, “Transatlantik İttifak”ın, Türkiye’yi pasifleştireceği ümidine kapıldılar.

O zaman, konunun başında ele aldığımız “strateji”ye dönelim. 15 Temmuz kalkışmasının bastırılmasının ardından, Ağustos 2016’daki “Fırat Kalkanı Operasyonu”, 2018 ilkbaharındaki “Zeytin Dalı Operasyonu” ve 2019 sonundaki “Barış Pınarı Operasyonu” ile, Obama-Biden ikilisinin, siyasal yatırım yaptığı, PKK/PYD/YPG terör aparatçığı, sınırımızdan uzaklaştırıldı. Obama-Biden, bu siyaseti, sözde DEAŞ’ı uzaklaştırma, bu terör örgütüne karşı, bir başka terörü, dünya gözünde meşrulaştırma, devletleştirme siyaseti ile ortaya koymuştu. Biden’dan umutlananlar, bu dönemde, hem ilgili operasyonların başlangıcını, hem de 15 Temmuz’dan 40 gün sonra, Türkiye’ye gelen Biden’a karşı takınılan tavrı unutuyorlar. AB bu konuda sadece Obama politikalarının ve PKK terör unsurlarının takipçisi oldu.

EZBERLERİ BOZAN ADIMLAR

Öte yandan Mavi Vatan konseptinin yaşama geçirilmesiyle, sondaj gemilerimizin Doğu Akdeniz’deki arama faaliyetleri, Karadeniz’de keşfettiğimiz doğal gaz yatakları ezberleri bozdu. İsrail- GKRY-Yunanistan’ın savunma işbirliğinin yanı sıra, East Med doğal gaz boru hattı projesindeki ortaklığı, münhasır ekonomik alanlar çerçevesinde, 2020 Ocak ayında ilan edilen Doğu Akdeniz Forumu, ülkemizi dışlayan formüller olarak görüldü. Bu inisiyatiflere Mısır da eklendi; Trump’ın İsrail’i öne çıkaran formüllerinde, Suudi Arabistan, BAE ve Körfez ülkeleri de, saydığımız ülkelere eklendi. Bu noktada yeni bir Bağdat Paktı ya da CENTO olmasa da, Doğu Akdeniz’den Basra’ya uzanan yeni ABD ekseni, Çin’in “tek yol, tek kuşak projesine”, adeta set çekme işlevine açık bir hale geldi. Kasım 2019’da Türkiye-Libya arasında imzalanan ”deniz yetki alanlarının sınırlandırılması antlaşması”, Doğu Akdeniz’deki tezgahları tahrip etti. ABD’nin yetişemediği alanlarda, AB, “İrini operasyonu” gibi, uluslararası geçerliliği tartışılır manevralarla, Türkiye’yi sivil gemisine arama yaparak, kışkırtmaya çalıştı. Ege’de Türkiye’ye karşı hareketlilik içine giren Yunanistan, Fransa gibi ülkelerin provokasyonu ile, Lozan’a rağmen sürdürdüğü illegal konumunu pekiştirmeye çalıştı. Türkiye hem sondaj gemileri, hem de eşlik eden donanma gücüyle, Yunanistan’ın olası provokasyonlarına karşı, caydırıcı etkisini gösterdi.

Kıbrıs konusunda, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan beri devletin devam eden, federasyon politikası, 2020 itibarıyla “iki devletli çözüm”e evrilmeye başladı. AB, Kıbrıs’ta nafile müzakereleri desteklemeye ve anlamını yitirmiş federasyon tezini empoze etmeye, Rum kesimini AB üyesi olarak kollamaya devam etti. KKTC seçimlerinde, sayın Tatar’ın seçilmesi, Akıncı zihniyetinin temsil ettiği, AB-ABD patentli, “sol, liberal” pasifist siyasaların gerilemesine, Maraş’ın açılması kararı da, Türkiye’nin bu konulardaki kararlılığının bizzat Cumhurbaşkanı’nın ziyaretiyle tescillenmesine neden oldu. Bir başka başlık ise Güney Kafkasya’dır. Azerbaycan’ın işgalci Ermenistan’ın saldırılarına, Eylül-Kasım 2020’de, 44 günde yanıt vererek, Dağlık Karabağ’daki Ermeni işgalini büyük oranda sona erdirmesi, Laçin’deki PKK-ASALA terör karargahlarının, “Kafkasya Bekaası”nın ortadan kaldırılması, Rusya’nın bu sürece Türkiye ile de uzlaşarak, Azerbaycan’ın haklılığını tescil etmek zorunda kalması önemli verilerdir. Türkiye, kardeş Azerbaycan ile sadece siyasal dayanışma göstermemiş, İHA ve SİHA’larla, askeri sürecin zafere ulaştırılmasında, verdiği destekle rol oynamıştır. Cumhurbaşkanı, 10 Aralık 2020’de Bakü’de Zafer Günü’ne katılarak, Türkiye-Azerbaycan’ın “iki devlet, tek millet” şiarının çok daha fazla vurgulanmasını sağlamıştır. KKTC-Azerbaycan hattında, Doğu Akdeniz’den Kafkasya’ya uzanan eksende, “üç devlet, tek millet” başlığı, KKTC’nin tanınmasındaki zorlukların aşılmasında da önemli rol oynayacaktır. AB, Kafkasya sürecinde, tekil tavır alamadığı gibi, Minsk grubu ve AB üyesi Fransa, Ermenistan’da Paşinyan hükümetini kışkırtmış, Fransız parlamentosu, Dağlık Karabağ’ı devlet olarak tanıma garabetiyle, uluslararası hukuku yok saymıştır.

MACRON’UN HIRSLARI VE ALMAN STRATEJİSİ

AB; Doğu Akdeniz, Suriye, Kıbrıs, Kafkasya ve diğer başlıklarda, Türkiye’nin dış politikadaki hak arayışı ve askeri yapılanmasından rahatsızdır. Brexit sonrası, ABD’nin AB içindeki siyasetinde, Fransa rol kapmaya heveslidir. Macron’un, Afrika’dan Doğu Akdeniz, hatta Kafkasya’ya uzanan Türkiye karşıtı hareketlerinde, sadece köhne emperyal bir gücün hezeyanları değil, çıkardığı vatandaşlık yasası, Müslüman vatandaşlarını kategorize etmesi, ulus devletin köküne kibrit çakması, Fransız devrimi ilkelerini, Fransa’da yok etme garabetiyle, bir var oluş sorunuyla da zihinleri işgal etmektedir. Fransa’nın yaşadığı antisemitizme, İslamofobi ve Türkofobiyi de eklemiştir.

Reel politikte ise, AB’nin lokomotifi Almanya, hem kendi çıkarları, hem de AB çıkarları zemininde rasyonel adımlar atmış, Türkiye’ye “yaptırım” öngörmeyen sonuç bildirgesinde, Türkiye ile AB arasındaki “stratejik çıkarı”n vurgulanmasını sağlamıştır. Fransa ve Yunanistan gibi, realiteden uzak yönetimler, umduğunu bulamazken, Almanya, olası şirket yaptırımlarını, Mart 2021’e erteleyerek, zaman kazanmaya, Türkiye karşı da koz kullanmaya çalışmıştır. Almanya, AB çerçevesinde ABD ile asıl muhataptır, Fransa ise, rol çalmaya çalışan, basiretsiz bir yöneticinin elinde oyuncağa dönüşmüştür.

Türkiye, 2016-2020’de, paralel unsurlardan da kurtulduğu zeminde, dengeleri değiştirecek, oyun kurucu, uluslararası bir aktöre dönüşen adımlar atmıştır. AB-ABD’nin, Biden zihniyetinde ifade edilen, “idealist-liberal” nihilizme dönüşecek, etnik lobilere, sokak hareketlerine dayanan, sivil toplumcu-vakıfçı-zehirli ağlara değil, rasyonel akla ihtiyacı vardır. Türkiye açısından, Rusya ve Çin ile gelişen ilişkiler, bir kümülatif seçenek gibi kısa vadede gözükmese de, Transatlantik ilişkilerini “Türkiye’siz” hesap edenler, Brzezinski’nin Kazakistan’dan Afrika boynuzuna uzanan kalpgahında, by pass olmak durumunda kalabilirler.