Peygamber Efendimizin yaptığı deprem duası

Yüce Allah'ımız, sıkıntıya düşen kullarının kendisine dua etmesini Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette belirtmektedir. İslam dininde dua zaman fark etmeksizin her an her vakit yapılmaktadır. Ülkemizde geçtiğimiz günlerde yaşanan depremden sonra deprem ilgili dua olup olmadığı merak ediliyor. Doğal afetler için okunacak belli başlı dualar vardır. Bununla birlikte depremle ilgili Resulullah Efendimiz (s.a.v.)’in yaptığı dua vardır. Peki deprem duası nedir? Deprem anında hangi dua okunur? İşte soruların cevapları.

deprem duası

Deprem, doğal afetler arasında en yıkıcı ve öngörülemeyenlerden biridir. Depremler, insanlar için ciddi tehlike oluşturur ve her zaman önlem alınması gereken bir konudur. Peygamber Efendimizin depremle ilgili ettiği duaya haberimizden ulaşabilirsiniz.

DEPREM DUASI NEDİR? DEPREM ANINDA HANGİ DUA OKUNUR?

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) depremle ilgili şu şekilde dua etmişlerdir;

Allah Rasûlü ﷺ şöyle duâ ederdi:

"Ey Allah'ım! Yüksekten düşmekten, çöküntü altında kalmaktan, boğulmaktan ve yangından sana sığınırım. (Nesâi 5531)

MÜSLÜMANIN DEPREM VE DOĞAL AFETLERE BAKIŞI NASIL OLMALIDIR?

Kainattaki her varlık Yüce Allah tarafından belli bir düzen, gaye ve hikmete dayalı olarak yaratılmıştır. Tabiatın işleyişinden gezegenlerin hareketlerine kadar her şey belli bir ölçüye (Yunus Suresi, 10/5; Kamer Suresi, 54/49) ve Yüce Yaratıcının takdir ettiği bir nizama göre varlığını sürdürmektedir.

Bu nizam ve işleyiş içerisinde özel bir statüsü olan insan, akıl nimeti başta olmak üzere pek çok üstün kabiliyetle donatılmış ve vahye muhatap kılınarak diğer varlıklar arasında ayrıcalıklı bir konuma yükseltilmiştir. İnsanın yeryüzündeki en temel vazifesi, varoluşunun gaye ve hikmetini idrak ederek buna uygun bir hayat sürdürmeye gayret etmektir.

Bu amaçla insan, Allah Teala’ya samimiyetle bağlanıp iman ederek iyi, güzel ve sağlam işler yapmalı; hayatı boyunca adalet, iyilik ve merhamet gibi temel insani değerlerden ayrılmamalıdır. Dünya hayatında insanın Rabbine, kendisine ve içinde yaşadığı topluma karşı olduğu gibi tabiata karşı da çeşitli sorumlulukları vardır.

Bu durum insana, öncelikle tabiatın bir nimet ve emanet olduğu bilinciyle, onu tahrip ve ifsat etmeden hareket etme sorumluluğu yükler. Zira söz konusu sorumluluk ihmal edildiğinde ve tabiata zarar verecek işler yapıldığında bunun olumsuz sonuçları yine insana dönecektir (Rum Suresi, 30/41). Nitekim bugün dünya çapında yaygınlık gösteren kuraklık, sel vb. felaketlerin bir sebebi de, insanoğlunun tabiata karşı tamahkar ve hoyratça davranışlar sergilemesidir. İnsan tabiatla ilişkisinde Allah’ın koyduğu kanunlara (sünnetullah) uygun hareket etmek ve gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. Yerleşim yerlerinin inşa ve imarında doğal afet riskini hesaba katmak, zemin, malzeme ve inşa teknikleri başta olmak üzere gerekli tüm iş ve işlemleri söz konusu kurallara göre planlamak bu sorumluluğun kaçınılmaz bir gereğidir.

Zira tabiatın işleyişini dikkate almayan yapılanmalar afet risklerini beraberinde getirmektedir. Aklı, iradesi, inancı, vicdanı ve başka hiçbir canlıda bulunmayan kabiliyetleri insanoğlunu her konuda olduğu gibi tabiatla ilişkisinde de sorumlu kılmaktadır. İnsanın bu bilinçle hareket etmesi ve gücünün yettiği hususlarda üzerine düşeni hakkıyla yaparak gerekli tedbirleri alması Yüce Allah’ın emridir. Dolayısıyla afetleri ve meydana gelen acı neticelerini, insan irade ve sorumluluğunu yok sayarak tamamen kaderci bir anlayışla değerlendirmek ve açıklamak inancımıza uygun değildir. Hiçbir acının ve hüznün olmadığı tek yer, ebedi mutluluk yurdu olan cennettir.

Bu bakımdan dünyanın, insanın hiç üzülmediği, yorulmadığı, problemlerle karşılaşmadığı ve sadece iyilik, güzelliklerle dolu bir yer olduğu düşüncesi gerçekçi değildir. Nitekim insanoğlu tabiatın doğal işleyişinden kaynaklanan bir takım afet ve sıkıntılarla karşılaşabileceği gibi kendi ihmal ve hatalarının acı neticeleriyle de yüzleşmek durumunda kalmaktadır. İnsanoğlu dünyada ebedi hayatına hazırlanacağı bir imtihan sürecindedir. İnsanın bilme ve irade etme özgürlüğü gibi kabiliyetlerine binaen muhatap olduğu bu süreç, aynı zamanda, ona anlamlı bir hayat sürdürme imkanı sunmaktadır.

İnsan yaşadıklarını doğru değerlendirerek başına gelen hadiselerden ibret almalıdır. Doğal afetlere maruz kaldığında da dersler çıkarmalı, sorumluluklarını hatırlamalı, maddi ve manevi alanda yapması gerekenlere yönelmelidir. İnsan toplum halinde bir arada yaşamanın gereği olarak başka insanlar tarafından yapılan hataların sonuçlarıyla da karşı karşıya kalabilir. Böyle bir durum karşısında, hadisenin kendisinden sorumlu olmasa bile, onu nasıl algılayıp anlamlandırdığı ve sonuçta nasıl bir tavır sergilediğinden sorumludur. Nitekim Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Hanginizin daha iyi işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratan O’dur” (Mülk Suresi, 67/2); “Her canlı ölümü tadacaktır. Sizi hem iyi hem de kötü durumlarla deneriz; Sonunda bize döneceksiniz.” (Enbiya Suresi, 21/35).

Dünya imtihanında başarılı olabilmenin yolu bela ve musibetler karşısında serinkanlı tutum ve davranışlar sergilemekten geçer. Başına gelen sıkıntı ve ıstıraplara sabredip en güzel şekilde mücadele edenler, ahirette büyük bir mükafata, ebedi bir huzur ve refaha kavuşacaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Sabredenlere mükafatları fazlasıyla verilecektir” (Zümer Suresi, 39/10) buyurulur.

Ancak musibetler karşısında sabretmek, hiçbir şey yapmadan sadece beklemek ve sıkıntılara çaresizce katlanmak değildir. Aksine sabırlı davranmak, bazen afetlerden zarar gören insanları teselli ederek acılarını hafifletmeyi, bazen de sorunu ve sorumluları doğru tespit edip benzer acıların yaşanmaması için gayretle çalışmayı ve daha yaşanabilir bir dünyayı nasıl kurabileceğimize dair umutlarımızı diri tutmayı gerektirir. Müslümanın başına gelen hadiseler karşısında metanet ve sabır göstermesi, ebedi nimetlere kavuşmasının da vesilesini oluşturur.

Nitekim Allah Resulü (s.a.s.) “Müminin durumu ne hoştur! Her hali kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Bir güzellik kendisine verildiğinde şükreder; bu onun için hayır olur; başına bir sıkıntı geldiğinde ise sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64) buyurmuştur. Allah Resulü (s.a.s.) ayrıca, deprem benzeri doğal afetlerde enkaz altında kalarak hayatını kaybeden müminlerin şehit hükmünde olduğunu müjdelemektedir. Afetlerde ölen insanlar şehitlikle ödüllendirilirken sağ kalanlara düşen en önemli görev ise, dua, niyaz ve yakarışlarla manevi duygularını güçlendirerek umudunu korumaktır.

Nitekim bir musibetle karşılaşan müminin sabır ve dua ile Allah’tan yardım dilemesi ilahi bir emirdir (el-Bakara 2/153). Zira dua insanı teskin ederek maneviyatını besler, zorluklar karşısında dayanıklılığını artırır ve onun Allah katındaki değerini yüceltir. Netice itibarıyla müminlere düşen görev, zor zamanları sabır ve metanetle karşılamak, dünyanın neresinde olursa olsun bela ve musibetlere maruz kalanlara yardım etmek için seferber olmak ve afetlerin ortaya çıkardığı acıları azaltmaya ve yaraları sarmaya gayret etmektir.

ÖZGÜN
Korku, çaresizlik ve sıkıntı duası: Peygamberimizin sıkıntı anında okuduğu dua