Türkiye ve AB’nin geleceği

04:0019/11/2018, Pazartesi
G: 19/11/2018, Pazartesi
Yasin Aktay

Avrupa Birliği İngiltere’nin Birlikten çıkışını ifade eden Brexit sürecinde son kavşağa girilmiş olmasından dolayı bugünlerde geliyorum diyen bir atmosfer basıncını biraz daha şiddetli yaşıyor olacak.Kuşkusuz AB’nin basıncını hissettiği tek konu bu değil. Trump başkanlığındaki ABD’nin ilan ettiği ticaret savaşları ve bunun da ciddi katkıda bulunduğu ekonomik sıkıntılar zaten var olan ekonomik durgunluğu ciddi bir krize dönüştürme potansiyeli taşıyor.Üstüne NATO’nun statüsü ile ilgili tartışmalarla

Avrupa Birliği İngiltere’nin Birlikten çıkışını ifade eden Brexit sürecinde son kavşağa girilmiş olmasından dolayı bugünlerde geliyorum diyen bir atmosfer basıncını biraz daha şiddetli yaşıyor olacak.



Kuşkusuz AB’nin basıncını hissettiği tek konu bu değil. Trump başkanlığındaki ABD’nin ilan ettiği ticaret savaşları ve bunun da ciddi katkıda bulunduğu ekonomik sıkıntılar zaten var olan ekonomik durgunluğu ciddi bir krize dönüştürme potansiyeli taşıyor.

Üstüne NATO’nun statüsü ile ilgili tartışmalarla birlikte gelen ve Kıta güvenliğini tehdit eden sorunlar var. AB için ortak bir Avrupa ordusu arayışı var ve buna karşı Almanya’da Alman askerinden fazla asker barındıran ABD’nin gösterdiği sopa var. Diğer yandan bu sopanın Rusya’ya karşı Avrupa’yı koruyamadığı gerçeği var.

Bir de başta Suriye olmak üzere dünyanın bütün kriz bölgelerinden Avrupa’ya kapağı atmaya çalışan, Avrupa’nın refahından pay isteyen mülteciler sorunu var.

Tabii daha önemlisi bütün bu sorunların üstüste binip üye ülkelerin hemen hepsinde aşırı sağı yükseltmesi ve AB projesinin kendisine karşı muhalefeti geliştirmesi sözkonusu.

Bütün bu gelişmelerin oluşturduğu denklemin içinden AB’nin geleceği nasıl görünür?

Böyle bir AB’nin bir geleceği olacaksa, bunun büyük ölçüde Türkiye’yi denklemin içinden daha güçlü bir biçimde katarak çıkabileceği çok açık. AB projesini elbette zorlayan çok faktör var. Başta kendi içinde oluşturduğu demokratik katılım ölçütleri giderek karar alma mekanizmalarını felç etmeye doğru gidiyor.

Alınan ve uygulanmak durumunda kalan kararlar bile projenin yani AB’nin aleyhine işlemeye başlıyor. Birliğe sonradan katılan ve varlığını aslında büyük ülkelerin himayesine borçlu olan ülkelere tanınan üyelik hakları giderek bütün Birliğin kaderini belirleyecek şekilde kullanıldığında ona karşı alınabilecek bir tedbir olmuyor.

Gerçi fiilen hami devletlerin küçük devletler üzerindeki kontrolü inkar edilemez ama bu kontrol bile çok pahalıya mal olabiliyor ve bu paha Birliğin sürdürülebilirliğini ileride engelleyebilir. İşte Yunanistan ve Kıbrıs’ın durumu ve Almanya’nın onları kontrol altında tutabilmek için ödemek durumunda kaldığı bedeller.

Doğrusu AB’nin içine girdiği krizler karşısında Türkiye adına “oh olsun, ne halleri varsa görsünler” tavrının belki psikolojik bir haklılığı olabilir ama makul olduğunu söylemek mümkün değil.

İngiltere’nin AB projesinde kendi çıkarına bir şey görmüyor olması için kendine göre bir çok sebebi olabilir. Doğrusu bu sebepleri de mutlak görmemek gerekiyor. Kanaatimce AB projesinden çıkmaya sevk eden motivasyonlar de rasyonel olmaktan ziyade duygusal ve ideolojiktir ve bu ayrılıktan iki taraf da zararlı çıkmış olacaktır.

Türkiye ise İngiltere değildir ve Brexit’ten kendisi için benzer gerekçeler ve söylemler üretmesi hem gerekmiyor hem mümkün değildir.

Bugün bir tür Trexit’in gündeme gelmesinin AB’ye maliyetinin tahminlerin çok ötesinde olacağını görmek gerekiyor. Belki Türkiye’nin varlığı, İngiltere’nin varlığından çok daha fazla AB’ye güç, geçerlilik ve değer katıyor. Elbette fayda iki taraflıdır. Türkiye’nin AB üyeliğinden aynı ölçüde faydalandığını söylemek gerekmiyor bile.

Ayrıca AB’nin karşı karşıya olduğu bütün bu sorunların üstesinden gelebilmek için en büyük ve en etkili desteği Türkiye’den alabileceğini görmek gerekiyor.

AB’nin Türkiye’ye her zamankinden daha fazla ihtiyacı olduğu çok açık. Bunu Avrupa içinden olaya daha sağduyulu bakabilen herkes görüyor. Ancak Türkiye’nin AB içindeki dışlayıcı çatlak sesleri görmezden gelerek bu ilişkiyi sürdürmesi elbette mümkün değil. AB’nin de yaklaşımını değiştirmesi gerekiyor. İşin kötü tarafı AB’nin bu tavrını değiştirmesi için hareket kabiliyetinin çok zayıf olması. Çünkü hareket kabiliyetini azaltan, dolayısıyla siyasal alanını iyice daraltan sınırları var.

Örneğin, Avrupa Parlamentosu adına Türkiye Raportörlüğü yapan Kati Piri’nin hazırladığı ve Türkiye’nin AB üyelik başvurusunun tamamen askıya alınmasını önerecek olan Türkiye raporunun provokatif etkisi nasıl giderilecek? Korkarım buna dair bir çözüm yok.

Kate Piri bu raporu sunacak ve bu rapor Avrupa Parlamentosu tarafından saatlerce tartışılacak ve iki tarafı da birbirine karşı kışkırtacak bir atmosfer oluşacak.

Kati Piri’nin raportör olmasıyla ilgili süreç Avrupa Parlamentosu içinde herkese açık bir yolla belirleniyor. Yani Avrupa’daki demokrasi oyunun kaçınılmaz bir sonucu. AB’nin kaderini en sağduyulu biçimde dert edinip onun yaptığı provokasyonu görenler bile ne yazık ki bu sürecin bu şekilde işlemesini engelleyemiyor.

Onun Türkiye’ye karşı önyargılı, kötü niyetli biri olduğu bilindiği halde onun raportörlük talebinin kabul edilmesini engelleyen bir kural yok ve AB gibi devasa bir projenin geleceği böylesine bir kötü niyetin kurbanı olabiliyor.

Bunu da bilmek ve ne istediğimize karar vermek, uygun tedbirler almak elbette bize düşer.

#Brexit
#ABD