Erdoğan ve Putin’in Libya’daki taraflara yaptıkları ateşkes çağrısına meşru Trablus hükümeti hemen olumlu karşılık verirken saldırgan Hafter yönetimi bu çağrıya uymayacağını ilan etmişti. İki tuhaflık vardı. Biri bu çağrıda ki, ona işaret etmiştik. Diğeri de Hafter’in verdiği tepkide.Taraflara ateşkes çağrısındaki tuhaflık Libya’da savaşan iki simetrik tarafın olmayışından, dolayısıyla aslında bir tarafın saldırganlığıyla oluşan bir durumun sözkonusu olmasından ileri geliyordu.Aslında çağrı sadece
Erdoğan ve Putin’in Libya’daki taraflara yaptıkları ateşkes çağrısına meşru Trablus hükümeti hemen olumlu karşılık verirken saldırgan Hafter yönetimi bu çağrıya uymayacağını ilan etmişti. İki tuhaflık vardı. Biri bu çağrıda ki, ona işaret etmiştik. Diğeri de Hafter’in verdiği tepkide.
Taraflara ateşkes çağrısındaki tuhaflık Libya’da savaşan iki simetrik tarafın olmayışından, dolayısıyla aslında bir tarafın saldırganlığıyla oluşan bir durumun sözkonusu olmasından ileri geliyordu.
Aslında çağrı sadece saldırgan Hafter’e yapılmalı, bu çağrıya uymadığı taktirde ona karşı, kalmışsa bir uluslararası toplum, vicdan veya hukuk, bunun harekete geçip yaptırımları devreye sokmalıydı.
Buna rağmen Türkiye Libya’daki varlığının kesinlikle savaşmak için değil, Libyalıların hukukunu, güvenliğini ve istikrarını korumak olduğunu göstermek üzere saldırgan Hafter’e bile taraf muamelesi yapıp ateşkes çağrısında bulunmuştu.
İkinci tuhaflık ise Hafter’in kendisine şimdiye kadar destek vermiş olan Rusya’nın çağrısına rağmen ateşkese uymayacağını duyurmasıydı. Bunu yaparken nesine güveniyordu acaba?
Elindeki silah kendisine ait değil ki.
O silahı eline verenlerin istediğinden fazlasını yapabilir miydi?
Kesin konuşmayalım hemen. Belki yapabileceğini bir an için düşünebilir, ama biraz kendine geldiğinde bunun sürdürülebilir olmayacağını da fark etmemesi mümkün değildi.
Hafter’in BAE’nin finansmanı, Rusya’nın teknik desteği ve Fransa’nın AB içindeki PR faaliyeti olmadan bir adım yol gitmesi mümkün değil ki.
Türkiye ise Libya’da daha fazla kan dökülmesini değil, bütün Libyalıların huzurunun, hukukunun ve ülke istikrarının temin edilebileceği bir siyasi diyalog ortamının oluşmasından başka bir şey aramıyor bölgede.
Bunun sağlanması Türkiye içen de yeterince büyük bir kazanımdır.
Türkiye’nin ne Libya’nın ne de başka bir ülkenin toprağında gözü yok, zaten her ülke kendi halkı tarafından yönetildiğinde, her ülkenin kendi halkı yeterince özgürleşip istikrar bulduğunda Türkiye’nin bundan rahatsız olmasını gerektirecek hiçbir durum olmaz.
Hal böyle iken
Arap medyasında, özellikle Mısır medyasında Türkiye’nin Libya’da Araplarla savaşmaya geldiğine dair
yoğun bir propaganda kampanyası yürütülüyor.
Çoğu da tiyolarını Türkiye’deki müttefikleri olan CHP’lilerden alıyor gibi
.
Oysa hem CHP’nin hem de Mısır’da Türkiye’ye karşı bu propagandaya maruz kalanların hemen gözlerine batması gereken gerçek şu:
Libya’da ateşkesi başkası değil Türkiye istedi ve üstelik bunu Rusya ile olan iyi ilişkilerini ciddi bir diplomatik imkana dönüştürerek sağladı.
Türkiye’nin barışa değil de savaşa niyeti olsa hiçbir meşruiyeti olmayan, ama maalesef fiili bir güç temin etmiş olan Hafter’e karşı savaşarak Libya’da nüfuzunu geliştirmeyi düşünürdü.
Böyle bir savaşta Türkiye’nin karşısında Hafter’in hiçbir şansı olmayacağı açık ancak Türkiye’nin elde edeceği bu askeri başarının Libya halkına ağır bir maliyet çıkarması da kuvvetle muhtemel olurdu.
Oysa Libya sahasına sadece askeri gücüyle değil, tarihi, kültürel gücüyle ve tabii ki en önemlisi Libya’nın geleceği için, Libya’yı Libyalılara güvenle devredecek bir vizyonla giriyor Türkiye
. Bu vizyonun bir alternatifi yok şu anda ve buna etik ve politik düzeyde karşı koyacak hiçbir zemin yok.
LİBYA, TÜRKİYE-MISIR İLİŞKİLERİ İÇİN BİR FIRSAT SAHASI OLAMAZ MI?
Mısır medyasında yürütülen kampanyada Türkiye’nin Mısır’a karşı savaşmak üzere Libya’ya geldiği söylenirken, şunu söyledik.
Türkiye Libya’ya ne Libya halkıyla ne de herhangi bir Müslüman-Arap halkla savaşmaya geliyor.
Bilakis Libya’daki savaşı durdurmak üzere geliyor, üstelik gelişi de bir davet üzere oluyor.
Haddi zatında Türkiye ile Mısır arasında bir savaş sebebinden ziyade işbirliği sebepleri çok daha fazladır. Darbeciliği ve her gün kendi halkına yönelik insan hakkı ihlalleri yüzünden Sisi ile aradaki çözülmez sorun bir kenara bırakıldığında, Türkiye ve Mısır arasında bu kopukluk başkalarına gereğinden fazla fırsatlar doğurmakta ve iki ülkeye de İslam dünyasına da çok pahalıya mal olmaktadır.
Oysa iki ülkenin bir işbirliği ve dayanışma içinde olmaktan başka bir kaderleri yok ve eninde sonunda bunu yapmaları gerekiyor.
Türkiye’nin Libya ile anlaşması aynı zamanda Mısırlıların Yunanistan’la anlaşmasından dolayı çalınan Münhasır Ekonomik Sınırlardaki haklarını da geri kazandırdı. Biraz daha öteye gidip şu soruyu da sorabiliriz:
Libya ile yapılan anlaşmanın bir benzeri neden Mısır’la da yapılmasın
? Doğu Akdeniz’de Türkiye, Mısır ve Libya arasındaki böyle bir ittifak her üç ülkenin haklarını daha fazla koruyup geliştirmez mi?
Mısır’ı Türkiye’ye karşı oynamaya, Türkiye ile bu tür bir ittifak kurmak yerine Yunanistan’a, İsrail’e kim zorluyor?
Neticede İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan arasındaki anlaşmada Mısır’ın esamisi bile okunmadı. Mısır’ın Türkiye aleyhine olmak üzere kurulan böyle bir ittifaktan bile dışlanması yeterince uyarıcı olmalı değil mi?
Sosyal medya üzerinden yaptığım bu çağrıya binlerce mesajla tepkiler geldi, olumlu ve olumsuz içerikli bu mesajlar, belli ki çağrının yerini bulmuş olduğunu gösteriyor.
Kim bilir? Belki artık bunun üzerinde de ciddiyetle düşünmenin vakti gelmiştir.
#Recep Tayyip Erdoğan
#Libya
#Türkiye
#Hafter
#Medya
#CHP