Fransa’nın önce banliyölerinde ortaya çıkan sonra da bütün Fransa’ya yayılan ve giderek bir isyana dönüşen protestolar üç haftasını doldurdu. Bu üç hafta içinde dünyaya yansıyan en önemli şey her ne kadar bu isyanın adeta örtbas edilmeye, görünmez kılınmaya çalışılması ise de, nihayetinde Paris’in bir yangın yeri olduğu fotoğrafı artık gizlenemiyor.
Türkiye’de beş buçuk yıl öne yaşanan Gezi hadisesinden daha kapsamlı ve daha süreklilik arz eden bir boyutta olmasına rağmen dünya medyasında Fransa’daki olaylar Gezi olayları kadar yer kaplamıyor. Bu da başlı başına yeterine ilginç.
İlginçlik Gezi’nin günlerce, hatta olaylar bittikten sonra bile uzun süre dünya gündeminin neredeyse ilk maddeleri arasında yer almasında mı yoksa Fransa’daki isyanın dünya medyasında daha az yer alıyor olması mıdır? Hangisi normal bu iki durumun?
Bu vesileyle tekrar hatırlıyoruz ki, Fransa aslında her zaman gösteriler, protestolar, isyanlar ve devrimler ülkesi olmuştur. Bu geçmişe bakarak olup bitenleri bir tarihsel geleneğin parçası olarak görmek mümkün.
Ama bu son olay geçmiştekilere nazaran oldukça farklılık arz eden boyutlara sahip. Ortada bir hareket var ama bu hareketin henüz hiçbir mesajı, hiçbir lideri ve hiçbir yönü yok. İsyanın kendisi bir amaca dönüşmüş durumda.
Başta akaryakıt zammını protesto etmek üzere başlayan harekete her kesimden insan katılıyor. Aşırı sağdan aşırı sola herkesi buluşturan ve anketlere göre halkın yüzde 72’nin desteğini almış bulunan “sarı yelekliler” hareketi tam bir halk isyanına dönüşmüş durumda (aynı ankette yüzde 85 şiddet olaylarına karşı olduğunu söylemiş). Ama lideri olmayan, nihai hedefi “Macron’u istifaya davet” olmaktan öte bir politik vizyonu görünmeyen bir hareket.
Ortaya koydukları ortak bir slogan, ortak bir hedef yok. Giydikleri ve ayırt edici sembolleri haline gelmiş olan “sarı yelek” de herkesin motorlu taşıtında yasal olarak bulundurmak zorunda olduğu, dolayısıyla aslında Fransa halkının neredeyse tamamını eşitçe birleştirme özelliğini kendiliğinden taşıyor.
Eşitçi, çünkü motorlu taşıtın ucuz veya pahalı olması gerekmiyor, hangi etnik veya mesleki gruba ait olduğu da önemli değil. Herkes o yeleğe sahip. İsyan hareketine intisap bu kadar kolay, çıkmak da yeleği çıkarmak kadar basit. Hiçbir sınıfsal veya ideolojik özelliği olmuyor böylece isyanın.
Macron protestoları G20 Zirvesi için bulunduğu Arjantin’den çok sert eleştirdi ama karşısında muhatap olarak ayırt edeceği dar bir grup yok. Neredeyse bütün bir Fransız halkını karşısına almasını gerektiren bir kitle var. Üstelik dertlerini ve taleplerini anlamak ve kitleleri yatıştırmak üzere muhatap arayışına girdiğinde karşısına kimse çıkmıyor, çıkamıyor. Çünkü harekete öncülük eden kimse yok. Üstelik hareket Fransa’yı da aşarak şimdi Belçika, Hollanda ve Almanya’nın kapısını çalıyor. Uğradığı yerde sergilenen vandalizmle, şiddetle ortalığı yangın yerine çeviriyor. Bu ne şiddet, bu ne celal?
Neresinden bakarsanız tuhaf bir durum. Son yıllarda sosyologlar “yeni toplumsal hareketler” diye bir başlık açarak, toplumda taleplerini barışçıl veya barışçıl olmayan yollarla dile getirmeye çalışan hareketlerde eskisine nazaran hiç görünmeyen özellikleri ayırt etmeye çalıştılar.
Eski toplumsal hareketler, dünyayı belli bir ütopya doğrultusunda, topyekun, devrimci bir çağrıyla değiştirmeye çalışan hareketlerdi. Sosyalist veya milliyetçi, bağımsızlıkçı hareketler zamanını fazlasıyla geride bıraktık. Kadın hareketi, çevre hareketi, daha iyi bir şehir için inisiyatifler, bu tür hareketlerden sayıldı.
Arap Baharı süreci bambaşka bir süreci karşımıza çıkardı. İnsanlar hiçbir büyük harfli ideolojik hedef gözetmeden sadece onur, ekmek ve özgürlük için hareket ettiler. Bir süre yaşanan bahar belki asıl bahar hareketi için bir umut oluşturdu, ama karşı devrim sürecinin şimdi Arap toplumlarına yaşattığı zemheri bir zulüm.
Paris’te ise sanırım yeni toplumsal hareketlerin de ötesine geçiyoruz. Sosyoloji adına bildiğimiz bütün ezberleri gözden geçirmemizi gerektiren bir durum sözkonusu. İlk bakışta ve birçok tahlilde zorunlu bütün ihtiyaçları karşılanmış kitlelerin böylesi bir isyana kalkışması için bir sebep görünmüyor.
Hadi muhalefet, gösteri, protesto tamam da bu kadar şiddeti, vandalizmi bir isyan boyutuna taşımayı gerektirecek ne var?
Yoksa hala isyan etmek için kaybolacak zincirlerinden başka bir şeyin kalmaması gerektiğini mi düşünüyoruz?
O seviyeye gelmiş istibdat toplumlarında beklenen isyanların bir türlü gelmemesi, buna karşılık her ihtiyaçları giderilmiş toplumların isyana daha yatkın olabilmeleri, Marksistlerin de ilk büyük hayal kırıklığı konusu değil miydi?
Sözkonusu insan ve toplum olduğunda ve onları tek taraflı olarak büyük planlarımızın ve ütopyalarımızın “eğitimli” ve uysal tebaları olarak kurmaya devam ettikçe o hayalleri kırmaya devam ederler.
Fransa 2018 isyanının dalgaları bakalım nereleri vuracak, nasıl bir mevsimin rüzgârlarını nereye taşıyacak, kimin hayallerini yıkıp kimlerde ne tür umutlar depreştirecek?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.