Kur’ân’ı anlamada yöntemin sınırları

04:0011/06/2018, Pazartesi
G: 11/06/2018, Pazartesi
Yasin Aktay

Ramazan, ilk ayeti İkra olan Kur’an’ın nazil olduğu aydır. O yüzden Ramazan ayını en iyi ihya etme yolu okumaktır. Yaşadığımız dünyayı okumak, tabiatı, etrafımızı, kendimizi, tarihimizi okumak… Tabii öncelikle Kur’an’ı bol bol okumak. Kur’an’ı ruhumuzla ve ufkumuzla kaynaştırmak. O kadar ki, tüm meselelere Kur’an penceresinden bakabilmek, Kur’an’ın tuttuğu ışıkla görmeye çalışmak.Ramazan’ın tezkiye ettiği, arındırdığı, eğittiği bir ruh Kur’an’ı okumaya, kuşkusuz biraz daha yaklaşır. Elbette bu yakınlığın

Ramazan, ilk ayeti İkra olan Kur’an’ın nazil olduğu aydır. O yüzden Ramazan ayını en iyi ihya etme yolu okumaktır. Yaşadığımız dünyayı okumak, tabiatı, etrafımızı, kendimizi, tarihimizi okumak… Tabii öncelikle Kur’an’ı bol bol okumak. Kur’an’ı ruhumuzla ve ufkumuzla kaynaştırmak. O kadar ki, tüm meselelere Kur’an penceresinden bakabilmek, Kur’an’ın tuttuğu ışıkla görmeye çalışmak.



Ramazan’ın tezkiye ettiği, arındırdığı, eğittiği bir ruh Kur’an’ı okumaya, kuşkusuz biraz daha yaklaşır. Elbette bu yakınlığın hiçbir zaman mutlak bir garantisi yok. Allah’tan her zaman isabetli bir okuma, anlama ve eylem için de dua etmek lazım. Yoksa Kur’an okumanın tek başına bir fayda vermediğini daha önce söylemiştik. Tekrarlamakta fayda var. Arınmamış bir zihin ve kişilikle, hikmetten uzak, araçsalcı bir yaklaşımla okuduğumuz Kur’an tatmin olamamış hırslarımızı daha tehlikeli hale getirmekten başka bir işe yaramayabilir. Biraz tuhaf, ama gerçek bu.

Kur’an’ı okumaya başka kitapları okumaktan farklı olarak bir ön-hazırlıkla yaklaşmamızda derin bir hikmet vardır. Kur’an’a inanmayanlar için Kur’an sıradan bir metinden farksızdır elbet. Ona yaklaşırken ondan neyi anlayacağı, onda ne aradığına, zeka seviyesine, kişiliğine, niyetine, bilgi birikimi ve yaşanmış tecrübelerine göre değişir. Hepsinden öte kitabı okuyan kişi ondan nasibi neyse onu alır.

Diğer yandan, bir mümin Kitab’a abdest alarak dokunmaya başladığı andan itibaren normal bir kitap okumasından farklı bir anlama veya etkilenme sürecine dahil olmuş olur. Abdestli ve edeple okunan bir kitapla okuyanın ilişkisi bambaşka bir “hermenötik daire” oluşturur. Kitabın Allah tarafından kendisine seslenen bir hitap, kendisini hidayete yönlendiren bir nasihat, bir yol gösterici olduğu bilinci, anlama sürecini başka herhangi bir metinden bambaşka bir düzeye taşır. Burada gerçekleşen anlamayı semantik bir çözümleme düzeyine indirgemek imkansız. Okuyanın uhdesinde, çözümlemeyi bekleyen bir metinden öte, okuyana nüfuz eden, onu etkileyen, uhdesine alan bir sesleniş gerçekleşir.

Kur’an, kendisinin nasıl okunacağına da kendisi karar veren, okuma eylemini (doğrudan ayetler veya Elçi aracılığıyla) düzenleyen bir kitap. Tabii Kur’an’ın bu kararı ve düzenlemeleri kendisine inananlar için geçerli. Yoksa onun Allah’tan insana seslenen bir hitap olduğuna inanmayanlar için bu düzenlemelerin bir bağlayıcılığı yok. Buna rağmen Kur’an’ın bu hitabı nasibi olanları bulup onların kalbine işleyen mucizevi bir etkiye sahip.

Kur’an’ı Allah’ın kelamı ve hitabı olarak kabul edenler ise nasıl okunacağı konusunda Kur’an’ın bu düzenlemelerine de kulak verirler. Mesela, Kur’an’ı sessiz olarak okumak da mümkün ve caiz elbet ama onu bilhassa sesli olarak okumak tavsiye edilmiştir. Bu şekilde okumanın bir hikmeti de okuyan kişinin aynı zamanda kulağıyla onu dinlemesidir. Böylece Kur’an’ı okuyan kişi aynı zamanda Allah adına kendine seslenmiş oluyor. Ağızdan çıkan sesi kulak duyuyor. Okuyan aynı zamanda dinlemiş de oluyor.

Bu okuma türü, normal bir tefsircinin veya Kur’an üzerine semantik çözümlemeler yapan bir akademisyenin okumasından da çok farklıdır elbet. Bu okumada insan, aradan her tür aracıyı kaldırarak, Allah’la doğrudan konuşmuş gibi oluyor.

Kur’an’ı daha isabetli ve sahih okuma ve anlama yöntemleri üzerine hayli zengin bir literatür vardır. Bu literatürün önemli bir çoğunluğunun en çok odaklandığı konu Kur’an’ın içerdiği anlamların semantik çözümlemesi, ifadelerin tarihi (nüzul sebepleri), bağlamı, siyakı-sibakı, kelimeleri, müfredatı vs. Kısaca bütün ilgi kitabın kendisi üzerinedir. Oysa okuma ve anlama sürecinde okunan metin kadar, ondan daha önemli olanı okuyandır. Okuyan kişinin kişiliği, yaşı, cinsiyeti, kişisel biyografisi, sosyal konumu, tecrübesi, anlama kapasitesi, zekası, kitaba olan ilgisinin sebebi, okuma anındaki ruh hali, kompleksleri vs. Bunların hepsi anlama sürecine dahil olan faktörler.

Yöntem tartışmaları genellikle okuru ve özelliklerini ihmal eder; kitabı okuyan mükemmel, aydınlanmış, kendine yeter bir özneyi peşin peşin, ve tabii ki zımnen, varsayarak belirler kuralları. Sadece Kur’an okumalarında değil, aslında bütün okuma türlerinde yöntem, okuyanın ihmal edildiği, bütün odağın sadece metin olduğu bir minvalde işler. Okuyan kişinin, yine yöntemin bir parçası olarak, en fazla, sahip olması gereken bilgi donanımına, iyi Arapça sarf-nahif, mecaz, mantık vs. bilgisine sahip olması gereğine vurgu yapılır. Oysa semantik bir çözümleme için sahip olunması gereken bütün bilgilere sahip olmak başka bir şeydir, Kur’an’la Kur’an’ın istediği türden bir ilişki içinde bir okur olmak bambaşka bir şeydir.

Yeni hermenötik tartışmaları o yüzden herhangi bir metni daha iyi anlama garantisi vermek gibi, beyhude bulduğu bir çaba yerine, o metni okuyan kişi üzerinde durmanın, daha derin bir bakış açısı kazandırdığını kabul eder. Bu mütevazi duruşuna rağmen birileri de hermenötiğe Kur’an’ı daha iyi anlayabilmek için bir yöntemsel araç olarak sarılabilmiştir.

Doğrusu, yeni hermenötiğin herhangi bir metni herkesten daha iyi anlama gibi bir iddiası yok, aksine metni anlayan kişiyi anlamaya çalışmak gibi bir iddiası var.

Bu iddia, biraz da okuyanın kendisini bilmesine yarayan bir sorgulama. Ne de olsa kendini bilen başkalarını da daha iyi bilir. Kendini bilen rabbini bilir. Bu noktaya gelmişsek Kur’an’ı da anlamaya doğru ciddi bir adım atmışız demek.

#Ramazan