“Türkiye tarihi açısından da bölge tarihi açısından da oldukça kritik günlerden geçiyoruz.” Bu cümle aslında son on yıl içinde birkaç önemli vesileyle aynı şekilde tekrarlanan, kendini hissettiren bir durumu ifade ediyor.
Özellikle, Tunus’ta bir seyyar satıcının kendini ateşe vermesi sonrasında Bin Ali iktidarının devrilmesi, ardından Mısır’da Hüsnü Mübarek’in iktidarını kaybetmesi sürecinde de benzer cümleler kurulmuştu. Arap dünyasındaki kitlesel hareketlenme, demokrasi ve iyi yönetim talebi sonrasında beliren siyasal konjonktür, diktatör rejimlerin gölgesindeki Ortadoğu coğrafyası için kritik ama umutlu günlerin yaşanmasına sebep olmuştu.
Ancak aradan çok uzun bir süre geçmeden söz konusu kitlesel hareketlenmenin yaşandığı ülkelerde eski rejimlerin ya da uzantılarının birer birer demokratik devrimleri boğması, statükoya dönüş yönünde irade ortaya koymaları süreci bir başka kritik noktaya taşıdı. Zira Arap ülkelerinde yaşayan halklar açısından Bin Ali ve Hüsnü Mübarek’in iktidarlarını kaybetmeleri örneklerinde somutlaşan süreçte korku duvarı aşılmıştı. Dolayısıyla statükoya geri dönüş vadeden siyasal tercihlerin kitleleri caydırabilmek için çok daha yoğun bir şiddet uygulamaları gerekiyordu.
Bunun yanı sıra yeniden biçimlenen siyasal ve sosyal yapı üzerine eski rejimlerin bina edilmesi, statükoya geri dönüş için “pabuççu muştası” misali bölge dışından destek talep edilmesi umut dolu kritik günlerden umudun fazla iyimser bulunduğu günlere gelmemize sebep oldu.
Özellikle Türkiye’nin etrafında yaşanan bu kitlesel hareketlilik dalgaları Türkiye’nin sınır güvenliğini de ekonomi politikalarını da siyasal angajmanlarını da bir biçimde etkiledi. Kısaca hatırlayalım. Uzun bir sınır hattını paylaştığımız İran’da 2009’dan itibaren neredeyse her 2 yılda bir rejim karşıtı büyük kitlesel gösteriler gerçekleşiyor.
Irak’ta ABD’nin çekilmesinin yarattığı boşluk sonrasında DEAŞ’ın etki alanını genişlettiği, bu etkinin sınırlanması için ABD öncülüğünde müttefik güçlerin müdahil oldukları bir süreç yaşandı. Bu esnada Irak’ın kuzeyindeki Bölgesel Yönetim hiçbir meşruiyeti bulunmayan bir referandum gerçekleştirerek bağımsızlığını ilân etti. Bu durum zaten ülkesini kontrol etmekte zorlanan merkezî hükümetin elinin iyiden iyiye zayıflamasına da sebep oldu.
Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin bir iç savaşa dönüştüğü Suriye’de rejimin kontrolünden çıkan özellikle Suriye-Türkiye sınırında olan bölgeler terör örgütlerinin kontrolüne geçti. Türkiye’nin güney ve güneydoğusunda bu gelişmeler yaşanırken Gürcistan-Rusya savaşının, Kırım’a Rusya müdahalesinin gerçekleştiğini; çöken Yunan ekonomisinin Türkiye’nin kuzey batısında da bir çöküntü alanı yarattığını, yükselen aşırı sağ partilerin siyasal etkilerinin artmasına paralel biçimde AB’nin ulus-üstü bir örgütlenmeden gevşek bir uluslararası örgütlenmeye doğru yönlenme tartışmalarının yoğunlaştığını da aklımızın bir köşesinde tutalım.
Tüm bu gelişmelerin üzerine büyük umutlarla iktidara gelen, ABD’nin bölgesel ve küresel liderlik pozisyonunu kulağa hoş gelen stratejilerle tahkim etmesi beklenen ancak büyük bir hayal kırıklığı ve fiyaskoyla sonuçlanan Obama trajedisini ve halefi Trump’ın kötü yönetimini eklediğimizde ortaya oldukça umutsuz bir tablonun çıktığını rahatlıkla iddia edebiliriz.
Böyle bir karamsar uluslararası ortamda Türkiye’nin özellikle Suriye’de ve Irak’ta attığı adımların en azından ülkemizin geleceği adına umutları, yeşerttiğini, arttırdığını söyleyebiliriz.
Dahası Türkiye’nin bu kararlı ve güçlü duruşu sadece Türk halkı için değil bölge ülkeleri insanları için de bir umut yaratmış bulunuyor. Bugün Kuveyt’ten Fas’a kadar bölge ülkelerinde halkın arasına karıştığınızda Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğine ve Türkiye’nin rolüne ilişkin beklentiyi ve umudu görebiliyorsunuz.
Zeytin Dalı Harekatı'nın bölge ülkelerinde yarattığı heyecanı da bu çerçevede okuyabiliriz. Terör örgütlerinin Batı dünyasında yaptıkları yalan haberlere dayalı propagandanın bölge ülkelerinde halk arasında hiçbir karşılığı olmadığı rahatlıkla görülebilir. Bu durum hem bölgedeki insanların PKK terör örgütü ve uzantılarının gerçek yüzünü, tarihin en gaddar suç mekanizması olduğunu bilmelerinden hem de Erdoğan’ın liderliğinin gördüğü tartışmasız hüsnü kabulün ona son sözü söyleyebilme gücünü veriyor olmasından kaynaklanıyor.
Dolayısıyla, dışarıdan gelenlerin veya dışarıdan gelenlere itimat edenlerin işi zannedildiğinden çok daha zor.
Dışardan destek sona erdiği gün kaçacak delik arayacaklar ama o gün iş işten geçmiş olacak.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.