Cumhuriyet döneminde Kur’an tercümelerine dair

04:005/02/2020, Çarşamba
G: 5/02/2020, Çarşamba
Yasin Aktay

Cumhuriyet döneminde Kur’an’ın anlamının bilinmesine dönük giderek artan bir istek ve ihtiyaç vardı.Ancak bu ihtiyaç Cumhuriyet döneminde başlamış bir talep değildi.Modernleşmenin garip etkisi, aynı zamanda okur-yazarlığın kitlesel bir hal almasıyla birlikte dini bilgi ve otoritenin mahiyetinde de bir değişime yol açmıştır.Kimi için bu durum tam da sekülerleşmenin kendisidir, zira bu dini otoritenin zayıflamasını ve bireysel görüşlerin giderek dini otorite tekelini yıkmasını beraberinde getirmiş.

Cumhuriyet döneminde Kur’an’ın anlamının bilinmesine dönük giderek artan bir istek ve ihtiyaç vardı.
Ancak bu ihtiyaç Cumhuriyet döneminde başlamış bir talep değildi.
Modernleşmenin garip etkisi, aynı zamanda okur-yazarlığın kitlesel bir hal almasıyla birlikte dini bilgi ve otoritenin mahiyetinde de bir değişime yol açmıştır.
Kimi için bu durum tam da sekülerleşmenin kendisidir
, zira bu dini otoritenin zayıflamasını ve bireysel görüşlerin giderek dini otorite tekelini yıkmasını beraberinde getirmiş. İşin neticesi tabii biraz da göreceliğin artması, hakikat duygusunun herkese göre farklılaşması ve dini güvenlik alanının büyük ölçüde kaybolmasıdır.

Bu durum Batı’da tam da böyle yaşanmış ve Katolik ve Ortodoks dini bilgi otoritelerini zayıflatıcı bir etki yapmıştır. Matbaanın gelişmesi ve sanayi şehrinin yaygınlaşmasıyla birlikte Kutsal kitap üzerindeki yorum otoritesi de kamuya açılmış oldu. Bunun da malum etkisi kıyasıya bir sekülerleşme, deistleşme hatta ateistleşme oldu.

Belli ki Kur’an’ın Türkçe’ye tercüme edilmesi hususunda Cumhuriyete yön veren pozitivist elitlerin aynı şeyin Türkiye’de de tekrarlayacağına dair açık bir beklentisi vardı.
Bu konuda çok yaygın rivayetler bu niyetin hiç de mevhum olmadığını gösteriyor. Kur’an’ın Türkçe mealinin yapılarak kitlelerin yıllardır bilmeden o kitabın, vehmettikleri kerametler yerine nasıl bidat ve hurafelerle dolu olduğunu kendi gözleriyle görmeleri beklenmiştir.
Kitaba inanmayınca onu anlamak ne mümkün? Bu kitap zaten birilerinin hidayetini, birilerinin de sapıklığını artırmaz mıydı?
İnanmak için anlamak bile gerekmiyordur belki, ancak elbette ideal olan inanılan kitabın içeriğini anlamaktır da. Protestan ilahiyatında dahi sorun bu şekilde formüle edilmiş ve meşhur
hermenötikçi
Rudolf Bultmann
bu amaçla, inanılan kitabın daha iyi anlaşılması için
Kitab-ı Mukaddes
’in mitolojiden arındırılması projesine girişmiştir. Hıristiyan felsefi-teolojik çevrelerinde bir sürü tartışma başlatmış, ayrı bir konu tabii.
Kur’an’ın tercümesi arayışındaki inançsızların beklentisi Kur’an’ın anlaşılmasının kitleleri ona inanmaktan uzaklaştıracağı ve sekülerleştireceği idi
, bu yüzden Kur’an tercümelerini teşvik ettiler. Kendisine meal yapması teklif edilen
Mehmet Akif Ersoy
’un meşhur tereddütleri bu niyete karşı kendi iyi niyetinin telafi edici olabileceğine güvenememesi miydi, yoksa başka bir şey miydi? Tartışmaya açık, çünkü rivayât muhtelif.
Tabii bu arada bu kötü niyetten uzak, inançlıların bir talebi olarak
, ‘Yaratıcı’nın bize rehber olarak yollamış olduğu Kitab’ın bize ne söylediğini anlamak yönünde de bütün İslami kesimler arasında ciddi bir talep oluşuyordu.
Bu talep yine şehirleşme, modernleşme ve okur yazarlığın artmasıyla birlikte daha kitlesel bir hal almıştır.
O yüzden Kur’an tercümesine yönelik talep Cumhuriyet döneminde değil çok öncesinde başlamış bir talepti ve Hüseyin Kazım Kadri’nin
Nûrü’l-Beyân
isimli eseri giderek önü alınamayacak hale gelmiş bu kültürel atmosferin bir sonucudur. İslamcı
Sebilürreşad
çevresinin bu esere itirazları da büyük ölçüde dil yönünden olmuş.
Gerek eleştiriler gerek bu eleştirilere verilen cevaplar üzerinden bu dönemde gerek Kur’an’ın anlaşılmasının, mükemmel çevirisinin ve kitleler için ne anlama geldiğinin imkanları ve hermenötik seviyesi hakkında çok değerli, canlı bir vakayla karşı karşıya kalıyoruz.
Bir defa neredeyse mükemmel bir tercüme mümkün görünüyor, yorumun veya anlamanın tarihle, kültürle ve tecrübeyle ilişkisi üzerinde henüz ciddi bir tartışma yok, ama bu etki zımnen kendini fazlasıyla gösteriyor ve buna mukabil doğrudan Kur’an tercümesine girişmek büyük bir cesaret işi olarak görülüyor. O yüzden
H. Kazım
yaptığı işi bir Kur’an tercemesi olarak değil ancak Kur’an tefsirlerinin bir özet tercümesi olarak ifade ediyor.
H. Kazım
’ın bu tercümesiyle birlikte, başka tercüme girişimleri de başladı. Netice itibariyle bugün geldiğimiz noktada Kur’an’ın meal ve tefsiri konusunda toplumda çok ciddi bir farkındalık oluşmuş durumda.
Osmanlı dönemine nazaran Kur’an, karşılaştırılamayacak derecede daha çok okunuyor, Türkçe olarak anlaşılıyor, yorumlanıyor ve tefsiri de yapılıyor
. Ancak bununla erken dönem Cumhuriyetin din politikalarının bu niyet ve beklentide olduğunu söylemek anlamına gelmiyor elbet. Kur’an’ın daha fazla okunup yorumlanıyor olması daha ziyade modernleşmeyle, okur-yazarlık seviyesinin artmasıyla ve tabii ki toplumdaki din duygusunun giderek şehirlileşmesiyle ilgisi var.
Bu konuda revaç gören modernleşme ve sekülerleşme yaklaşımları belki bu tespitten hoşlanmayabilir,
çünkü bu yaklaşım için geçmiş her zaman daha iyidir ve her geçen gün daha fazla kötüye gidiyoruzdur. Modernleşmeyle birlikte gelenin hayırlı olması mümkün değildir. Oysa
“şer bildiğiniz şeylerde bir hayrın olabileceğini”
de bizzat bu Kerim Kitab söylemiyor mu? Tabii bunu da gerekirse ayrıca enine boyuna tartışmak lazım.
Şimdilik Cumhuriyet dönemi meal tartışmalarına yayınlamaya giriştiği mealler serisi dolayısıyla ışık tutan, bu vesileyle kendi öz-bilincimize yeniden müracaata davet eden,
Vadi Yayınevi’ni, Bekir Cantemir
’i, bu hayırlı girişiminden dolayı tebrik ediyorum.
#Cumhuriyet
#Kur-an'ı Kerim
#Hüseyin Kazım Kadri
#Matbaa