Asım’ın Nesli hikmet ister

04:0029/12/2018, Cumartesi
G: 29/12/2018, Cumartesi
Yasin Aktay

“Asım’ın Nesli Berlin’de ne arar?” diye sormuştuk son yazımızda.Tabii ki hikmeti, yitik malını arayacaktır. Bu yitik malı Çin’de bulacaksa oraya, Berlin, Londra veya Cape Town’da bulacaksa oraya gidecektir almaya.Bilimin batılı niteliği Müslüman entelektüeller arasında bolca tartışma yapılmıştır. Bu tartışmanın en önemli vurgularından birisi bizim kendimize yetiyor olduğumuz, kendi uhdemizdeki hikmet deryasına daldığımız takdirde başka hiç kimseye ihtiyacımız olmayacağıdır.Hatta başka millet ve

“Asım’ın Nesli Berlin’de ne arar?” diye sormuştuk son yazımızda.

Tabii ki hikmeti, yitik malını arayacaktır. Bu yitik malı Çin’de bulacaksa oraya, Berlin, Londra veya Cape Town’da bulacaksa oraya gidecektir almaya.



Bilimin batılı niteliği Müslüman entelektüeller arasında bolca tartışma yapılmıştır. Bu tartışmanın en önemli vurgularından birisi bizim kendimize yetiyor olduğumuz, kendi uhdemizdeki hikmet deryasına daldığımız takdirde başka hiç kimseye ihtiyacımız olmayacağıdır.

Hatta başka millet ve medeniyetlerden bir şeyler almaya dair ortaya konulan şaşırtıcı derecedeki reddiyeci tutum nihayetinde sürdürülemeyen ve eylemle söylem arasında bir uçurumla tezahür eden çelişkili bir muhafazakârlığa dönüşür.

Sürdürülemez çünkü hikmete yanlış ve sabit bir adres atfetmektedir. Hikmet yitebiliyor. Öyle buyuruyor Rasul-i Zîşân. Sürekli müminin uhdesinde kalacağının hiçbir garantisi yoktur. Çünkü gaflet ve dalalet mümin kalbe veya bedene sökün ettiğinde hikmet de öbür kapıdan uçup gider.

Mümin kişi hayatı boyunca atalarından tevarüs edilmiş gibi hikmete zilyetlik iddia eder de hikmet dediğiniz öylesine tapulanacak bir mal değildir.

Esasen müminlik de öyle kazanılmış bir hak veya derece değildir. Sürekli teyakkuz içinde sahip çıkmayı, ona ayarlı ve duyarlı olmayı gerektiren, sürekli manevi idmanla elde tutulabilen bir kalitedir.

Bu arada bu reddiyeci tutum, çelişkili bir muhafazakârlıktır, çünkü söylemsel olarak muhafaza ettiğini iddia ettiği şeyi aslında pratikte hiçbir şekilde muhafaza edememektedir. O yüzden itikatta muhafazakâr amelde alabildiğine devrimci modernler olarak ortaya çıkar bu tür insanlar.

Yıllarca Mehmet Akif’e gelenekselcilik adına veya Ehl-i Sünnetçilik adına karşı çıkanların söylem ve pratiği arasında bu çelişkinin komik tezahürlerini isterseniz eğlenerek isterseniz de düşünerek, ibretle seyredebilirsiniz. Bu çelişkinin her zaman tekerrür etmek gibi bir istidadı da var tabi. Akif’in dediği gibi “ibret alınmadığı için.”

2018 yılının son günlerinde Mehmet Akif’in vefat yıldönümünü bir güne (27 Aralık) hasretmeden düşünmeye vesile kılmaya devam etmekte fayda var.

Safahat’ın birçok veçhesi var. Orada hayatın, edebiyatın, manevi tecrübenin, milletin varlığının, tarihinin ve beka mücadelesinin, ölüşünün ve yeniden dirilişinin türlü türlü safhalarını seyretmeye çağırır Akif. Farklı dönemlerde bu safahatın farklı veçheleri öne çıkabilir. Kanaatimce bugün öne çıkması gereken, üzerinde durmamız lazım gelen en önemli safha Asım’ın Nesli oluyor.

Mevcut bir nesli olduğu gibi kabul edip ona güzellemeler yapmak değil Akif’in mesajı. Bunu önce teslim edelim. Akif elbette mevcut gençliğin içinde çok samimi, çok temiz, çok sağlam bir damar olduğunu biliyor, görüyor, ama bu neslin gözleri önünde eriyip giden koca bir İslam medeniyetini de görüyor. Asım’ın Nesli ne kadar kahraman, ne kadar yiğit, ne kadar atak olursa olsun, bu mevcut haliyle İslâm medeniyetini kurtaracak, onu yeniden diriltecek donanıma sahip değildir. Oysa bu medeniyeti kurmak için, mazlumlara umu, dertlilere çare olmak için, üzerine ölü toprağı serilmiş bir medeniyeti canlandırmak için Asım’ın Neslinden başka da kimse de yok.

Asım’ın Nesli nasıl yetişecek? Donanımı ne olacak? Muhtaç olduğu hikmeti nasıl iktisap edecek? Hangi mekteplerde yetişip hangi kişiliğe bürünecek?

AK Parti iktidarının 16 yılını geride bıraktık. Bu süre içinde en çok önem verilen konu eğitim oldu. Elhak, eğitim bütçesinin, artan bütçe hacmine rağmen bütün diğer alanların önüne geçirilmiş olması, bu alanda gerçekleşen altyapı yatırımları, zorunlu eğitim süresinin 12 yıla çıkarılması, üniversite sayısının 77’den 206’ya çıkarılmış olması vs. Bütün bunlar eğitime verilen samimi önemin açık rakamsal göstergeleri.

Buna mukabil eğitimimizin hala felsefesini arıyor olduğu da ve hala bulamamış olduğu da ayrı bir gerçek. Bunda elbette maarif davasının her zaman ideolojik çekişmenin, çatışmanın ve gerilimlerin bir alanı olmasının bir payı var. Ancak bu durum Türkiye’nin her zaman önemli bir sorunu. Bu gerilimi de kuşatacak, onu da hesaba katıp takdir edecek kuşatıcı bir felsefeye dayanmamız yine de mümkün ve buna henüz ulaşmış değiliz.

Asım’ın neslini tam da babası Köse İmam’ın şikayetçi olduğu haliyle sevenler var. Korkarım bugün mustarip olduğumuz bir seviye var ki, o seviye Akif’in tasvir ettiği ve Köse İmam’ın şikâyetine konu olan seviyeden de çok uzak.

Siyaset meydanında teşvik gören, hatta kışkırtılan bir tür lümpen muhafazakârlık veya vatanseverlik Asım’ın Neslinden göz göre göre rol çalabiliyor. Hiçbir tartışmaya tahammül etmeyen, başlıklara bakıp insanları yargılayan, kitap okumayan ama kitaplar hakkında yargıları hazır ve ağır olan, kötü ve zararlı yazar ve kitapları hemen tanıyıp onlara gereken raconu kesebilen, bununla da politik duruşunun farzlarını hatta nafilelerini yerine getirdiğini düşünen bir nesil. Asım’ın Nesli bu değil elbet.

Son zamanlarda özellikle entelektüel alanda yaşanan birçok tartışma ne yazık ki, bu tür bir vandalizmin baskısı ve yargısı altında cereyan ediyor. Tabi vandal yargı gelince tartışma cereyan etmez, zail olur. Bilenlere, karşı çıksalar da seviyeli bir biçimde cevap verme mecali bırakmayan bu yargı her şeyi kestirip atıyor ve her geçen gün neslimizin tefekkür havasını tüketiyor, seviyeyi aşağılara çekiyor.

Birçok fikrine veya fikirlerini ifade biçimine katılmadığım, çokça itiraz ettiğim Prof. Mustafa Öztürk’le, onun fikirleriyle tartışmak her şeye rağmen güzeldir, İslâm düşüncesini geliştirir, her ne söylerse, hatta her nasıl söylerse. Asım’ın Neslini muhtaç olduğu ufuklara ve derinliklere taşır, ona daha fazla özgüven kazandırır. O da olmasa ben kendi fikirlerimi kiminle tartışacağım? Hikmeti yakalamış Asım’ın Neslini hangi düşünce korkutabilir? Hikmetten uzak kimseyi hangi muhafazakârlık kurtarır?

Niyeyse bugün Mustafa Öztürk’ün maruz kaldığı muameleyle ilgili hissettiklerimle Akif’i Asım’ın Nesli bağlamında anmak isterken kapıldığım hislerim üst üste bindi.

Bunda da bir hikmet olmalı.

Yitirdiğimiz hikmeti, Berlin’e kadar gitmeden, aramaya buradan mı başlamalı acep?

#Asım’ın Nesli
#Muhafazakarlar
#Müslüman entelektüeller
#Mustafa Öztürk