Mutluluk peşindeki insan

04:009/03/2018, Cuma
G: 9/03/2018, Cuma
Özlem Albayrak

Bu yazının yazıldığı gün, 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü. Bugün sosyal medyada, gazete sayfalarında, ekranlarda çok sayıda Kadınlar Günü kutlaması var; bunlardan bir kısmı yaraya dokunan, gerçeğe değen söylemler, çoğu ise klişe. Dolayısıyla 8 Mart yorgunluğundan olacak, bugün bir kadınlar günü yazısı yazmak istemedim. Onun yerine, kadın-erkek herkesin binlerce yıldır peşinden koştuğu, ama bir türlü yakalayamadığı; ele avuca geçmeyen, geçtiği anda parmakların arasından kayıveren bir amaç olarak insanın

Bu yazının yazıldığı gün, 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü. Bugün sosyal medyada, gazete sayfalarında, ekranlarda çok sayıda Kadınlar Günü kutlaması var; bunlardan bir kısmı yaraya dokunan, gerçeğe değen söylemler, çoğu ise klişe. Dolayısıyla 8 Mart yorgunluğundan olacak, bugün bir kadınlar günü yazısı yazmak istemedim. Onun yerine, kadın-erkek herkesin binlerce yıldır peşinden koştuğu, ama bir türlü yakalayamadığı; ele avuca geçmeyen, geçtiği anda parmakların arasından kayıveren bir amaç olarak insanın mutluluk arayışı ile birkaç şey söylemek isterim.



Mutlulukla ilgili düşünürken aklıma ilkin Pascal’ın “mutsuzluğun tek nedeni insanın odasında sessizce nasıl oturacağını bilememesidir” cümlesi geliyor. Bu ironik, hatta insani iyiliğe inanmadığı için kinik olarak değerlendirilebilecek cümlenin Sartre’ın “Cehennem başkalarıdır” savsözüyle mana açısından akraba olduğu açık. Mutsuzluğun kaynağını “diğer insanlar” olarak kodlayan bu eski Yunan felsefesinin günümüze uyarlanamayacağı da öyle. Zaten, iletişimin imkanlarıyla çepeçevre donatılmış ve bu imkanlar olmadığında hayati bir uzvunu kaybetmiş gibi hisseden günümüz insanına, “insanlardan uzak durmak” önerisi getirilse bile, sonuç alınabileceğini de sanmam.

Eh parayla da saadet olmuyor. Şöyle ki: İktisatta bir teori var, marjinal fayda teorisi. Bu teori, çok susamış birinin, içtiği ilk bardak suyla, ikinci ve üçüncü bardaklardaki sudan aynı faydayı, lezzeti almayacağı; çünkü su içtikçe suya ihtiyacının azalacağı örneğiyle somutlaştırılır. Yani susamış birinin içtiği ilk bardak su için fayda maksimumdur, sonraki her bardakta susuzluğun şiddeti azaldığı için fayda oranı da giderek azalır. Marjinal fayda yani, bir malın son biriminin tüketiminden elde edilen tatmini ölçer. İçilen suyun ne kadar fayda sağladığını değil, içilen suyun ilkine göre ne kadar fayda sağladığını tespit eder. Ve bu somutlaştırma, naçiz kanaatimce mutluluk-para ilişkisine de rahatlıkla uyarlanabilir. Para, ona olan ihtiyacın şiddetiyle doğru orantılı bir şekilde bir “mutluluk” sebebi olarak düşünülür. Ama paraya bir kez erişildikten sonra, ihtiyacın şiddeti de ister istemez azalacağı için, doğru orantılı olarak paranın mutluluk sağlama işlevi de azalmış olur. Paranın sağladığı mutluluk hissi, suya ihtiyacın şiddeti gibi kademeli olarak düşmez ama. Bir mala sahip olduktan sonra anlık olarak belirir ve kaybolur.

Mesela çok istediğiniz lüks evi/arabayı satın almak için para biriktirirken o hedefe ulaştığınızda mutlu olacağınızı ve hep öyle kalacağınızı düşünür; ama evi/arabayı satın aldıktan kısa süre sonra o kadar da mutlu olmadığınızı hissedersiniz. Mutluluğun o anlık “peak” noktasında durabilmek için, harcama konusunda sürekli el yükseltmeniz gerekir ve bu da pek sürdürülebilir bir durum değildir. Hem o anlık haz dağıldığında geriye kalan boşluk “paradan önceki” zamankinden daha büyük de olabilir. Epikürosçu hedonist mutluluğun en büyük açmazı da budur; haz bittikten sonra kalan boşluğun depresyonu.

“Birey”in Tanrıyı öldürüp yerine geçtiği modern zamanlarda, kişisel başarı ve kendini gerçekleştirme de mutluluğun formüllerinden biri olarak sunuluyor. İyi, ama madem binlerce yıldır aranan şey bu formülde gizliydi; sayıları yıl be yıl katlanarak artan bunca depresyon hastasının, bunca parlak kariyerli kronik mutsuzun aramızda işi ne? Ölümlü olduğunu ve bu durumu değiştirmek için yapılabilecek hiçbir şeyin olmadığını bilmenin acısını, yani varoluş sancısını ve dünyayı çepeçevre sarmış bulunan belirsizlik duygusunu, hangi kişisel başarı tamamen bertaraf edebilir ki?

Mutluluk için kişiliği ve vicdanı işaret edenler de, bireysel başarıyı örnek gösterenlerin düştüğü yanlışa düşüyor kanaatimce. Çünkü kişilik ve vicdanı yüceltmek de; tıpkı bireysel başarı gibi, kişinin kendi kendine yeterli olduğu görüşündeki modern felsefenin gölgesinde yeşeren bir yaklaşım. Oysa insan ölümlü, kaygı ve endişe dolu, güvensiz hisseden, zayıf ve korkan bir varlıktır. Zaman, bireyin kendine yetmeyi ve kendine gönderme yapmayı, kendini amaçlamayı yücelten hiçbir mutluluk formülünün sonuç vermediğini, hepimize çoktan öğretmedi mi?

Sonuçta ilginç ama gerçek olan şu: Modern dünya insan mutluluğun formülünü maddi olanda, gerçekçilikte, bilgide, akılda, kişilikte, hatta vicdanda bile bulamadı. Geriye ise sadece kalp, yani sevmek duygusu kaldı. Ki gerçek anlamda sevmek, insanı her türlü hırstan ve bencillikten alıkoyan şeydir, bir başkası için fedakarlık yapmasına neden olan motivasyondur, en azından Erich Fromm Sevme Sanatı’nda öyle söyler.

Bendeniz bunları anlatırken ve işi getirip kalbe bağlarken, okuyucular arasında “romantizm dönemi birkaç yüzyıl geride kaldı, sen hangi fedakarlıktan bahsediyorsun” diye düşünenler olabileceğini tahmin ediyorum, ki onlara da hak vermiyor değilim doğrusu.

Mutluluk belki de ulaşılması gereken, insan için çok lüzumlu bir şey değildir. Ne dersiniz?

#Mutluluk
#İnsan