Tiyatro değilse nedir

04:0017/04/2018, Salı
G: 17/04/2018, Salı
Ömer Lekesiz

Yeni Şafak’ın 15 Nisan 2018 tarihli nüshasındaki manşet, geçmişte olduğu gibi Amerikan denetimindeki bir Türkiye’de, sorumsuz ve sorunsuz yaşama hayallerini sürdürmek isteyenleri çok rahatsız etti.Hatta bunlardan biri hızını alamayıp, darbe tutkunu, milli güvenliğe mahsus bilgileri Batı’ya servis etmekle maruf bir gazetede, Yeni Şafak’ın manşetiyle aynı başlıktaki bir yazıdan hareketle, tavır eşitlemesi yapmakla yetinmeyip, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Koalisyon güçleri tarafından Suriye

Yeni Şafak’ın 15 Nisan 2018 tarihli nüshasındaki manşet, geçmişte olduğu gibi Amerikan denetimindeki bir Türkiye’de, sorumsuz ve sorunsuz yaşama hayallerini sürdürmek isteyenleri çok rahatsız etti.


Hatta bunlardan biri hızını alamayıp, darbe tutkunu, milli güvenliğe mahsus bilgileri Batı’ya servis etmekle maruf bir gazetede, Yeni Şafak’ın manşetiyle aynı başlıktaki bir yazıdan hareketle, tavır eşitlemesi yapmakla yetinmeyip, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Koalisyon güçleri tarafından Suriye sahnesinde yapılan füze gösterisini olumlayan açıklamasına muhalefet etme vurgusu yaptı.

Bu bakış açısıyla konuşanların adlarını zikretmeye gerek yoktur. Çünkü bu konuda asıl olan görüşün kimin tarafından dile getirildiği değil, bu süreklilik taşıyan arızalı bakışa sahip bulunanların, hangi türden malzemelerin peşinde koştukları ve bunları kamuya nasıl servis etmeye çalıştıklarıdır.

Buldukları her fırsatta Yeni Şafak’ı iktidarı eleştirmemekle suçlayan bu arızalı bakışın mensupları, Türkiye’nin coğrafi hakikatlerinin dile getirilmesiyle, güncel politik şartlarda yetkililerin beyan edebileceği görüşlerde her zaman mutabakat aranamayacağını fark edebilecek bir hassasiyetten yoksundurlar.

Örneğin, İbrahim Karagül’ün dünkü köşe yazısında dile getirdiği,

“Türkiye’nin dünya genelindeki güç karmaşası, hesaplaşması arasında sağlam, esaslı bir zeminde durması, değişmez ölçü ve kriterlerinin bulunması, bu ilkeler çerçevesinde politik manevralar yapması gerekmektedir. Türkiye bu duruşu büyük oranda başarmış, milli devlet aklını biçimlendirmiş, kendine ve coğrafyasına bakışını netleştirmiştir. Bu zemin daha da sağlamlaştırılmalıdır. Selçuklu’dan Cumhuriyet’e uzanan siyasi genetik bunun zeminidir. Kendimize ve coğrafyamıza bakışımızı bu zemin belirlemek zorundadır. Bundan sonra hiçbir şekilde ‘bir başka güç ittifakının inisiyatifi alanında güven arayan’ ülke olamayız, olmamalıyız. Eğer olursak, 21. Yüzyıl bize ait olmayacaktır. Oysa bizim çok ciddi tarihi, coğrafi iddialarımız ve tezlerimiz vardır. Bu tezleri büyük oranda gerçekleştirecek gücümüz ve aklımız var. Bu ülkeye, tarihine, toplumsal ferasetine inancımız var. Geri dönüp baktığımızda sadece bu coğrafyada bin yıllık tarih yapıcı rolümüz ve zenginliğimiz var”

şeklindeki kanaatlerini, olguları sorgulayarak değil, olayları geyik konusu yaparak gerçekleri karartmaya ve dolayısıyla değerli olanı değersizleştirmeye şartlandırılmış mezkur arızalı bakış sahiplerinin anlamaları da, doğru açıklamaları da mümkün değildir.

Oysaki her şey bir yana, Amerika ve müttefiklerinin Suriye’ye yönelik son füze saldırısına, Suriye sahnesinde, kimyasal silah iddialarının ortaya çıkışına ve ilgili olayların gelişme seyrine bakıldığında bile tiyatro nitelemesi kendiliğinden yerine oturmaktadır:

23 Temmuz 2012:
Esed rejimi, kimyasal silaha sahip olduğunu açıkladı.
23 Aralık 2012:
Esed güçleri tarafından Humus’a yapılan kimyasal silah saldırısında yedi kişi öldü.
Ağustos 2013:
Esed rejimi, BM kimyasal silah uzmanlarının Suriye’ye girişlerine izin verdi.
21 Ağustos 2013:
Esed rejimince Guta’ya düzenlenen kimyasal silahlı saldırıda bin kişi öldü.
Eylül 2013:
Esed rejimine saldırı hazırlığındaki Amerika, kimyasal silahlarını imha etmesi halinde müdahalede bulunmayacağını açıkladı; Esed, Rus dışişleri aracılığıyla bunu derhal Kabul etti ve güya 1300 ton kimyasal silah Akdeniz’de özel bir gemide imha edildi.
Temmuz 2014:
Suriye’de kayıtlı bulunan son 100 ton kimyasal silahın da, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) tarafından Suriye dışına çıkarıldığı açıklandı ve bunların imhası sürecinde 30 devlet katıldı.
4 Nisan 2017:
Esed rejiminin, Han Şeyhun’a düzenlediği kimyasal silah saldırısında seksen kişi öldü.
6 Ağustos 2017:
Suriye rejiminin kimyasal silah sevkiyatında kullandığı havaalanı, Amerika’nın çiçeği burnundaki başkanı Trump’ın talimatı üzerine füze ile vuruldu; rejime ait kimyasal gücün tümüyle tahrip edildiği Amerika ve müttefikleri tarafından övgülü demeçlerle açıklandı.
Ocak 2018:
Duma başta olmak üzere, muhaliflerin elinde bulunan kasabalara karşı Esed rejimi belli aralıklarla kimyasal silahla saldırılarını sürdürdü.
7 Nisan 2018:
Esed rejimi, Doğu Guta’yı muhaliflerden geri alırken, yine yüzlerce sivili öldürdü.
14 Nisan 2018:
Amerika, İngiltere ve Fransa, Esed rejimine ait kimyasal silah üretim ve depolarını füze ile vurdu. Esed rejimi hiçbir zarara uğramadı ve rejim yanlıları bunu Şam’daki gösterilerle kutladı.

Şimdi, koalisyon güçlerinin, 2012’den beri BM aracılığıyla ya da füze saldırılarıyla onlarca kez yok edildiğini söyledikleri Suriye rejimine ait kimyasal silah depolarını yeniden vurabilecekleri belirtiliyor.

Bu süreç tiyatronun daniskası değilse nedir?

Ve Türkiye’ye, bu tiyatronun içine çekilerek politik ayar verilmeye çalışılmıyorsa, oynanan tiyatrodan maksat nedir?

Bu soruların üstesinden gelecek olanlar, ati kaygısı ve istiklal sorumluluğu taşıyanlardır.

Arızalı bakışın kalemşorları değil!

#Türkiye
#ABD
#Yeni Şafak