Tecellîde telvîn ve sanat

04:004/02/2018, Pazar
G: 18/09/2019, Çarşamba
Ömer Lekesiz

Hatırlatalım, Arapçaclwkökünden gelen tecellînin, belirme, görünme, zuhur etme, açığa çıkma, açıklanma, aydınlanma anlamında bir kelime; ıstılahen, sâlikin kalbinde gayb alemine ait nurun belirmesi, ilâhî feyzin müminin kalbinde zuhur etmesi mânâsında olduğunu söylemiştik.Arapçalwn(levn: renk) kökünden gelen renk verme, renklendirme, boyama, boyanma anlamındakitelvînise; ıstılahen,bir halden bir hale, bir makamdan bir makama geçmedurumda olma demek.(Misalli Sözlük)Kur’an’da,Fatır Suresi’nin 27.

Hatırlatalım, Arapça
clw
kökünden gelen tecellînin, belirme, görünme, zuhur etme, açığa çıkma, açıklanma, aydınlanma anlamında bir kelime; ıstılahen, sâlikin kalbinde gayb alemine ait nurun belirmesi, ilâhî feyzin müminin kalbinde zuhur etmesi mânâsında olduğunu söylemiştik.

Arapça
lwn
(levn: renk) kökünden gelen renk verme, renklendirme, boyama, boyanma anlamındaki
telvîn
ise; ıstılahen,
bir halden bir hale, bir makamdan bir makama geçme
durumda olma demek.(Misalli Sözlük)
Kur’an
’da,
Fatır Suresi
’nin 27. Ayeti'nde zikrettiğimiz tevîn / renklendirme anlamında; “Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin / lisanlarınızın ve ten renklerinizin farklı olması da O’nun sınırsız kudretinin göstergelerindendir. Şüphesiz bunlarda hak ve hakikati idrak eden kimseler için dersler ve ibretler vardır” mealindeki
Rum Suresi
’nin 22. Ayeti'nde ise cinsleştirme / türleştirme / sınıflaştırma anlamında kullanılmaktadır
Isafahanî
,
Kâmûsu’l- Muhît
ve
Vankulu
da kelimenin bu ikinci anlamını daha çok öne çıkarırlar.
Kâşânî
(Tasavvuf Sözlüğü, çev.: Ekrem Demirli, İz Yayınları, İstanbul 2004), et-telvîn’i “Kulun hallerindeki değişiklik” olarak açıklarken, onun tecellî ile ilişkisini
telvînü’t-tecellîyyi’z-zâhirî
(zâhirî tecellîlerin telvîni),
telvînü’t-tecellîyi’l-bâtınî
(bâtınî tecellilerin telvîni),
telvînü’t-tecellîyi’l-cem’i
(birleştirici tecellilerin telvîni) terimleriyle birlikte, yine aynı üçlemeye tabi olarak
et-temkîn
üzerinden kurar.
Tasavvufun her şubesi, telvîne hâl / makam olarak aynı derecede bir önem vermese de,
İbn Arabî
’nin “Telvin kulun hâllerinde yer değiştirmesidir. Bu hâl çoğunluğa göre eksik bir makam iken bize göre makamların en yetkinidir. Çünkü o, insan için amaca benzeme yeridir. Bunun nedeni ise hücumlardır.” (Fütûhât-ı Mekkiyye, cilt 7, çev: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık, İstanbul 2008) şeklindeki açıklamasıyla (İbn Arabî’de terim olarak yel almasa da,
Sadreddin Konevî
ve
Davud el-Kayserî
tarafından onun adıyla sistemleştirilen)
Vahdet-i Vücûd
doktrinini üzerinden geniş bir kullanım alanı bulmuştur.
Tecellî (ilâhî feyzin açığa çıkması) hayatın tümünü (her yeri ve her an’ı) kapsadığı halde,
Wölfflin
’in kelimeleriyle “hayat, kendi sahnelerini insanın her şeyi görebileceği ve olup bitenlerin içeriğinin gruplaşmayı sağlayacağı şekilde düzenlenmez.” (Sanat tarihinin Temel Kavramları, çev.: Ahmet Cemal, Hayalperest Yayınları, İstanbul 2015). Bu nedenle telvîn, şeylerin (mümkün olabildiğince) görülebileceği ve sınıflandırılılabileceği ilk düzey olarak tecellîye (ve bilahare temkine) bitişir.

Dolayısıyla, tecellî ve telvîn merkezli tüm mesele görünürlüğe çıkma ve görülme fiilinde toplanmaktadır.

Görünürlüğe çıkan (tecellî eden) kendini tamamen görüşe vermez çünkü, görüşün nesnesi olan görme (göz) yapısal olarak eksiltilmiş bir görmedir.

Bunu retinal görme üzerinden izah edecek olursak:

Görme
, ancak
arzuladığımız şeyi görme isteğimize
de tam bağlı olarak,
bir şeyin bize görünüşünü görmekten
ibarettir
; şey, o an’da bize kendi görünürlüğünü (ışık ve gölge etkisi altında) nasıl verebiliyorsa, biz de onu hem an’lık dış etkilerine hem de görmemizi koşullandıran iç etkilerimize (hâlet-i rûhiyemize) tabi olan o görünüşüyle görüyoruz demektir.

Bu nedenle görünürlüğe çıkan şey, görünürlüğündeki değişmeye mahsus bir giysiyle (ışık, renk, gölge örtüsüyle) karşımıza çıktığı gibi, bizim görüşümüz de ancak ona nispet edebildiğimiz bir yüz(ey)le (sûretlendirmeyle, imgeleştirmeyle) mukayyettir.

Bu manada telvîn, bir cisim değildir, cisme bitişik olan şeydir; cismi sınıflandırarak tanımamızın illetidir; şeye bir yüz vermemizin, dolayısıyla bir hüviyet kazandırmamızın aracıdır. Ancak bu da yine
eksiltileni, eksiltildiği tamlıkta görmektir
; iç’e (cevhere, mahiyete) nazar etmek değildir, göz ile dış’a olası dokunuşlardan bir dokunuşla dokunmaktır; çünkü tek bir görüş / görünüş yoktur, görüşler / görünüşler vardır.

Tecellîde telvîn’in sanata dönük yönünü, görünürlük düzeylerinden, görmeyi bilmenin ve bir görme terbiyesinin içinden izlememiz gerekir.

İlâhî feyz olarak tecellinin sanatçının gözünde ve kalbinde (dış ve içgörüsünde) telvîne (sınıflandırmaya) uğraması bakımından, aynı zamanda görme terbiyesi edinmenin en emin yollarından biri olarak
İslam metafiziğini
(tasavvufu) yedeğimize almak zorundayız.

İlgili sonuçları ihtiva eden yazımızı da haftaya yazalım inşallah.

#Tecellî
#Sanat