Tecellî ve sanat

04:0028/01/2018, Pazar
G: 18/09/2019, Çarşamba
Ömer Lekesiz

Tecellî, tecellâ, celâ, cely Arapçaclwkökünden gelen, belirme, görünme, zuhur etme, açığa çıkma, açıklanma, aydınlanma anlamında bir kelimedir;Aramice’sitagallâ’dır;cilâkelimesi de aynı köktendir.Kadervetalihanlamlarının yanısıra, asıl Tanrı’nın kendisini şeyler ve hallerde göstermesi manasında kullanılan tecellî’nin ıstılahî karşılığı ise: Sâlikin kalbinde gayb alemine ait nurun belirmesi, ilâhî feyzin müminin kalbinde zuhur etmesidir. (Misalli Sözlük)Aynı bağlamda,Ebu Nasr Serrâc Tûsî, şunları

Tecellî, tecellâ, celâ, cely Arapça
clw
kökünden gelen, belirme, görünme, zuhur etme, açığa çıkma, açıklanma, aydınlanma anlamında bir kelimedir;
Aramice
’si
tagallâ
’dır;
cilâ
kelimesi de aynı köktendir.

Kader
ve
talih
anlamlarının yanısıra, asıl Tanrı’nın kendisini şeyler ve hallerde göstermesi manasında kullanılan tecellî’nin ıstılahî karşılığı ise: Sâlikin kalbinde gayb alemine ait nurun belirmesi, ilâhî feyzin müminin kalbinde zuhur etmesidir. (Misalli Sözlük)
Aynı bağlamda,
Ebu Nasr Serrâc Tûsî
, şunları söyler:
“(Tecellî:) Allah’a yönelenlerin kalplerine Hakk’a yöneliş nurlarının doğmasıdır.
Nûrî
der ki: ‘Allah yaratıklarına yine yaratıklarıyla tecellî’ eder ve yine yaratıklardan yaratıklarıyla gizli kalır.’
Vâsitî
der ki:
İşte o zarar ve aldanma günüdür
ayetindeki (et-Tagâbün: 64:9) Hakk ehlinin
tegâbün
ve aldanması fena, rü’yet ve tecellileri ölçüsünde olacaktır.’
Nûrî
der ki: ‘Güzellikler onun tecellisiyle oluşur ve güzelleşir. Onun setriyle de kubh ve çirkinlikler meydana gelir.” (
el-Lüma’
-İslam Tasavvufu adıyla çev.: Kamil Yılmaz, Erkam Yayınları, İstanbul 2012)
“Kutsalın varoluşunu (tezahürünü) ortaya koyan şeylerin tümü; kutsallık kazanan ve kutsallığı ifa eden” şey için
hiyerofani
(örneğin: gök); tezahürün bizzat kendisi için
epifany
(örneğin: gök gürültüsü) terimlerini kullanan
Mircea Eliade
, dinler tarihini bu terimlerin serüveniyle eşitleyecek kadar cesur davranır.
Ona göre, “(D)in tarihi çoğunlukla kutsalın tecellîsi sürecinde kutsalın değer kaybetmesi ve sonra tekrar değer kazanmasının tarihinden ibarettir. Bu bakış açısıyla, putperestlik ve put kırıcılık hiyerofani görüngüsü karşısında insan zihnin gösterdiği doğal davranışlardır; her iki durumda da doğrulanmaktadır. Çünkü yeni bir hiyerofaniyle karşı karşıya kalan için (Sami dünyasında Musevilik, Yunan-Roma dünyasında Hıristiyanlık) en eski hiyeofaniler yalnızca temel anlamını –kutsalın verili bir kipliğinin tezahür etmesinin anlamını- kaybetmezler, aynı zamanda dinsel yaşamın mükemmelliğe erişmesinin önündeki engeller olarak görürler. Put kırıcılık, hangi türde ve hangi dinde olursa olsun kendi dinsel deneyimiyle olduğu kadar bu deneyimin yaşandığı tarihsel anla da doğrulanır. Zihinsel ve kültürel yetilerine daha ‘uygun’ bir vahiy ile karşı karşıya kalanlar, eski din evrelerinde kabul edilen hiyerofanileri dinsel düzlemde yeniden değerlendirmezler ve bunlara
inanmaz
hale gelirler.” (
Dinler Tarihine Giriş
, çev.: Lale Arslan, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2003)
Eliade’nin son sözlerine
İslam metafiziği
(tasavvuf) tam bir karşılık oluşturur. Öyle ki, tecellî, “Musa, belirlediğimiz vakitte belirlediğimiz yere gelince rabbi onunla konuştu. Bu arada Musa, ‘Rabbim!’ dedi, ‘Bana kendini göster de seni bir göreyim.’ Allah da şöyle buyurdu: ‘Beni asla göremezsin/göremeyeceksin! Bu gerçeği anlamak istersen şu dağa bak; eğer [ben tecellî ettiğimde] o dağ yerinde kalırsa o zaman sen de beni görürsün(!)’ Allah tecelli edip [sınırsız kudretini ve / veya nurunu] dağa yansıtınca dağı yerle bir etti. O anda Musa bayılıp yere yığıldı; derken, ayıldı ve şöyle yakardı: ‘Rabbim! Sen yüceler yücesisin. Tevbe eder, affını dilerim. Senin gözle görülemeyeceğine iman edenlerin ilki benim!” (A’raf Suresi 7:143; meal: Mustafa Öztürk) mealindeki ayetle, Kitabî (vahyî) bir temele de oturmakla ehlullahın, yeni bir özgünlükle sıkıca yaslandığı ve ziyadesiyle çoğalttığı bir terim haline gelir.
Örneğin
Abdürrezzak Kâşânî
,
Tasavvuf Sözlüğü
’nde (çev.: Ekrem Demirli, İz Yayınları, İstanbul 2004)
et-Tecellîyü’l-evvel
’den (ilk tecellî’den) başlayarak
et-Tecelliyâtü’t-tecdîdiyye
’ye (soyut tecellîler’e) kadar otuz bir terim kullanır.
Söz konusu terimlerden baktığımızda, İslam metafiziğinde tecellînin
Vahdet
-i
vücûd doktrinine esas terimlerden biri olduğu görülecektir.
Suad el-Hakîm
, tecellînin Kur’an’da, yukarıda zikrettiğimiz ayetle birlikte,
Şems Suresi
’nin üçüncü ayetinde zikredildiğini belirterek, İbn Arabî düşüncesindeki yeri hakkında şunları söyler:

“Tecellî, İbnü’l-Arabî düşünce yapısının her yönüne sirayet eder ve bütün teorileriyle iç içe girer. Hatta tecellî İbnü’l-Arabî’nin Vahdet-i vücûd teorisinin üzerine kurulduğu dayanaktır. Çünkü yaratma, varlık çoğalmaksızın çokluğun birlikten çıkması ve tasavvufi bilgi ancak tecellîyle yorumlanabilir.” (İbnü’l-Arabî Sözlüğü, çev.: Ekrem Demirli, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2005)

Tecellî terimiyle ilgili bu uzun açıklamayı, onun sanata dönük yüzünü daha iyi beyan edebilmek için yaptık. Ancak konunun bu yanını işleyebilmek için bir kelimeye daha uğramamız gerekiyor:
Telvin
!

Bu da gelecek haftaya kalsın inşallah.

#Tecelli
#Arapça