Sanatçı sanatında ısrar edendir

04:0015/09/2019, Pazar
G: 15/09/2019, Pazar
Ömer Lekesiz

İdris’in İdrisileDönemeçleradlı öykü kitaplarıKetebe Yayınlarıtarafından okurlara yeniden sunulan Yaşar Kaplan’ın öykücü tanımı şöyledir:“Öykücü, öyküde ısrar edendir.”Bu söyleyişi, bir öykücünün roman vb. diğer muzır edebiyat türlerinden kendisini koruması şeklinde, tecrübe mahsulü bir ikaz olarak anlamak da mümkündür elbette ama, son tahlilde onu “sanatçı, sanatında ısrar edendir” şeklinde genelleştirerek düşünmek daha doğru olsa gerektir.Yine oradakiısrardan sanattaistikrarın, sanat niyetinde(ki,

İ
dris’in İdris
ile
Dönemeçler
adlı öykü kitapları
Ketebe Yayınları
tarafından okurlara yeniden sunulan Yaşar Kaplan’ın öykücü tanımı şöyledir:

“Öykücü, öyküde ısrar edendir.”

Bu söyleyişi, bir öykücünün roman vb. diğer muzır edebiyat türlerinden kendisini koruması şeklinde, tecrübe mahsulü bir ikaz olarak anlamak da mümkündür elbette ama, son tahlilde onu “sanatçı, sanatında ısrar edendir” şeklinde genelleştirerek düşünmek daha doğru olsa gerektir.


Yine oradaki

ısrardan sanatta
istikrarın, sanat niyetinde

(ki, niyet kalbe bağlı olduğundan sürekli kalbolabilen – değişen- bir niteliğe sahiptir)

ve istikametinde sürekliliğin

vurgulandığını fark etmek gerekir.

Zira, sanatta
tatil
(atıllık, atalete düşmek)
olmaz
; bu konularda samimi bir bağlanmayı gerçekleştirdiğini hisseden sanatçı, deyim yerindeyse tırnağının etine bitiştiği gibi, onun kendisine bitiştiğini bilerek hareket etmek zorundadır.

Elbette burada, gençlik rüzgarlarının ilgili kişilerde neden olduğu gelir-geçer arzulardan ve süresi kısa heveslerden söz etmiyoruz. Örneğin, şiir ilgisi herkes için ortaktır ancak şair olmak bir seçimi ve aynı zamanda sahih bir niyeti, ısrarlı ve kararlı bir bağlanmayı gerektirir.

Bu noktada, Batı edebiyatındaki kimi sanatı terk etme durumlarını, örneğin
Rimbaud
’nun şiiri bırakıp, köle ticaretinin bir parçası olmayı seçmesini ileri sürmenin bir karşılığı yoktur. Şundan ki, Batı edebiyatını üreten zihniyet bizimkinden farklıdır ve dolayısıyla onlardaki ilgili örnekler de yine bizimkinden farklı olacaktır. Zira,
Mallermé
’nin Rimbaud için söylediği “şiiri kendisinden söküp atma” olgusu bizim kolayca anlayacağımız bir olgu değildir, çünkü biz şiir içre yaratıldığımızı düşünürüz. Yine, bu bilgiyi nakleden
Giorgio Agamben
’in
Dehşet – Retorik karşıtlığı
olarak temellendirdiği
estetik açmazın
Rembaud’daki yıkıcı etkisi de bizim yabancısı olduğumuz bir durumdur (Geniş bilgi için bakınız: Agamben, İçeriksiz Adam, çev.: Kemal Atakay, Monokl Yayınları)
Sanatta ısrar konusunda, biz kendimizden bakıyor ve nitekim, büyüklerimizin (ki her biri kendi ilgisinde erişilmesi zor birer üstat oldukları halde) hali hazırdaki ısrarlarından da bunu görüyoruz. İlle de isim vermek gerekiyorsa Üstad
Sezai Karakoç
,
İsmet Özel
,
Mustafa Kutlu
…’dan (Rabbimiz hepsine hayırlı ve sıhhatli uzun ömürler versin) buna bizzat tanığız.

Bu bilgiler bağlamında sanatta ısrarın, aynı zamanda sanatçıyı belirleyen öneminden yana bir meselemiz olmayacağına göre, asıl meselemizin bunun tersi olan durumdan kaynaklanabileceğini açıkça belirtebiliriz.

Cemil Meriç
’in, “Bir nesle hitap eden… ölen heyecanlar mezarlığı” olarak gördüğü dergilerde yazıp çizmiş birçok arkadaşımız var. Hatta onlardan bazıları o yazıp çizmelerini kitaplaştırdıkları halde,
mezkur mezarın mukimi olmayı
tercih ederek bürokratlıkta, işadamlığında, lokumculukta, kabzımallıkta vs. Karar kılmışlardır. Kişilerin kendi hayatlarına dair tercihleri mübarektir, saygı duymayı, anlayış göstermeyi gerektirir. Meselenin esası bu olunca, bunda bir problem aramak, bulmaya çalışmak da abestir.

Mesele, zikrettiğimiz ısrarda uzun bir süreye baliğ olan bir kırılmadan veya kopmadan sonra, ilgili seçimi yapanların (ve bundan dolayı saygıyı, anlayışı hak edenlerin), sanki bunları yapmamış, sanatın şartı olan ısrardan kendi iradeleriyle vazgeçmemişçesine, dünyalıklarını dizmenin, unlarını eleyerek eleklerini duvara asmanın yarattığı tükenmişlikte (tersinden bir doymuşlukta), sanatta ısrar eden arkadaşlarının ensesinde “ee, nerede kalmıştık” diyerek bitivermelerindedir.

Bunlara karşı,
Cemal Şakar
’ın, “Arkadaşım, bir yerde kalan sensin, ben yürüyüp gidenlerdenim” şeklindeki haklı itirazını söyleyerek, kendimizi korumamız elbette mümkündür ancak, yine de bu tepki kırıcılığı düşünülerek onların yüzlerine (nezaketen) söylenememekte, bu da enselerinde bitiverilenleri büyük bir rahatsızlığa sevk etmektedir.

Şöyle ki, söz konusu kişiler yirmi, otuz yıl gibi bir aradan sonra gelip, bıraktığı yerden öyküye, şiire, hatta, ebruya… başlamış. “İyi, başlasın, eğlendirsin kendisini” diyerek kenara çekilmek mümkündür ama bunu pratiğe dökmek çok zordur. Zira o kişi, onca aradan sonra, hayatındaki boşluğu eski bir ilgiyle doldurarak, kalan dünya zamanında kendisi eğlendirmekle iktifa etmeyi bilmemekte, bilakis yola devam eden sanatçı arkadaşlarından taltif görerek nefsen mutmain olmayı, sözlü ve yazılı olarak onlar tarafından övülmeyi, aferinlerle şımartılmayı… hedeflemektedirler.

Oysa ki, aradan geçen zamanda, sanatın her alanında en az kırk değişme vuku bulmuş, buna bağlı olarak hem sanatın / sanatçının eser verişinde, hem de alımlayıcının (okurun, seyircinin) sanata mahsus zevkinde büyük değişmeler olmuştur. “Ee nerde kalmıştık” diyerek gelen kişi, bunun farkında değildir ki, olsa zaten böyle söylemeyecektir.

Bindikleri
sanat atını dünyalık uğruna terk eden
bu kişilerin, yıllar sonra sanata tekrar dönmeleri, değnekten bir atla koşu oyunu oynayan çocukların hali gibidir. Asıl at artık yoktur, değnekten at ise, hayal edilebildiği oranda attır.

Ki, insaf ehli, onların bu halini de anlayışla karşılamak durumundadır, ancak insaf ehlinin de onların insafına ihtiyacı olduğu muhakkaktır.

Bu insaf, ilgili kişilerin sanattaki ve sanatçıdaki değişmeyi müdrik olarak, asıl kendi hadlerini bilmeleriyle mümkündür.

Bu idrak ve bilgi kezzap gibi yakıcı da olsa…

#Dönemeçler
#Ketebe Yayınları
#Sanat
#Cemal Şakar
#Giorgio Agamben
#Cemil Meriç