Pir yazıdan bir yazıya yine kayyum meselesi

04:003/09/2019, Salı
G: 3/09/2019, Salı
Ömer Lekesiz

Bu sütunda,“Kayyum yerine doğrudan belediye başkanı atanamaz mı?”(Yeni Şafak, 12 Nisan 2019) başlıklı bir yazı yazmış ve orada şu hususları dile getirmiştim:“Bizim kesimdeki yazılanları itina ile dikizleyen malum fitne çevrelerine malzeme vermemek için peşinen belirteyim ki, bu yazı siyasi bir yazı değildir ve şahsen ben de demokrasiye inanan, ona itibar eden biri değilim. Ancak, devlet ve millet tarafından benimsenmiş bir yönetim tarzı olması bakımından onun sınırları ve gereklilikleri içinde hareket

Bu sütunda,
(Yeni Şafak, 12 Nisan 2019) başlıklı bir yazı yazmış ve orada şu hususları dile getirmiştim:

“Bizim kesimdeki yazılanları itina ile dikizleyen malum fitne çevrelerine malzeme vermemek için peşinen belirteyim ki, bu yazı siyasi bir yazı değildir ve şahsen ben de demokrasiye inanan, ona itibar eden biri değilim. Ancak, devlet ve millet tarafından benimsenmiş bir yönetim tarzı olması bakımından onun sınırları ve gereklilikleri içinde hareket etmek ve konuşmak durumundayım.



“Söz konusu derinlik bağlamında, bir konuda aynı yanlışı tekrarlamanın zaman ve güç kaybına neden olduğunu gözetebilenlere, ilgili mahaller için uygun olanın en iyisini arama sorumluluğunun yüklediğini düşünüyorum.

“Seçimlerden çok kısa bir süre önce, sorunlu mahallerde bulunmuş biri olarak, kayyumlar eliyle gerçekleştirilen altyapı çalışmalarının, halk ile kaynaşmanın, hemen her düzeyde halkın dertlerine derman olmaya çalışmanın doğurduğu memnuniyetten hareketle bu değerli kazanımın demokrasiye, seçime feda edilemeyeceğinin altını çizmek istiyorum.

“Yine de sözüm ona demokrasiden taviz vermeyecek şekilde ve yine onun içinden, teklif ettiğim atama konusuna mahsus bir form üretilebileceği gibi, partili cumhurbaşkanı (devlet başkanı) seçmenin buna kendi başına demokratik bir dayanak olarak yeterli gelebileceğini ve bu bahiste onu tekrar seçmemenin onun ilgili seçimlerini seçmemek olacağını tutarlı bir tez olarak öne sürmek de mümkündür.

“Yeter ki, bekamızı demokrasiye feda etmeyelim ve yanlışlıklar bataklığında çırpınıp durmayalım.”

O bir yazı; yayımlandığı andan itibaren, PKK elemanlarınca işletilen yerli ve yabancı birçok haber sitesi tarafından,
AK Parti yandaşı bir demokrasi düşmanının akıl almaz talebi
olarak başa çekilmek, AK Partili olduklarını zanneden kimi yamuşakçalar tarafından da,
AK Parti’ye yapılan bir ihanet
şeklinde nitelendirilmek suretiyle
bir yazı
olmaktan çıkartılılıp,
pir yazıya
dönüştürüldü.

Bu tepkilerin hiç biri beni üzmedi, çünkü beklenebilir tepkilerdi; herkes kendi penceresinden ve kendi çıkar seviyesinden bakacaktı meseleye ve öyle de oldu.

Bu bahiste beni üzen tek şey, sosyal medyada
Yeşilaycılığıyla
da maruf, sevdiğim ve saygı duyduğum bir hukukçu ağabeyimin “Sonunda bu da oldu...” şeklinde başlayan sosyal medya mesajıydı. Hallac-ı Mansur’a atfedilen, “
Bizi
düşmanın attığı taş değil
,
dostun attığı gül yaralar
....” sözünün yeniden tahakkuku gibiydi onun tepkisi. Zira o hukukçu bir mümindi; hatalı bir yaklaşımı hukuki olarak tashih ile olması gerekeni tavsiye etmesi beklenirdi ondan.

Onun da canı sağolsun; zaman her şeyin ilacıydı ve benim ondan kaynaklanan tek üzüntüm de neticede geldi ve geçti.

Peki asıl mesele geldi ve geçti mi? Hayır, işte o
beka kaygı ve tedbirinin
bir sonucu olarak
yeniden
zuhur ediverdi; devlet bu manadaki sorumluluğunun sahibi olarak konuya
yeniden
el attı ve
olması gerekeni
yaptı. Sanırım bana hakaret edenler de şimdi süt dökmüş kedi gibi bir yerlerde yalanıp durmakta.

Buradaki “yeniden” ve “olması gereken” kalıbında ilettiğim husus, akl-ı selim sahiplerince “bu kısır döngüden kurtulmalı” uyarılarıyla tekrar gündeme taşınırken, demokrasi içinde kalıcı bir çözümün ne olabileceği de halen tartışılıyor.

Ben yukarıda başlığını zikrettiğim yazımla, onu izleyen iki yazımda ısrarla demokratik bir çözüm arayışını, aslında kayyum atamanın da demokratik bir durum olduğunu özellikle belirterek, daha makul, herkesçe benimsenebilir bir boyutta aranmasını gerektiğini ifade etmiştim.

Bundan hareketle şimdi, daha pratik, demokrasinin beşiği olarak tabir edilen kıtadaki kimi ülkelerce de benzer şekilde uygulanan, aklımın yattığı bir çözümü önermek istiyorum:

Meclis seçimleri yapıldıktan bir ay gibi kısa bir süre sonra mahalli idareler seçimi yapılabilir. Bu seçimde belediye başkanı olmak isteyenler, parti tanımlı olmaksızın seçime girer. Bunlardan seçimde, halktan en fazla oy alan dört, beş ya da altı aday adayı belirlenir ve bunların belediye başkanı olarak seçimi meclise sunulur. Meclisteki partiler arasında kurulacak (ki mevcut durumda da halen varolan) ittifaklar neticesinde, o sayıdaki aday adayı arasından, oy yüzdesine bakılmaksızın biri belediye başkanı seçilir.

Buradaki “oy yüzdesine bakılmaksızın” ifadesinin zeminini ise, beka meselesi başta olmak üzere, devletin ve milletin hayrına olanı belirleme gayreti oluşturacak ve böylece
halk oyu
ve
meclis tercihi
şeklindeki iki kademeli seçimle, art niyetli kesimlerin, bölücülerin ve teröristlerin mahalli idareler seçimindeki etkisi, demokratik bir usulle geçersizleştirilecektir.

Bu çözüm önerisini olmazsa olmaz şeklinde de sunmuyorum. Yerli demokrasi esasında daha iyi teklifi olanlar beriye gelsin; ama neticede bekamızı demokrasiye feda etmeyeceğimiz bir usulle, malum kısır döngüden artık kurtulalım.

#Kayyum
#AK Parti
#Yeşilay
#Meclis