Kutsal sanat! Sahi neden ki...

04:0022/04/2018, Pazar
G: 22/04/2018, Pazar
Ömer Lekesiz

Sanatın en meşhur tanımı şu olsa gerektir: İnsan hayatı için(de) bir hayatlı!Bu, “Sanat, salt kendinde ve salt kendisi için vardır ama varlığının tek aynası insan olduğundan hayatı hayata zorunlu olarak bitişiktir”, demenin bir şekli ve/ya “Alem aynasının cilası, insan” söyleyişine esas meşhur mecazın mecazı:Melûhu olmasa İlâhı, merbûbu olmasa Rabb’i gösteren olmayacağı gibi, sanat da hayata dil veren bir hayatlı olmasaydı ne varlığı bilinecekti onun, ne de onun varlığını gösteren bir sanatçı!Bundan

Sanatın en meşhur tanımı şu olsa gerektir: İnsan hayatı için(de) bir hayatlı!

Bu, “Sanat, salt kendinde ve salt kendisi için vardır ama varlığının tek aynası insan olduğundan hayatı hayata zorunlu olarak bitişiktir”, demenin bir şekli ve/ya “Alem aynasının cilası, insan” söyleyişine esas meşhur mecazın mecazı:

Melûhu olmasa İlâhı, merbûbu olmasa Rabb’i gösteren olmayacağı gibi, sanat da hayata dil veren bir hayatlı olmasaydı ne varlığı bilinecekti onun, ne de onun varlığını gösteren bir sanatçı!



Bundan hareketle, bizde tasavvufun, Rabb-insan-dil üçlüsünü, sanat ve sanatçı özelinde çelişkisiz kurumlaştırması hiç de zor olmamıştır. Çünkü, Rabb ile merbûbunun berzahı olarak (en geniş anlamıyla) dil, aynı zamanda karşılıklı tesir etme ve tesirlenme sahası...

Tesirlenenin olmadığı yerde tesir edenden söz edilebilir mi?

Dolayısıyla sanat, tesir edenle ondan tesirlenenin görünürlüğü olarak, insanı kendisine salt kulluk etmesi için yaratan Rabb’in, bin bir dil yoluyla yaratışını insana hatırlatması (tesir) ve insanın “ben Seni bu dille daha iyi görebiliyor ve gösterebiliyorum Rabbim” şeklinde, merbûbluğunu Rabbine arzı (tesirlenme).

Eş’arîliğin Maturidîliğe itiraz noktası: Yaratılış ve yaratılışı idrak etmede neden-sonuç ilişkisini değil, tesir eden ve tesirlenen ilişkisinin öne çıkarılması; diğer bir söyleyişle, Eş’arîliğin Maturidîliğe göre tasavvufa ön vermedeki başarısı.

Bu yüzendir Müslüman sanatçıların mezhepleri aşarak sadece Din ile tanımlanma rahatlığına kavuşmaları: Mevlânâ ile Ebu’l-Hayr’ın, Hayyam ile Fahreddin-i Irakî ile Sühreverdî’nin, Attar ile Hâfız’ın, Ahmed Gazalî ile Mahmûd-i Kâşânî’nin, Pir Sultan Abdal ile Narmanlı Sümmanî’nin... tasavvuf havuzunda müştereken kulaç atmaları...

Edebi Mutlakçı Alman Romantiklerini “kafaları ziyadesiyle karışık adamlar” kılan da aynı olgu değil mi?

Negatif ilahiyatla sanattan yeni bir din yaratma gayreti!

F. W. J. Schelling’in Tanrı ile başlattığı ama aklın egemenliğine teslim ettiği önermelerin cengi:

“1-Mutlak ya da Tanrı odur ki, onun nazarında varlık ya da realite dolayımsızca ideanın sonucu olarak, yani basit özdeşlik yasası gereğince ortaya çıkar, ya da: Tanrı, kendisinin dolayımsız olumlamasıdır.

1-Kendisinin sonsuz olumlaması olarak Tanrı, kendisini sonsuz olumlayan ve bu ikisinin ayrımsızlığı olarak kavrar, fakat Tanrı’nın kendisi özelde bunlardan hiçbiri değildir.

7-Tüm, Tanrı’nın kuşattığını kuşatır.

11-Tanrı’nın yetkin ifşası ancak yansıma dünyanın kendisinde tekil formlar mutlak özdeşliğe çözüldüğünde vuku bulur ve bu ancak akılla ve akılda gerçekleşebilir. Dolayısıyla akıl, Tümün kendisinde, Tanrı’nın yetkin aksi (yansıyan) imgesidir.

13-İdeal Tüm kendi bünyesinde reel Tümün kendi bünyesinde kuşattığı aynı birlikleri kuşatır: reel, ideal ve bu ikisinin ayrımsızlığı.

14-İdeala ve reelin ayrımsızlığı, ayrımsızlık olarak kendini ideal dünyada sanat yoluyla gösterir.

17-Reel dünyada akıl, organizmayla nasıl ilişkiliyse, ideal dünyada da felsefe sanatla öyle ilişkilidir.” (Sanat Felsefesi, Çevirenler: Merve Ertene, Serhat Arslan, Doğubatı Yayınları, İstanbul, 2017)

Kimi Avrupalı Müslümanların tradisyonalist olmakla soğuracaklarını zannettikleri ebedi mutlak anlayışınca soğurulmalarının nedeni; avcının avı tarafından avlanması; kutsal kelimesindeki ortaklığın giderek kelâmî bir ortaklığa dönüşmesi...

Oysa ki, yukarıda zikrettiğimiz şekliyle tesir edenle tesirlenenin tesir sahasında (dil berzahında) vuku bulan sanat, son tahlilde, “insan hayatı için(de) bir hayatlı!” olması bakımından kutsal olamaz.

Sanatın kutsal olabilmesi için, önce onun içinde var olduğu hayatın kutsal olması gerekir. Ama hayat kutsal değildir, hayat bir borçlandırılmadır (lütfen bakınız: deyn, düyun, dünya... kelimeleri).

Nedenlisi nedeniyle aynı cinsten olacağına göre, hayat (neden) kutsal olmadığı için sanat da (nedenli) kutsal olamaz.

Bu yüzdendir ki, benim kıymetli kardeşlerim Şamil Öçal ile Cevat Özyurt’un birlikte edite ettikleri Modernizm ve Gelenekselcilik Arasında Din adlı kitapta yer alan, Ahmet Tak imzalı Gelenekselci Ekol’ün Sanat anlayışı ve İslam Sanatı adlı harika çalışmada da vurgulandığı gibi, “Gelenekselci Ekol’ün sanata dair ayrımları içerisinde, İslam sanatıyla ilişkilendirilmesi en problemli olanı kutsal sanat tabiridir. İslam dünyasında geleneksel dil içinde bazı sanat türlerine yönelik bir kutsallık ifadesine rastlamak oldukça zordur.”

Titus Burckhardt’ın Doğu’da ve Batı’da Kutsal Sanat (Sacred in East and West) adlı kitabına (İnsan Yayınları, çeviren: Tahir Uluç, İstanbul 2017), Alman romantizmi esasından bakılmasını salık vermem gerekecek bu durumda.

Avrupalı Müslüman Titus Burckhardt’ın sanat nazariyatı (zihniyeti) yönünden bir Sezai Karakoç, bir Yalçın Koç olmadığını özellikle hatırlatarak...

#Kutsal Sanat
#Titus Burckhardt