İbnü’l-Arabî “evet ve hayır” arasında İbnü’r-Rüşd’e ne dedi

04:001/02/2019, Cuma
G: 1/02/2019, Cuma
Ömer Lekesiz

İbnü’l-Arabî’nin İbnü’r-Rüşd’le görüşmesinde, “evet ve hayır” kelimelerini aynı durum içinde peşpeşe kullanmasının nedeni, oldum olası merak edilegelmiştir.Jacques Lacan bile, kendi meslekî seçimini (veya seçimsizliğini), bu görüşmeyle örneklendirmek zorunda kaldığına göre (Dinin Zaferi, çev.: Deniz Kurt, Altıkırkbeş Yayınları, İstanbul 2015), sıradan insanların merakını anlayışla karşılamak gerekir ki, “Nefisler” de, “bilinmezleri idrak etmek, hazineleri ortaya çıkartmak, remizleri çözmek, kapalılıkları

İbnü’l-Arabî’nin İbnü’r-Rüşd’le görüşmesinde, “evet ve hayır” kelimelerini aynı durum içinde peşpeşe kullanmasının nedeni, oldum olası merak edilegelmiştir.




Jacques Lacan bile, kendi meslekî seçimini (veya seçimsizliğini), bu görüşmeyle örneklendirmek zorunda kaldığına göre (Dinin Zaferi, çev.: Deniz Kurt, Altıkırkbeş Yayınları, İstanbul 2015), sıradan insanların merakını anlayışla karşılamak gerekir ki, “Nefisler” de, “bilinmezleri idrak etmek, hazineleri ortaya çıkartmak, remizleri çözmek, kapalılıkları açmak, içlerin gizlediklerini ve hikmetlerin sırlarını araştırmayı sevmek özelliğinde” yaratılmamış mıdır zaten? (Fütûhât-ı Mekkiyye, c: 16/74).

Yıllar yılı kulaktan kulağa aktarılarak, ferdî (ve hayâlî) katkılarla efsaneleştirilen ve bu nedenle mahiyeti de yer yer değiştirilen, söz konusu görüşmenin doğru şeklini, (Ekrem Demirli çevirisiyle) bizzat İbnü’l-Arabî’nin kendisinden aktaralım önce:

“Bir gün Kurtuba’da şehrin kadısı Ebu’l-velîd İbn Rüşd’ün huzuruna girdim. Halvetimde, Allah’ın bana açmış olduğu şeyleri duyup öğrendiği için benimle karşılaşmak istiyordu. Duyduklarından dolayı şaşkınlığını izah ediyordu. Babamın arkadaşlarından birisi olduğu için babam beni İbn Rüşd’ün arzusu üzerine, benimle bir araya gelsin diye bir vesileyle beni ona gönderdi. O esnada bıyıkları henüz terlememiş bir delikanlıydım. Huzuruna girdiğimde sevgi ve saygıyla kalkıp beni kucakladı ve şöyle dedi:

—Evet!

Ben de cevap verdim:

—Evet!

Söylediğini anladığım için sevinci arttı. Sonra sevincinin sebebinin farkına vardım ve ona ‘hayır’ dedim. Bunun üzerine üzüldü, rengi değişti ve sahip olduğu şeye karşı kuşku duydu. Bana şöyle dedi:

—Keşif ve ilahî feyizde, işin nasıl olduğunu gördün? Acaba teorik düşüncenin bize verdiği gibi midir?

Şöyle cevap verdim:

—Evet ve hayır! ‘Evet ile hayır’ arasında ruhlar maddelerinden, boyunlar bedenlerinden uçar.

Bunun üzerine rengi sarardı ve kendisini sıkıntı bastı, bağdaş kurup oturdu ve işaret ettiğim şeyi anladı.”

İbnü’l-Arabî’nin bu nakline göre, İbnü’r-Rüşd ile görüşmesi iki mertebede gerçekleşiyor: Birinci mertebe halvet mertebesi, ikincisi ise zahirî (gerçek) mertebe. Ancak zahiri mertebede olan da batınî bir boyut taşıyor. Tıpkı, İbnü’l-Arabî’nin “... işin zahiri bozulma ve fesat iken, bâtını ve iç yüzü salah ve iyiliktir” deyişindeki gibi (Fütûhât, c: 12/210).

İbnü’l-Arabî’nin, tek nakilde iki mertebeyi birden verişini ve bu yolla mezkur görüşmenin formunu da aynı yerde açığa çıkarışını, yine onun şu yorumuyla verebiliriz:

“İlk düşünce, hiçbir zaman yanılmayan ilahi–doğru düşüncedir. Masumiyet ve geçerlilik ilk düşünceye ait olduğu gibi kader ve kaza da onda ortaya çıkar. Aynı şey, ilk bakış, ilk duyuş, ilk hareket için de geçerlidir. İlk olan ‘zecr’ ilmini kazandıran bilgidir. Bu bilgiler hiçbir zaman yanılmayacağı gibi doğruluk da onların yanılmaz özelliğidir. Demek ki ilk olanlar öne geçmiş hakikatlerdir. İlk düşünceden sonra gelen her şey, ilkin izini takip ederek gelmiş iç konuşmadır. Hazırlık ve ön değerlendirme ilk düşünceye aittir. İlk düşünce akıllara arkasında bulunan şeylere ulaşma coşkusu verir. Kavrayışlı ve derin zeka, bütün hakikatlerini kavrayıp suretinin kendisine verdiklerini öğrenip ve en gizli sırlarını anlayana kadar kendisine gelen ilk ve açık durumdan ayrılmaz. Bir şeyin zahirinin verdiği bilgiyi tam olarak öğrendiğinde ise bâtın –ki zahirin izinde gelmiştir– demek olan kendisine gelen başka düşünceye geçer. Bu itibarla zahiri bilmeyen bâtını hiç bilemez, çünkü zahir bâtının delilidir.” (Fütûhât, c: 16/74-75)

İbnü’l-Arabî / İbnü’r-Rüşd görüşmesinde, şunu özellikle ve öncelikle belirlememiz gerekiyor: Bu görüşme bir rekabeti, haliyle bir galibiyet / mağlubiyet durumunu değil, bir farkı çerçevelemektedir.

Bu fark, alim ile arif arasındaki farktır ki, evvelindeki ayırıcı hüküm de, alimin ilahi, arifin rabbani oluşudur. (bkz.: Fütûhât, c: 15/137)

“Evet ve hayır”ın peşpeşe tahakkukuyla ilgili merakımızı, onu aklî yorumlarımızla yorgun düşürerek açıklamaktansa, yine konunun hem muhatabı hem nakledicisi olması bakımından İbnü’l-Arabî’nin, zikrettiğimiz nokta esasında felsefe tanımında temellenen yorumları üzerinden gidermemiz daha doğru olacaktır. Çünkü aktardığımız diyalogda, “evet ve hayır”ın beraber söylenmesinin nedeni gayet açıktır ve açık olan bir şeyi, muhatabının açık edişinin ötesinde açıklamaya kalkışmak, onu karıştırmak olacaktır.

—Nasipse, buradan devam ederiz inşallah.—

#İbnü’l-Arabî