Ezan değil, ecnebi tabiatlı vekil sorundur

04:0011/11/2018, Pazar
G: 11/11/2018, Pazar
Ömer Lekesiz

Andreas Tietze, vefatından (2003) az bir süre önce hazırlayıp, ilk basımını bizzat gördüğü Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı’nın birinci cildildinde (2002), Türkiye Türkçesi’nin “14. asırdan beri mühim bir mevkie sahip” olduğunu belirterek, lugatta esas alınan hurufata dair verdiği kısa bilgide, Arap hurufatlı dillerden Arapça, Farsça, Kürtçe ve Osmanlıca ile Yunanca ve Ermenice’yi özellikle zikreder.Titze’nin lügatini “Tarihi” olarak nitelemesine neden olan da, Anadolu Türklerine mahsus

Andreas Tietze, vefatından (2003) az bir süre önce hazırlayıp, ilk basımını bizzat gördüğü Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı’nın birinci cildildinde (2002), Türkiye Türkçesi’nin “14. asırdan beri mühim bir mevkie sahip” olduğunu belirterek, lugatta esas alınan hurufata dair verdiği kısa bilgide, Arap hurufatlı dillerden Arapça, Farsça, Kürtçe ve Osmanlıca ile Yunanca ve Ermenice’yi özellikle zikreder.


Titze’nin lügatini “Tarihi” olarak nitelemesine neden olan da, Anadolu Türklerine mahsus hayati zenginlik ve çok kavimle dolayısıyla çok kültürle ve çok dille yaşama tecrübesidir. Söz konusu süreçte, keza din dilinin kurucu öğesi olan Arapça’nın, bununla birlikte edebi dilin kurucu öğesi olan Farsça’nın, en az dil ve din kelimelerinin semantik yakınlığı kadar Türkçe ile yakınlaştıkları ise malumdur.

Öyle ki, Arapça olan ibadet dili ile oruç, namaz vb. Farsça olan ibadet adları, Türkçe’ye eklenerek, ilgili ifadeler ayrıca bir çeviriye gerek duyulmayacak şekilde bu dilin aslından sayılmışlardır.

Bu aynı zamanda Türkçe düşünen ve konuşan toplumun tefekkürünü, ideal (yetkin) anlamları zikredilen dillerin bizzat kendilerinde yerleşik olan manalarla zenginleştirerek açması ve genişletmesi demektir.

Örneğin, Besmele, ideogramik bir bütünlüğü de ifade ettiğinden, ayrıca bir çeviriye ihtiyaç hissettirmeyecek tarzda, görüldüğü anda şekli ve manası birlikte düşünülen bir ibaredir.

Nitekim şuurlu mütercim ve müfessirler, Besmele’deki Allah lafzının rahman ve rahim sıfatlarıyla pekiştirilmesi halinde, ilgili yüklemin bunlara da yükleneceğini ve dolayısıyla ilk lafzın talileşeceğini göz önüne alarak, onu Türkçe’ye çevirmekten kaçınmışlardır. Zira sıfatları ilk lafza yüklemekle, ilk lafzı sıfatlara yüklemek aynı şey olmadığı gibi, bir yüklemin lafızla ve sıfatla ilişkisi de aynı değildir.

Bu husus, benzer ve farklı cihetlerden Ezan için de geçerlidir.

Allahuekber ibaresinde, Allah, tanrı olarak çevrilemeyeceği gibi, buradaki ekber de tek başına ulu / büyük olarak çevrilemez.

Yine bu veçheden bakıldığında Ezan’daki yedi (sabah ezanındaki eklemeyle, sekiz) ibare de aslında tek bir ibare gibidir. İçindeki lafızlardan birinin düşürülmesi doğrudan manayı malul hale getireceğine göre, tek bir ibare olarak Ezan’ın kendi dilinin dışındaki bir dile çevrilmesi de manasının peşinen katledilmesi demektir.

Cumhuriyet’in ilk devrinde, kavim esaslı resmi bir dil oluşturma gayretiyle Türkçe’ye yapılan siyasi / bürokratik

faşist zulmün Ezan’a kadar uzandığı ama çok partili siyasi hayata geçilmesiyle

birlikte bunun sonra erdiği malumdur.

Çerçevelemeye çalıştığımız üzere, mevcut Türkiye Türkçesi’nin, hayati pratiklere tabi olarak kendi içinde aslileştirdiği Arapça ve Farsça kelimelerin, terimlerin ve ibarelerin ayrıca Türkçeleştirilmesine asla ihtiyaç duyulmayacağı, tek başına en cahil birinin bile Ezan’ı işittiğinde “Aziz Allah” diyerek mukabelede bulunuşundan bellidir. Zira Ezan’ı günde beş vakit dinlemenin kendi içinde oluşturduğu manevi anlamın, başka bir dile çevrilmek suretiyle ihata edilmesinin imkansızlığı aşikardır.

Geçtiğimiz günlerde bir milletvekilinin “Ezan Türkçe okunsun ben anlayayım” şeklindeki talebi öncelikle bu cihetle saçmadır.

Milletvekili olmanın gerektirdiği asgari bilgiye, ezber kabiliyetine, muhalefet becerisine(!) sahip olacaksın ama Türkçeleşmesini talep ettiğin Ezan’ı öğrenme / bilme konusunda şu yaşına kadar hiç ihtiyaç duymayacaksın!

İçinde yaşadığın toplumda, gusül abdesti almayıp, manen pis gezen birinin ecnebi olarak isimlendirildiğini bilecek, ama yıllarca duyduğun ve Arapça aslıyla okunmasına karşı olduğun Ezan konusunda gerçek ecnebilere (kafirlere: hakikati örtenlere) rahmet okutacak kadar, onun anlamını öğrenmeye kendini kapatıp, sonra onu anlamadığından şikayetçi olacaksın!

Bunlar bir saçmalığın ürünü değilse, ya dizginsiz bir kinin verimi olan kütükleşmiş bir gerizekalılığın veya siyasi bir nifakın verimidir, ya da daha açık bir ifadeyle iflah olmaz bir din düşmanlığının göstergesidir.

İyi derecede İngilizce ve Rusça bildiği ve geçmişte diplomatlık yaptığı söylenen bu milletvekilinin, içinde yaşadığı topluma, Ezan başta olmak üzere mevcut toplumunun dilsel zenginliğine karşı ecnebi olması, mantıklı bir izahtan vareste olduğu gibi, aynı kişinin Ezan’ı yabancılayarak, ona karşı tüm duyularını, anlama hislerini ve öğrenme gayretini nedeni belirsiz bir hınç ve edepsiz bir dille dondurması da izahtan varestedir.

Dolayısıyla onun mezkur talebiyle ilgili olarak zikrettiklerimizden geriye nifakçılık ile din düşmanlığı ihtimalleri kalmaktadır.

Netice olarak, gerçekte Ezan’a dair bir sorun yoktur; asıl sorun, ecnebi tabiatlı birinin milletvekili olarak varlığıdır.

#Türkçe Ezan
#Öztürk Yılmaz