Yer, dildeki istila kabiliyetiyle belalı bir kelime; yer(leşik)liliği hakikatine dahil olan için yer olmayan bir yer yok çünkü.Genel planda, yerleşebilir olan her şeyi içine alan bir zarf azmanı olduğu gibi, özel planda, zarf hükmündeki binlerce yeri de kendine dahil eder, yer:Bastığım yer, yerde yer edindiğim (mekan tuttuğum) yerdir; bilinçaltım tarihin, belleğim kişisel tarihimin (suretler / imgeler kataloğumun), kalbim Rabbimin yeridir; aklım düşünmenin, gözüm görmenin, kulağım duymanın, dilim
, dildeki istila kabiliyetiyle belalı bir kelime; yer(leşik)liliği hakikatine dahil olan için yer olmayan bir yer yok çünkü.
Genel planda, yerleşebilir olan her şeyi içine alan bir zarf azmanı olduğu gibi, özel planda, zarf hükmündeki binlerce yeri de kendine dahil eder, yer:
Bastığım yer, yerde yer edindiğim (mekan tuttuğum) yerdir; bilinçaltım tarihin, belleğim kişisel tarihimin (suretler / imgeler kataloğumun), kalbim Rabbimin yeridir; aklım düşünmenin, gözüm görmenin, kulağım duymanın, dilim tatmanın ve sözün... yeridir.
Yeri,
ca bir özetle, yerleşilen dünya mekanı anlamında yerinde tutarak belalımız olmaktan çıkaralım ki, söz çoğalmasın: “... yerler vardır, topolojik yerler, özler düzeyindeki yerler ve bir de dünyadaki yer var. Bu genelde itişip kakışılarak elde edinilir.”
Ve
elde ettiğimiz yerlerden birinden söz edelim:
’den!
Divriği’nin kendisi küçük (bir kasaba) ama muhteşem Ulucamii ve Dârüşşifa’sıyla, din, ilim, sanat eseri bakımından büyük bir yer. Burada büyük kelimesini hacim maksatlı olarak kullanmadığımı belirtmeme gerek yok sanırım; Divriği’nin büyüklüğü zikrettiğim eserlerin
ve dolayısıyla
, doğru orantılıdır.
da bunu şöyle tespit eder: “Divriği Ulucamisi, Anadolu-Türk sanat ortamı senkretizminin olağanüstü, karmaşık ve çokbileşenli yapısını en iyi anlatan sanat ürünüdür. Bu tür bir senkretizme Türk hanedanları döneminde Kuzey Hindistan’da, örneğin Delhi’de Kuvvetü’l-İslam Camisi gibi yapılarda rastlayabiliriz” (Divriği Mucizesi, Yapı Kredi yayınları, İstanbul 2001).
Mezkur eserleri büyük kılan mimari ve sanatsal değerleridir ama aynı zamanda
. Bu devirde (11 – 13. Yüzyıllar), Lacan’ın ilgili kelimelerini tekrar kullanarak söyleyecek olursak, itişip kakışma
sahiptir.
’dan kopup, önlerini aça aça batıya doğru ilerleyen Türklerin
kolu
’yi 1055’te,
’ı 1064’te ele geçirip,
’le birlikte (1071) Anadolu’ya bir kapı açarak sürdürdüler, batıya (aynı zamanda Batı’ya) doğru yürüyüşlerini.
Malazgirt’ten birkaç yıl sonra
,
’i aldı ve kendisine başkent edindi. Birinci Haçlı Seferi’ne (1096-1099) kadar da İznik Türklerin elinde kaldı. Geride ise beylikler, emirlikler, valilikler çatısı altında yoğun olarak sürüp gitti, itiş kakışlar.
Divriği, 1118-1250 yılları arasında
’ı merkez edinen,
’nin elindedir.
’la,
’le,
’la,
’la ve elbette
’la onca itiş kakışın içinde, Mengücek Divriğisi’nde,
zamanında Kale Camii (1180-1181),
ve karısı
(ki, Behram Şah’ın kızıdır) zamanında Ulu Camii ve Dârüşşifası (1228-1289) yapıldı.
Şimdi siz, “İyi de, itiş kakışın gemi azı aldığı şu günleri yazmak varken, Divriği’deki eserleri ve onları yapanları niye yazıyorsun” diye itiraz edebilirsiniz. O halde hemen söyleyeyim:
Yakın zamanda, yeni yayınlanmış bir kitabı okudum. Yazarının da kitabın da adı lazım değil. Sevgili
Hocamın, yukarıda zikrettiğim devre mahsus
ile ilgili çalışmalarının
, asıl
’nı meşrulaştırmak tahtında, biraz
kotarılmış bir kitap...
Yazarın temel itirazı, yer edinme üzerine: Her manada yer edinmeye karşı direnen
’i (ve dolayısıyla Gezi Eşkıyaları’nı) yüceltmek için
’ten başlayarak (yer edinmenin gayretinde olan)
Osmanlı sultanlarına, vezirlerine, şeyhülislamlarına hakaretler yağdırırken
, kendi tezini güçlendirmek için (düşüncelerini bizzat kitaplarından değil,
’den öğrendiği)
’yi (v. 1153) ve (Rum şehirlerinin sultanı sıfatıyla
’a yazdığı mektuptan da bîhaber olarak)
’yi, hatta
’u ve hatta
’i pervasızca istismar etmiş.
Özetle şunu söylemiş yazar: “Ey
(s: 152) Müslüman yöneticiler, Yeni Osmanlıcılar (ve dahi İslamcılar), tarihi kodlarınıza yaslanarak yer edinmeyi yer tutmak sizin ne haddinize! Lozan’da verilen sözleri hatırlayın!
Ben Lozan’ın gönüllü komiseri olarak
,
başta İngilizlerin ve Almanların Türkiye’de yer edinmelerinin savunucuyum
. Yer edinmek, sizin değil onların hakkıdır. Siz Kalenderîleriler gibi olun; vurun şişenin dibine, serkeşliği, serseriliği, başıbozukluğu meslek edinin yeter size.”
İşte bunları okuyunca, “
Divriği’de geleceğe köprü kuran eserlerle Anadolu’da yer edinenler mi daha deliydiler, yoksa yer edinmeye karşı çıkan sapkın dervişler mi?
” diye sormadan edemedim.
Kanal İstanbul’u, havaalanını vb. projeleri elbette Divriği Ulucamii ve Dârüşşifası’ıyla eşitlemiyorum, ama dünden bugüne yer edinmeyi pekiştiren resmi ya da sivil tüm çabaları
istiklalimizin işaretleri
olarak görüyorum.
Bu manada,
ve
adlı delilerle,
arasında bence hiçbir fark bulunmuyor.
1.000’inci yıldan beri
Anadolu’da yer edinmek için kelle koltukta savaşanlarla, edinilen yerlerde yaptırdıkları eserlerle bu edinişin mührünü yeniden ve yeniden yere kazıyanlara selam olsun!