Uzun bir hazırlık maratonundan sonra, ilgili sınavları da vererek, üniversitede okumayı hak eden bir öğrenci, önce harç, burs vb. işlemler için İdari ve Mali İşler Dairesi’nin tahsildarlarıyla muhatap olur.
Ardından Öğrenci İşleri Dairesi’nde kaydını yaptırır ve son olarak Sağlık Kültür ve Spor Dairesi’ne giderek yemek, sağlık, kültür vd. sosyal aktiviteler için gerekli belgeleri aldıktan ve böylece üniversitenin idari yönetimiyle işlerini ikmal edip, okuduğu bölüme ayak basar ve asıl akademik yöneticilerle ve hocalarla sürecek olan öğrenimine başlar.
Dolayısıyla hiçbir öğrenci mezkûr işlerde üniversitenin rektörüyle muhatap olmadığı gibi, oradaki öğrenciliği boyunca rektörün adını ancak genel talimatlarda ve son olarak aldığı diplomada görür.
Diğer bir ifadeyle, üniversitede okumayı hak eden bir öğrenci, okuyacağı üniversiteyi ve bölümü rektörüne göre seçmez. Hatta kendi fakültesinin dekanını da seçmez, sadece okuduğu bölümün başkanını ve ilgili hocalarını bilir ve öğrenimini onlarla ikmal eder.
Rektör ve dekan kimler tarafından nasıl seçilir, bölüm başkanları nasıl atanır, kimler nasıl bölüm hocası olur vb. hiçbir soru öğrencinin gündeminde yer almaz.
Öğrenci üniversiteyi bitirip hayata atıldıktan sonradır ki, görevi itibariyle ülke yönetimine katkısı, ilgili sistemin yapısına mahsus siyasi tercihleri ve faaliyetleri cümlesinden bu konuları düşünmeye, görüşlerini dile getirmeye başlar.
Lafı dolaştırmadan söyleyecek olursak: Boğaziçi’nin öğrencisi de öğrencilik esasında diğer devlet ve özel üniversitedekilerden farklı değildir. Boğaziçili öğrencinin diğerlerine göre daha yüksek puanla burada okumayı hak etmeleri onlara bir üstünlük sağlamadığı gibi, onların başkalarınca seçkin tayin edilmelerine de bir sebep teşkil etmez.
Nitekim kalkışma esnasında taşkınlık yapanların, üniversitenin itibarına ve malına zarar verenlerin, tahribatta bulunma konusunda başkalarını da özendirenlerin Boğaziçili öğrenciler olmadıkları güvenlik kayıtlarından ve adli takiplerden de açıkça görülmektedir.
Madra’nın oradaki konuşmasında, “Taksim ayaklanması” vurgusunda bulunarak, sarf ettiği kimi sözlerle Gezi’deki vandallığı yumuşatmaya, hatta “aslan Sosyal Demokrat muhabbetinin gevşekliği içinde –karşılığı sadece kendisinde oluşan– bir devrim efsanesi üretmeye” çalıştığını belirtmişim.
Konu Boğaziçi kalkışması olunca, Ömer Madra’yı o günün misafir konuşmacısı olmasının ötesinde, doğrudan Boğaziçi’yle ilişkili bir kültürel hegemonist numunesi olarak hatırlamam, beni yazı başlığında da zikrettiğim derebeyliğin oluşumunu ve işleyişini incelemeye sevk etti.
Sonuçta, ne öğrendiğimi şimdilik kısaca ifade edeyim:
Bu derebeyliğin devletin bilgisinde olmadığı düşünülemez. Hatta o bilginin, Gezi Eşkıya Kalkışmasının baş tertipçisi olarak halen tutuklu bulunan birinin ismine gelip dayanmış olması da mümkündür.
Bu derebeylik, kendi bünyesinden olmayan ya da en azından kendi işleyişini sekteye uğratmama garantisi bulunmayan birinin rektör olarak atanmasını istemiyor ve devleti kendisiyle pazarlık etmeye zorluyor.
Hikâyenin ilk durumu bundan ibarettir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.