Amerika’nın, muhtelif halkları (refah, adalet, güçlülük ve güvenlik vaadiyle) kendi içinde bir arada tutarken, dışındaki halkları ırk (kimi yerlerde din, mezhep) merkezli olarak parçalamaya mahsus bir siyaset izlediği kimsenin meçhulü değil; ırkları / inanç gruplarını ya doğrudan (kendisince sağlanan imkanlarla) çarpıştırarak ya da aşırı güvenlik tutkusuyla maddi kaynaklarını (örneğin, silahlanma yoluyla) kendi içlerinde bloke ederek, hükmünü yürüttüğü de artık aşikâr.
Amerika’nın bunların dışında, söz konusu ırklar / inanç grupları nezdinde bizzat kontrol ettiği ve kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirdiği bir husus daha vardır: Yerli entelektüel sezgiye ket vurmak ve dolayısıyla onlarda kendisine karşı yarattığı hayranlığı, aynı zamanda bir uyumluluk, koşulsuz bağlılık şartı olarak dayatmak suretiyle sair potansiyel tepkileri açığa çıkmadan eritmek.
Basiretlerin bağlanması olarak kavramsallaştırılabilecek olan bu hususun tipik örneklerini uzaklarda armaya gerek yoktur. Sadece Türkiye’nin, Süleyman Şah Türbesi’nin yerini geçici olarak değiştirmesi (2015); Esed rejimi, PKK/PYD/YPG ve DEAŞ ittifakının Türkiye’yi hedef haline getirmesine karşı Fırat Kalkanı Harekatı’nı gerçekleştirmesi (2016) ve son olarak aynı gerekçeyle Zeytin Dalı Harekatı’nı başlatması karşısında, yerli entelektüellerin gösterdikleri tepkileri örnek almak yeterlidir.
Vaki örneklerde ortaya çıkan ilk şey, Lozan’ı, asıl acziyetlerin ve boyun bükmelerin de belgesi olan detayları yönünden saklayarak, totalde bir başarıymış gibi benimsetebilmek için üretilen “bu haliyle kabul etmeseydik, bağımsızlığımızı kazanamayacaktık” şeklindeki belirsizliğe bağlı korku söyleminin halen içten içe devam ettiğidir.
Buradaki hassas nokta, Lozan’ı eleştirmek / eleştirmemek değildir. Çünkü tarih keşkelere göre işlemez; kendi gerçekliğiyle işleyişi, olanın kaydı olarak, olumsuz olanın bir daha tekrarlanmaması yönünde tedbir üretişimize ya da üretmeyişimize göre işlevsellik kazanır ya da kazanamaz.
Zikrettiğimiz söylem bu bağlamda hassasiyet taşıyan bir olumsuzluktur. Çünkü
Halen, belirsizliğe bağlı korkunun etkisini taşımaktadır,
Ve dolayısıyla ulus devlete mahkûm edilme hükmüne (değişen zaman ve şartlar gereğince istiklalinin de tehlikeye girmesine rağmen) koşulsuz itaat etmeyi telkin etmektedir.
Bu nedenle, özellikle Osmanlılığa yapılan vurgular tehlikeli sayılarak, “huzurumuzu tepmeyelim, tarihin enkazı içinden cansuyu aramayalım, Amerika’yı ve onun koruma kalkanındaki diğer güçlü devletleri onlara bağlılığımız konusunda kuşkuya düşürmeyelim; elimizdekiyle yetinmekle kalmayalım, yetinişimizi boyun eğişimizle ve her türlü yeni emre açık oluşumuzla pekiştirelim” şeklindeki vb. itirazlar, tarihi bir gerçekliğin yanılsaması (acı tecrübelerin süreklileştirilmesi) olarak, kolayca (harekatlar, barış seferleri ortamında bile) ileri sürülebildiği gibi, başta CHP olmak üzere kimi (muhafazakar) partilerin, siyasi görüşü olarak da zikredilebilmektedir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu, her şeyden önce entelektüel planda basiretin bağlanmasıdır.
Gücü olmayan savaşı talep etmez, ancak maruz kaldığında (anlaşma ihtimallerini de tükettiğinde) bundan kaçınamaz. Yine aynı güçsüzlük şartlarında tarihi olguları ve olayları kendi romantizminin nesnesi yapamayacağı gibi bilakis ilgili gerçeklikleri önemlerine göre gruplandırarak öyle keskinleştirir ki, hayati hakikatlerden yana yeni bir yanılgıya düşmesin.
Hal böyleyken, basiretin bağlanması, kendi içine kapanmaya, enerjisini atalete soğurtmaya ve düşünce üretimini kısırlaştırmaya şartlandırılmaktan başka bir şeye yorulamaz.
Fernand Barudel “Osmanlıların macerasının kalbi Avrupa’da yer almaktadır. Osmanlıların zaferinin simgesi olan bir deniz kenti, aynı zamanda onlara ihanet edecektir; İstanbul’un yerleşikleştirme, örgütleme, planlama konusundaki bu tutkulu inadı Avrupa tarzındadır. Bu kent padişahların gereksiz çatışmalara girmelerine yol açarak, gerçek sorunları onlardan gizlemiştir. 1529’da başlamış olan Süveyş kanalını kazmamak; 1538’de Protekizliye karşı sonuna kadar mücadeleye girmemek ve bir kardeş kavgasında, sınır alanlarının boşluğunda İran’a çarpmak; 1569’da Aşağı Volga havzasını fethetme fırsatını kaçırmak ve ipek yolunu yeniden açamamak; Akdeniz’deki gereksiz savaşların içinde kendini kaybederken asıl sorunun büyük dünyanın dışına çıkmak olduğunu görememek: Bunlar kaybedilmiş sayısız fırsatlardır” diyor (II. Flipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası I, çev.: Mehmet Ali Kılıçbay, Doğubatı Yayınları, İstanbul 2017).
Basiretin bağlanmasına tabi olanlar -zikredilen korkularından ve şartlandırılmalarından kaynaklanan itirazları da bir yana-, Braudel’in bu düşüncelerini bile geriye iterek, küçük dünyalarında (velev ki Türkiye istiklallerini yitirecek de olsa) mutlu yaşamayı adeta bir varoluş tezi olarak sahipleniyorlar.
Oysa ki bugünlerde gündeme getirilen şey, birkaçını yukarıda Braudel’in de vurguladığı geçmişte kaybedilen fırsatlardan bahisle, hiç değilse Amerika tarafından yerleşikleştirilmiş korkular yüzünden yeni fırsatları kaybetmeme talebidir.
Bu bağlamda bir fikri söylemek bile, zikredilen neden ve tarzda basiretlerinin bağlanmasına teşne olanları huzursuz etmeye yetmektedir.
Çünkü basiretler bağlandıkları yerden çözülür.
Bunun acısız gerçekleşmesi ise muhaldir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.