İbnü’l-Arabî’den seçilmiş sözler

04:0023/09/2021, Perşembe
G: 23/09/2021, Perşembe
Ömer Lekesiz

İbnü’l Arabî tefekkürünün genel bir karşılığı olarak kullanılan Vahdet-i vücûd teriminin –benzer terimleri zikretmesine rağmen–, onun lûgatında müstakil olarak yer almadığını ve dolayısıyla mezkur terkibin, onun tilmizleri, müntesipleri tarafından Hazretin düşüncelerinden hareketle sistemleştirdikleri yeni nazariyata ad olarak verildiğini, daha önce bu sütundaki birkaç yazımda ifade etmiştim.Osmanlı’nın kuruluş felsefesinin kendilerine nispet edilmesi nedeniyle kurucu babalar olarak anılan İbnü’lArabî,

İbnü’l Arabî tefekkürünün genel bir karşılığı olarak kullanılan Vahdet-i vücûd teriminin –benzer terimleri zikretmesine rağmen–, onun lûgatında müstakil olarak yer almadığını ve dolayısıyla mezkur terkibin, onun tilmizleri, müntesipleri tarafından Hazretin düşüncelerinden hareketle sistemleştirdikleri yeni nazariyata ad olarak verildiğini, daha önce bu sütundaki birkaç yazımda ifade etmiştim.

Osmanlı’nın kuruluş felsefesinin kendilerine nispet edilmesi nedeniyle kurucu babalar olarak anılan İbnü’l
Arabî, Sadreddin Konevî, Davûd el-Kayserî ve Mevlânâ
’nın Vahdet-i vücûd nazariyatını neden oluşturduklarının cevabı ise, Ekrem Demirli’nin TDV İslam Ansiklopedisi için yazdığı ilgili maddedeki şu tanımında yer alır:

“Vahdet-i vücûd düşüncesi varlığı (vücûd), mümkün ve zorunlu kısımlarına ayrılmadan önce kendinde bir hakikat şeklinde ele alıp zorunlu ve mümkünü onun iki kutbu saymak suretiyle Hak ile halkı (yaratılmışlar) izâfet ilişkisiyle birbirine bağlar. Böylece Tanrı-insan ilişkileri başta olmak üzere birlik-çokluk sorunu, insan iradesi ve özgürlüğü, âlemdeki kötülük problemi, sebeplilik vb. metafizik konularla iman ve akîdenin anlamı, ahlâk konuları ve çeşitli dinî bahisler hakkında kapsamlı ve sistematik bir düşünce ortaya koyar. Bu düşünceyi kabul edenlere vahdet-i vücûd ehli, vücûdiyye denir.”

Bu tanımdan, Müslüman hâkimlerin daha önce peyderpey muhatap oldukları, çok kavimli, çok dilli ve çok dinli bir dünyayı yönetme mecburiyetinin, Osmanlı ile birlikte genelleştiğini ve buna göre kurulacak yeni hakimiyetin İslam esaslı yeni bir nazariyeyi gerektirdiğini; kurucu babaların da Vahdet-i vücûd ile bu ihtiyacı karşıladıklarını okumamız mümkündür.

Fütûhât-ı Mekkiyye’den (Ekrem Demirli
çevirisiyle) yapa geldiğimiz tematik seçmelerin bir yenisini daha sunarken bu temel hususu tekrar hatırlatma gereği duyduk ki, Hazretten yaptığımız alıntıları din ve dünya (dindarlık ve hükümranlık) ilişkisi zemininde doğru konumlandırmış olalım.
Şeyh
Muhyiddin
İbnü’l-
Arabî
diyor ki:

“Herhangi bir varlığın sûreti insan vasıtasıyla ortaya çıkar ki, ilk akıl da büyüklüğüne rağmen sûretin bir parçasıdır. (...) İnsan sûret sayesinde halifeliği elde etmiş, tasarruf ve insanlık adını kazanmıştır.” (FM X:198-199)

“Her ilâhî hakikatin âlemde başkasına ait olmayan bir hükmü vardır ki, bunlar nispetlerdir.” (FM X:262)

Nispetler
, varlıklarla nitelenmez ve bu nedenle de bir nihayete ulaşmazlar. (...) Nispetlerin sonsuz olduğunu belirttik. Öyleyse mümkünlerin yaratılması da sonsuzdur. Böyle bir ifadeyle yaratılmış dünya ve ahiret süreklidir. O halde marifet de dünya ve ahirette sürekli olarak meydana gelir. Bu nedenle bilginin artışını istemek emredilmiştir.” (FM X:276)
“İş,
bilgi ve amel
le sınırlıdır. Amel ise iki kısma ayrılır: Duysal ve kalp amelleri. Bilgi iki kısımdır: Aklî ve şer’î bilgi. Her kısım, verilişinde, Allah katında belirlenmiş iki teraziye dayanır. Yükümlü kuldan istenilen ise, adaletle teraziyi kullanması, haddi aşmaması ve hile yapmamasıdır.” (FM X:345)
Sanat
, sanatçısından ancak kendisi hakkındaki bilgisinin suretini isteyebilir, yoksa zatının suretini değil. Sen, Yaratanın sanatısın! Öyleyse senin sûretin, O’nun sana dair bilgisiyle örtüşür.” (...) Bilmelisin ki, Rabbin karşısında nefsini hangi teraziyle tartarsan tart –ki, nefsin nedeniyle gurura kapılmamalısın–, sen altın tartan demir madeni sayılırsın.” (FM X:350)
“Bütün bu
sûretler
uzunluk, genişlik, doğruluk, eğrilik, yuvarlaklık, dörtgenlik, üçgenlik, küçüklük, büyüklük... bakımından farklı şekillerde aynalara yansıyan tek sûret gibi dokuz felekte bulunur.” (FM X:388)

“Ârif, kendisini ayna olmaksızın, kendisi nedeniyle bilen kimsedir.” (FM X:389)

“Sûret, (insanın âlemde Hakk’a) vekil ve halife olmasını sağlar. yoksa
kardeş
liği temin etmez. (...) Dolayısıyla sûret, bazılarının zannettiği gibi kardeşliğin nedeni değildir. (...) Şu var ki, (insanın kendisine göre yaratıldığı) sûret, iman kardeşliğinin açığını sebeplilik yoluyla kapatabilir, çünkü sebeplerin sebeplide etkisi olmasaydı, Allah onları var etmezdi.” (FM XI:295)
Zuhur
hakikate değil, sûretlere aittir. Hakikat, her zaman görünmezdir, sûreti görünür.” (FM, XI:365)
“Yazmak anlamındaki ‘
ketebe
’ eklemek demektir. Bundan hareketle, ‘ketibe’ askerlerin birbirlerine eklenmesi nedeniyle böyle isimlendirildi.” (FM XII:163)
Nokta
, çevrenin varlık ilkesidir.” (FM XII:358)
“Allah, insanı yapamayacağı bir işle
yükümlü
tutmaz; yapabileceği ise kendisinde yaratılmış istidada bağlıdır.” (FM XIII:14)
#İbnü’l-Arabî
#Osmanlı
#Davûd el-Kayserî
#Mevlânâ