Hevâ ve hevesin sanatla ilişkisi üzerine

04:004/06/2024, Salı
G: 4/06/2024, Salı
Ömer Lekesiz

Horasan şeyhlerinin büyüklerinden Ebû Ali el-Cüzcânî şöyle söylemiştir: “…Yuları hevânın eline verirsen seni zulmete götürür. Çünkü hevâ zulmetten yaratılmıştır. Akla uy, çünkü akıl seni nurlara ve Cebbar’a götürür.” Aynı zamanda el-Cüzcânî’nin bu sözü, varlığın zulmette yaratıldığına ancak Allah’ın tevhit ve takva esasında bir istidat ve gayret beyan edenleri nur ile desteklediğine, yani aydınlattığına ve böylece canlılar âleminden insanlık alemine çıkardığına; bu sayede “insaniyetten pay sahibi


Horasan şeyhlerinin büyüklerinden
Ebû Ali el-Cüzcânî
şöyle söylemiştir: “…Yuları hevânın eline verirsen seni zulmete götürür. Çünkü hevâ zulmetten yaratılmıştır. Akla uy, çünkü akıl seni nurlara ve Cebbar’a götürür.”

Aynı zamanda el-Cüzcânî’nin bu sözü, varlığın zulmette yaratıldığına ancak Allah’ın tevhit ve takva esasında bir istidat ve gayret beyan edenleri nur ile desteklediğine, yani aydınlattığına ve böylece canlılar âleminden insanlık alemine çıkardığına; bu sayede “insaniyetten pay sahibi olmak, adamlıkta mükemmelliğe ulaşmak” anlamında mürüvvete eriştirdiğine dair Sûfilikteki hâkim görüşle de örtüşmektedir.

Bunlardan hareketle, yaklaşık dokuz yıl önce yine bu köşede yazdığım “Sanat, hevâ ve heves” ilişkisi üzerine birkaç ilavede bulunmam gerekiyor ama önce oradaki ilgili kelimelerin ve manalarının hatırlanması için o yazıyı alıntılamalıyım:

“Misalli Sözlük
hevâ
(hvy) kelimesini “İstek, arzu, heves, meyil; aşk, sevgi, tutkunluk; (nefisten gelen) arzu, iptila”, “heves” kelimesini de “Gelip geçici arzu devamlı olmayan istek” şeklinde açıklamış.

İki kelime de isimdir ama kullanıldıkları yer ve duruma göre ikisi de bir fiili ifade edebildikleri gibi, biri diğerinin fiil de olabiliyor.

Nitekim Kamusu’l-Muhit’
hevâ
yı, “Nefsin irade ve arzu eylediği nesneye denir; bir nesneye muhabbet eylemek manasına masdar olur” şeklinde açıklarken “hevesi” de “Cünundan bir gune eser ve şaibeye denir, çalık gibi” şeklinde açıklıyor.
Kur’an’da geçen bir kelime olarak
hevâ
sertçe ifade edilen olumsuzlukları ihtiva ediyor. Bu yanıyla Râgıb el-İsfehanî’nin Müfredat’ında “Nefsin bir şehvete; arzuya meyletmesi. Ayrıca bu (sözcük) ‘şehvete meyleden nefs’ için de kullanılır. (...) Böyle adlandırılmasının nedeni, sahibinin dünyada her türlü felaket(in için)e, ahirette de Haviye(nin için)e düşürecek olmasıdır; yukarı bir yerden alçak bir yere düşmek; aşağıya doğru gitmek” anlamlarıyla yer alıyor.
Dolayısıyla
hevâ ve heves
nefsin bir eseri olarak (…) yaratılışı nedeniyle değil, bir
sınama
biçimi oluşuyla öne çıkıyor. (…)

İbnü’l-Arabî bu durumu şöyle açıklıyor: “Hevâ üzerinde bir sınırlama yoktur ve bu nedenle sınırsız bir şekilde arzu sahibidir. Hevânın hakkı onun kendi sebebi olmasıdır. (...) Hakka da hevâ sayesinde uyulur ve hevâ seni doğruluk oturağına oturtur. Hevâ haz vericiyken ibadetteyken haz onunla alınır. Hevâ kendisine sığınan için bir barınaktır.”

Heva’yı yaratılışta sınırsız,
emir ve itaat
açısından sınırlı olarak hayal ve gerçeklikle ilişkilendirdiğimiz yerde ise ondan sanata dair bir durum olarak
da
söz ediyoruz demektir.
Çünkü, sözlük anlamıyla
sanat
ın, “Duygu, tasavvur ve fikirleri etkili bir biçimde ve göze gönle hitap edecek şekilde söz, yazı, resim, heykel vb. ile ifade etme hususundaki yaratıcılık” olduğunu (Misalli Sözlük) benimsediğimizde hevâyı bu tanımın merkezine yerleştirmemiz gerekiyor.

Öyleyse sanatla bir hava (aura) ya da havada yer tutan bir sanat (şey) oluşturmanın şartı, hevâyı (ve hevesi) o yönde harekete geçirmektir; hevânın olmadığı yerde sanat onu oluşturacak havadan (nefesten, candan) mahrum demektir. (…)

Sanat ve heva/heves ilişkisindeki şu inceliğe de dikkat çekmemiz gerekir ki, “istek, arzu, heves, meyil; aşk, sevgi, tutku...” anlamındaki hevâ, bunları dile getirebilmenin nihai aracı olarak sanatı da kendi anlamının içine çekebilmektedir.

Diğer bir söyleyişle isteğin, arzunun, hevânın, meylin, aşkın, sevginin, tutkunun… emzirdiği sanat, hevesin yatağındaki çocuktur ve “Çocuk yatağa aittir.”

Bu yanıyla hevâ’nın maruf olan anlamlarına bir de “...arzu... ve bunların tezahürü olarak sanat” açıklaması eklense yeridir.

Yanlış hatırlamıyorsam şair Haydar Ergülen geçmişte “Şiir bir hevestir” demişti. Bu manada Hz. Peygamber’in (sav) kendisinden korunduğu şey olarak “heva” ve elbette şiir (bakınız: Necm Suresi 53:3; Şuara Suresi 26:224-226), sanat bağıyla onun ümmetine bir nasip, bir bağış olarak döndürülmüş gibidir.

Gerçi “şiir” derken, onu sanatın bir türü olmaktan çok, genel ilahi bilgiyle (ilhamla) seküler bilginin bir berzahı saydığımı da söylemeliyim ki, bu ayrıca ele alınması gereken bir husustur.

Sonuç olarak heva (ve heves) ile elde ettiğimiz sanatı ya da sanatla görünür kıldığımız hevâyı (hevesi) olumsuzlamamamız gerekir. Çünkü özel olarak sanat ve genel olarak sanat beğenisi neticede bu iki kelimeye bitişiktir.

Bir şartla ki, her ikisinin de havamızı kirletmemeleri, bilakis (hem değiştirmek hem de renklendirmek anlamında) havamızı telvin etmeleri esas sayılmalıdır.”

Nasipse buradan devam edelim inşallah.

#Aktüel
#İslam
#Ömer Lekesiz