Kırılan kalpleri onarma sanatı

04:0018/03/2018, Pazar
G: 18/03/2018, Pazar
İsmail Kılıçarslan

Öyle olmadığını biliyorum ama olsun. Efsane şöyle: Kane, 15. Yüzyıl'ın başlarında, Japonya’nın Tahara kentinde yaşayan zengin, güçlü ve âşık bir adammış. Zenginliği babadan, güçlülüğü bedenden, aşkı da o kadından yani Oka’dan kaynaklanırmış.Oka’yı gördüğü gün kalbine bir ok saplanmış Kane’nin, yaralanmış. O yaranın ilacı Oka’yı alıp evlenmek olmuş. Kane, Oka’yı öyle çok sevmiş, ona öyle değer vermiş ki bu aşkı görenler “bir erkek bir kadını Kane’nin Oka’yı sevdiği gibi sevmeli” der olmuşlar.Her

Öyle olmadığını biliyorum ama olsun. Efsane şöyle: Kane, 15. Yüzyıl'ın başlarında, Japonya’nın Tahara kentinde yaşayan zengin, güçlü ve âşık bir adammış. Zenginliği babadan, güçlülüğü bedenden, aşkı da o kadından yani Oka’dan kaynaklanırmış.

Oka’yı gördüğü gün kalbine bir ok saplanmış Kane’nin, yaralanmış. O yaranın ilacı Oka’yı alıp evlenmek olmuş. Kane, Oka’yı öyle çok sevmiş, ona öyle değer vermiş ki bu aşkı görenler “bir erkek bir kadını Kane’nin Oka’yı sevdiği gibi sevmeli” der olmuşlar.



Her şey yolunda gitse adına dünya denmezdi yaşadığımız gezegenin. Çocukları olmamış Kane ile Oka’nın. Mutluluktan yaptıkları bahçe, birkaç çiçekle şenlenmemiş. “Bugün yarın güzel haberi alırız” derken yıllar yıllara eklenmiş. O zengin, güçlü, âşık adamın ışığı yavaş yavaş sönmeye, mutluluğu ağır ağır tükenmeye başlamış.

Dünyanın belki de en hisli kadını olan Oka ise çaresizliğine sessizliğini katık etmiş ve susmuş. Gereken kadarını konuşmanın dışında fazladan bir kelime ettiğini duyan olmamış.

Bahçedeki havuzun nilüferlerine dalıp gittiği bir akşam Kane, belli belirsiz bir uykuya dalmış. Rüyasında, son zamanlarda her gece gördüğü gibi, konağının bahçesini bebeklerle dolu olarak görmüş. Bebeklerin başındaysa güzel bir genç kız varmış.

O tatlı rüzgârla uyanınca Oka’nın çay seremonisi için hazırlık yaptığını görmüş. Canı sıkılmış bu işe. Hırslanmış, öfkelenmiş. Kendisini gördüğü günden bu yana bir kere olsun sesini yükseltmediği Oka’nın yanına gidip “ben senden bebekler istiyorum, sense çay hazırlamaktan başka bir işe yaramıyorsun” diyerek bağırmış. Geçmemiş hırsı. Hırsı geçmeyince, belki beş yüz yıldır Oka’nın ailesinde olan ve evlendiklerinde çeyiz olarak getirdiği çay takımını kaldırıp yere vurmuş. Hem çaydanlık hem de fincanlar büyük bir gürültüyle kırılmışlar.

Bu kadarı da yetmemiş Kane’ye. Üzerine yürümüş Oka’nın. Dişlerini gıcırtadıp yumruklarını sıkmış.

Kane elini havaya kaldırdığında Oka, yumuşacık bir tüy gibi düşüvermiş yere. Kane, onu öylece orada bırakıp şehre gitmiş. Sabaha kadar o meyhane senin bu batakhane benim dolaşıp durmuş.

Seherde eve döndüğünde evin hizmetçilerini ve bir hekimi, Oka’nın yatağının başında bulmuş. Oka, uyanmıyormuş. Kane sert, hem de hiç bilmediği kadar sert bir acı hissetmiş kalbinde. Pişmanlık dağının zirvesinden bakmış dünyaya.

İlk birkaç ay “uyanır” diye beklemişler ama nafile. Öyle yumuşacık bir tüy gibi yatağında hareketsiz duruyormuş Oka.

Belki üçüncü, belki dördüncü senenin sonunda bahçenin uzak ucunda tartıştıkları akşam kırılan çay takımının parçalarını bulmuş Kane. Sanki Oka’dan bir iz, bir işaret bulacakmış gibi parçaları tek tek okşamış.

Bu okşama faslı da bir vakit sürmüş. Kane, Oka’nın ellerini ellerine almadığı her an bahçede oturup o parçaları tek tek sevmiş.

Günün birinde, Oka’yı o halde bulduğu seher vaktinden bu yana ilk kez olmak üzere, şehre inmiş Kane. Tutkal yapımında kullanılan malzemeler, fırçalar, kaplar ve altın tozu almış.

Tezgâhını Oka’nın yatağının yanı başına kurmuş. Önce altın tozuna bulanmış yapıştırıcı tutkalı nasıl yapacağını bulmuş. Ardından usul usul çay takımının tüm parçalarını tamir etmeye, onları yapıştırmaya başlamış. Günde bir tek parçayı usulünce yerine yapıştırabildiğinde yüzünden mutluluğun gölgesi geçer gibi olurmuş. Böyle böyle yüzü aşkın parçayı birleştirmeyi, birleştirdiği parçaların üzerini macunla kaplamayı başarmış. Sadece, fincanların birinde, serçe parmağının ucunun yarısı kadar bir parça eksik kalmış.

Bahçede on gün aramış o parçayı Kane. Onuncu günün sonunda bulmuş aradığını.

Ertesi gün, o küçük parçayı da yapıştırarak çay fincanını onardığı ve “bitti işte” dediği an gözlerini açmış Oka. Kane’nin elinde o fincan varmış. Oka çok derinden fısıldamış “o nedir Kane?”

Kane cevap vermiş: Bu, kintsugidir. Kırılan kalpleri onarma sanatıdır. Acı çekmiş, kırılmış, hatalar işlemiş, yaralanmış kalpleri onarmak gerekir çünkü.

Oka, elini uzatmış Kane’ye. “Ne kadardır uyuyordum ben?” diye sormuş. Kane, gülümsemiş: “Bir saattir sevgilim. Sen bir saattir uyuyorsun. Benim uykumsa seninkinden epeyce fazla sürdü.”

Tarihçiler, “yarasıyla onurlanan” bu adamın ismini bilmiyorlardı elbette. Kane’nin yani ilk kintsugi ustasının adını bir tek ben biliyordum. Bana da bir dostum öğretmişti. “Tüm kırık kalplere umut vermek lazım, bunu yazmalısın” demişti. Bu, odur işte.

Bu arada, Kane ve Oka’nın çocukları olmamış hiç. Ancak kırılan kalpleri yani birileri tarafından kırılan kıymetli eşyaları altın macunuyla daha da kıymetli hale getirip onardıkları atölyelerinde hayatlarının sonuna kadar “çatlayacak kadar aşkî” halde yaşamışlar.

#Efsane
#Japonya