Kasım ayında Ketebe Yayınları arasından bir öykü kitabım yayınlanacak inşallah. Adı, Kara Dursun ve Diğer Ankara Söylenceleri. Çocukluğumun ve ilk gençliğimin Ankara’sı ile hesabımı kapatıyorum denilebilir bu öykülerle.
Bu öyküleri yazmaya karar vermek benim açımdan zor oldu. Çünkü artık hayatımın, geçmişimin bir kısmını görmezden gelmeye, hatta neredeyse yok saymaya bir son vermem gerekecekti bu öyküleri yazarsam.
O cesareti topladım ve sarıldım kaleme. Basit bir cümle yetişti imdadıma: “Yaşantının kendisi, her türlü ideolojik formasyondan daha kıymetlidir.”
Ne demek istiyorum? Anlatmayı deneyeyim.
İdeolojik yönelimlerimiz ve hatta artık politik tercihlerimiz en çok bizi biz yapan her neyse onu yok saymamıza yarıyor. Olmadığımız, olmayacağımız biriymiş gibi davranmamızı sağlıyor. Çünkü o çarpıtılmış aidiyet hissi aynı zamanda bazı şeyleri yok saymamızı gerektiriyor. Bilgisayar diliyle söyleyecek olursak, ideolojik yönelimlerimizi ve politik tercihlerimizi bir virüs koruması gibi kullanıyoruz. Böylelikle, kendimize tuhaf ötekiler icat edip tuhaf bir zihin konforu oluşturarak bir çeşit “güvenli alan insanları” haline geliyoruz. Büyük ötekiyle değil de kendi tuhaf ötekilerimizle ifade ediyoruz kendimizi.
Karışık mı oldu? Basitleştirmeye çabalayayım. Son 20 yılın Türkiye’si son derece hastalıklı şekilde “gündelik politik gündemin bütün hayatı kapladığı” tuhaf bir kara parçasına dönüştü. Ve kimse kusura bakmasın, bunu el birliği ile hepimiz hayata geçirdik.
Hele Gezi olayları sonrası neredeyse büyücek bir akıl hastanesine dönüştü memleket. Yüzde sekseni, yüzde doksanı birbirine benzeyen insanların yaşadığı Türkiye’de artık “herkes kendi mahallesinde yaşasın” cümlesi hüküm sürüyor. Kimsenin birbirini gerçekten dinlediği, gerçekten anlamaya çalıştığı falan yok. Temel önyargılar üzerinden ilerleyen tıkız bir politik gündeme hapsettik kendimizi. “Ortak iyi” denilebilecek figürler bütünüyle ortadan kayboldu.
Yeri gelmişken söyleyeyim. Etkisi bakımından hayatımın en üzücü meselelerinden birinin Gezi Olayları olacağını tahmin etmezdim. Kimsenin birbirini dinlemediği ve bir çeşit “karşıt kamp düzeni”ne geçilen bir ülkemiz oldu Gezi Olayları sayesinde. Ardından gelen darbe girişimleri falan derken neredeyse herkesin birbirine güvenini kaybettiği bir vasatımız oldu.
Bir örnekle ne demek istediğimi izah etmeyi deneyeyim. Hasan Ali Toptaş bence Türkçe’nin yaşayan en büyük anlatıcılarından biri. “Kuşlar Yasına Gider” ayrı güzel, “Heba” ayrı güzel, “Gölgesizler” ayrı güzel. Dergimiz Cins’te söyleşi yapmak istediğimiz isimlerin başında geliyor Toptaş. Ama ne oluyor, nasıl oluyorsa bir türlü söyleşi yapmayı başaramıyoruz. “Ne oluyor, nasıl oluyor” diyorum ama aslında ne olduğunu da, nasıl olduğunu da biliyorum. Hasan Ali Toptaş için, Şule Gürbüz için, Ercan Kesal için, Ahmet Mümtaz Taylan için artık bir çeşit “öteki mahallenin insanları” durumundayız. Onlar da bu mahalle için “öteki mahallenin insanları.” Birbirimizi ne kadar yakından takip edersek edelim “kamusal alanda bir araya gelmemek” üzerinden bir hat oluşturmuş durumdayız neredeyse.
Dikkat isterim. “Bu durumun suçlusu şudur, budur” demiyorum, demem. Suçlu aramak beyhudedir de artık. Ya da şöyle söyleyeyim. Hepimizin zaten suçlu olduğu bir durum için suçu omzumuzdan atmaya çabalamak boş çabadır.
Bundan sonrasını nasıl yapacağız? Nasıl yapmalıyız? İçinde “ihanet, cehalet, düşmanlık” geçmeyen bir şarkının notaları olmayı başarabilecek gücümüz var mıdır?
Yine dikkat isterim. “İdeolojik yönelimlerimiz rafa kalksın, politik tercihlerimiz yok olsun” gibi bir yaklaşım gerçekten safdillik olur. Ben, “bu farklılıklarla aynı şarkının notaları olabilmek mümkündür” diyor ve bunu savunuyorum.
Bu sosyal sıkışmışlık sadece yepyeni üzüntüler getirir bize…
Bu arada başa dönersek… “Şimdi bunları anlatsam nasıl anlaşılırım acaba” diyerek anlatmadığım bütün öyküleri anlatıyorum ben Kara Dursun’da. Yani tanıdığım alkolik bir muavini, bir cami imamıyla evlenmiş konsomatris Gülsüm’ü, bana “boşver Hosta’da döneri, şuradan cep kanyağı alalım o parayla” diyen 15 yaşındaki kuaför çırağı kızı, “ne iş yapıyorsun?” diye sorulduğunda “gayrimeşru kovalıyoz gardaş” diye cevap veren çek senet tahsilatçısı Şahin’i, Ankaragücü maçına gelmek için bir parmağının ucunu bilerek planyaya kaptıran Siteler kalfasını… Çünkü artık anlıyorum ki hayat, her türlü ideolojiden de, her türlü politik yönelimden de daha sahici ve daha gerçektir. Hayatı inkâr ederek alınacak mesafe sahte bir mesafedir ve sonunda üzüldüğümüzle kalırız. Ve ne yazık ki Türkiye bu haliyle hayatı inkâr ederek de yaşanabileceğini düşünen insanlarla dolu tuhaf bir ülkedir.
Bir şey yapmalıyız.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.