Pazar günü yayınlanan yazımı “gelenekli inanç topluluklarını önemsemeliyiz, modern inanç topluluklarının panzehiri bu yapılardır” diyerek bitirmiş ve “gelenekli inanç toplulukları” hakkında da yazma sözü vermiştim. Oradan devam edeyim.
Önce bir yanlış anlamanın önüne geçebilmek adına tanımı ihata etmeye çalışayım. Yeteri kadar eskimiş herhangi bir yapıya “gelenekli” diyemeyiz. Yeteri kadar eskimek, herhangi bir yapıyı gelenekli yapabileceği gibi “antika” da yapabilir, “ikinci el eşya” da. Dahası, “gelenekli” olmak için herhangi bir yapının “eskimiş” olmasına da gerek yoktur.
Adına “cemaat, dini topluluk, tarikat” denilen yapılar durduk yerde ortaya çıkmış yapılar değildir. Genel anlamda “sürdürülebilir bir dini hayat” için uğraşmışlar, bu uğraş üzerinden aynı zamanda isteyerek ya da istemeden bir sosyolojik-toplumsal zemin de oluşturmuşlardır.
Meselenin ek yeri de burasıdır: Sürdürülebilir dini hayat oluşturma iddiası bir süre sonra müridin, bağlının, takipçinin sosyolojik-toplumsal durumunu da etkilemekte, gündelik yaşam tercihlerinden evliliğine, arkadaşlarından parasal ilişkilerine kadar bir dizi irili ufaklı olaya da müdahil olmaktadır. Ve hayır, bu kötü bir şey değildir. Zaman zaman ve bazı şartlarla birlikte kötü hale gelebilmesi mümkündür fakat.
Benim için herhangi bir yapıyı “gelenekli” hale getiren husus bu toplumsal değişimi yönetme biçiminde ortaya koyduğu yaklaşımdır. “Organik mi, organizasyonel mi” sorusu aynı zamanda “gelenekli mi modern mi” sorusuyla eşitlenebilir böylece. Hatta “vurgu hedefe mi, sürecin kendisine mi” sorusu da aynı soruyla eşitlenebilecek bir başka sorudur.
Hadi örnekleyelim şunu: Türkiye’de irili ufaklı pek çok “Nur talebesi” cemaati var. Bu cemaatlerden bazıları organik ve süreç vurgulu, bazıları ise organizasyonel ve hedef vurguludur. Organizasyon ve hedef vurgusu yapan cemaatler kapalı, içe dönük ve ajandalıdır. Bir “yapılacaklar listesi” üzerinden ilerlerler. Oysa organik ve süreç vurgulu yapılar söz gelimi “Risalelerin anlaşılması ve yaygınlaşması” gibi bir meseleyi odak haline getirirler, içe kapalı değillerdir, belirgin bir ajandaları yoktur. Hal böyle olunca birinci türden yapılarda parayla ilişkiden evlilik yönetimine, bağlının zihinsel olarak biçimlendirilmesinden hangi partiye oy verileceğine değin geniş bir “organizasyon” hikayesi ile karşılaşırız. İkinci tür yapılarda ise “insan odaklılık” diyebileceğimiz bir durum vardır.
Dikkat isterim. Bağlılarını, takipçilerini, müritlerini “birbirine benzetme, bir örnek haline getirme” çabası olsa olsa bir planın parçasıdır. Ve yine dikkat isterim. Birbirine benzetme çabası daha çok “sınıfsal ve zihinsel bir benzeyiş” üzerinden ele alınmalıdır. Beyaz takke takıyormuş, sarıkla geziyormuş falan; bunlar değil yani.
Bir başka yerden ilerleyelim. Türkiye’de 80’li yıllardan beri “epistemik cemaat” olarak faaliyet gösteren bir İslami yapının içinden gelen arkadaşım anlatmıştı. “Silah yok, başka yerden gelecek parayı kabul etmek yok, uluslararası organizasyonlarla yapısal ilişkiler kurmak yok” şeklinde üç ilke üzerinden anlaşmışlar ve hep bu üç ilke üzere davranmışlardı. Cemaatin “epistemik” olması onu “gelenekli” olmaktan çıkarmamıştı böylece.
Bugün Türkiye’de “gelenekli inanç topluluklarının” büyük imtihanı bence “devletle ve politikayla kurdukları ilişkiler” ile “organizasyonel olana meyyallik” problemidir. Daha doğrusu şunu tam tamına kuralım: Organizasyonel olana ve güce meyyallik yüzünden devletle ve politikayla ilişki kurma biçimleridir.
Haftada bir ya da iki kez dergaha, asitaneye, derse, halkaya, zikire giden insanın esasta beklentisi “onarım”dır. Oysa bugün Türkiye’de pek çok yapı “onarım” yerine “politik inşa” üzerinden güç devşirmenin derdini çekiyor. Sıkıştığımız yer budur.
“Devletten bir şey isteme, devlet senden meşru bir şey istiyorsa yerine getir, gerekirse meşru devleti savun” şeklinde özetlenebilecek üç ilkenin o ya da bu oranda ihlali, gelenekli yapılarımızı modern cemaatler haline dönüştürdü, dönüştürüyor. Bence tartışmanın mihenk noktası da burasıdır.
Ben “modern inanç topluluklarının panzehiri gelenekli inanç topluluklarıdır” derken aslında Türkiye’deki vasatı değil, Türkiye’de vasat olması gerekeni işaret etmeye çabalıyorum böylece. Umarım derdim anlaşılmıştır.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.