Başka işim yok mu?

04:0031/03/2018, Cumartesi
G: 31/03/2018, Cumartesi
İsmail Kılıçarslan

Yok. Daha doğrusu, insanı ve toplumu tanıyabilmek için uğraşmanın en önemli işlerden biri olduğunu düşünüyorum ve bunu böylece düşünmek bana iyi geliyor. Bir taraftan da sosyolojinin içinden yazmanın bana sağladığı bir özel avantaj var. Sosyoloji yazdığımda bazı isimler, ne yazdığımı zinhar anlamadıkları için, yazılarımı kesip biçip bir yerlere servis edemiyorlar. Eh, adımın “vatan haini”ne çıkmaması da bir avantaj benim açımdan. Öyle işte…Şimdi başlıkta sorduğum soruyu biraz değiştirip senin tarafına

Yok. Daha doğrusu, insanı ve toplumu tanıyabilmek için uğraşmanın en önemli işlerden biri olduğunu düşünüyorum ve bunu böylece düşünmek bana iyi geliyor. Bir taraftan da sosyolojinin içinden yazmanın bana sağladığı bir özel avantaj var. Sosyoloji yazdığımda bazı isimler, ne yazdığımı zinhar anlamadıkları için, yazılarımı kesip biçip bir yerlere servis edemiyorlar. Eh, adımın “vatan haini”ne çıkmaması da bir avantaj benim açımdan. Öyle işte…



Şimdi başlıkta sorduğum soruyu biraz değiştirip senin tarafına geçeyim sevgili okuyucu. Bana şunu sor: “Başka işin yok mu?” Ben de sana diyeyim ki: “Başka işim yok. Başka herhangi bir işin bundan daha önemli olabileceğine dair bir inancım da yok. Dolayısıyla Türkiye’deki din bezirgânlarını, hayal haramilerini, çakma mesihleri, yandan çarklı mehdileri yazıyorum, yazmaya da devam edeceğim”.

Bugünkü yazımın konusu da organizasyonuyla, vaatleriyle, yöntemleriyle ve geliştirdikleri din diliyle tipik bir modern kült olan Üveysiler.

Bu gruba bir süredir internet videolarında falan rastlıyorum. Doğrusu iyi çalışılmış bir organizasyon. Allah, sevgi, huzur gibi kelimelerle Mevlana, Yunus falan anlatılarını yan yana getirip “zikir her şeyi çözer” cümlesine bağlıyorlar meseleyi. “Modern insanın huzursuzluğunun çaresi zikirdir” önermesini “zikir her şeydir” yavesine bulandırarak belirsiz bir alan oluşturuyorlar ve “iç huzuru, lütuf” gibi şeyler vadediyorlar “Üveys kardeşleri”ne.

Başlarında dersini fena çalışmamış bir adam var. İsmi Muharrem Karabay. Kendisine “öğretmen” diyor. İrşat etme yetkisini “Üveysi kanalla” yani herhangi bir silsile-i meratibe bağlanmaksızın elde ettiğini söylüyor. Anahtar kelimesi “lütuf…” Aslında yaptığı temel numara, problemlerle boğuşmakta zorlanan günümüz insanına bir “çakra açıcı olarak” zikri önermek. “Zikir tüm dertleri çözer, üstelik vaktinizi de almaz” diyerek oluşturuyor modern kültünün başat söylemini. Bu söylemi de “Üveys kardeş” dedikleri bağlıların zikirle nasıl aydınlandıklarını, nasıl da birinci sınıf insanlar haline geldiklerini anlattıkları videolar destekliyor.

Hem kendisinin hem de müritlerinin yetersiz dini bilgilerinden anlıyoruz ki Muharrem amca öyle din diyanet, şeriat fıkıh gibi meselelere takılmıyor. İlgili ilgisiz 40-50 âyet bilmek, Yunus’tan Mevlana’dan dizeler okumak kesiyor amcayı. Onun derdi dükkânı yürütmek.

Dükkân nasıl yürüyor peki? Otel toplantılarıyla, kitap satışlarıyla falan… Her modern kült gibi işin ekonomik modelini iyi planlamışlar. Sistemin yürümesi “kült üyeleri”nin sayılarının çoğalmasına bağlı...

Gördüğüm kadarıyla çoğalıyorlar da… Otellerde, sağda solda yaptıkları toplantılara katılım da oldukça iyi, videolarının izlenme rakamları da.

Şu öğretmen Muharrem Karabay için “dersini iyi çalışmış” dedim. Oraya döneyim. Bence modern kültler içinde en tehlikelileri liderlerinin dersini iyi çalışmış olanlarıdır. İnsanları kolayca etkileri altına alabiliyorlar ve boşluklarını sahte bir güven hissiyle doldurmayı kolayca başarıyorlar.

Açık konuşmak lazım… Bu tür din simsarlarının, bu tür hayal avcılarının, bu tür modern kültlerin oluşturduğu tahribatın tek bir suçlusu vardır, o da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Osmanlı Devleti’nin 1866 yılında kurduğu meclis-i meşayih benzeri bir yapıyı hayata geçirmemenin vebali devletimizin boynunadır zira. Gerçek şeyhi çakma mehdiden, hakiki Allah dostunu gerzek dolandırıcılardan devletin gücünü kullanarak ayırmanın bir yolu bulunmazsa Fetullah, Adnan, İskender, Muharrem, Nurullah derken din elden gidecek. Daha doğrusu, din elbette elden gitmez ama bu herifleri bir cacık zanneden insanların dinleri, psikolojileri, paraları, her şeyleri elden gitmiş olacak.

“Meclis-i meşayih” deyince bunu bir irtica meselesi olarak anlamaya yatkın yurdum Kemalist’ine de sesleneyim bari: Meclis-i meşayih dediğin kurum kimin şeyhlik yapıp kimin yapamayacağını, hangi tekkede neler olduğunu denetleyen bir kurumdur. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin dini, tasavvufu, tarikatları “illegal” hale getirmesinin, tekke ve dergâhları kapatmasının oluşturduğu tahribatın sonucudur bu günlerde yaşadıklarımız. Bu üçkâğıtçıların din adına bu denli kolayca madrabazlık yapabilmeleri bu yüzdendir.

Çağrım her zamanki gibi nettir: Tekke ve dergâhlar yasal olarak açılmalı, devlet bu işleri ehillerince yasal bir zemine kavuşturmalıdır. Aksi halde ben bu yazılardan daha çok yazmak zorunda kalırım. Bari bana acıyın. Yazıyı yazabilmek için 8 saat Üveysilik videolarına maruz kalmanın yıpratıcılığını bir hayal edin. Vallaha yazık bana.

#Toplum
#İnanç
#Tekke ve Dergah