Uzun zamandır birbirine rakip, hatta düşman olan ve vekalet savaşlarıyla birbirini tehdit eden İran ve Suudi Arabistan aynı zamanda büyük bir kimlik bunalımı da yaşamaktadırlar.Araplar kendilerinden olmayanlara Acem demekle beraber, genel olarak bu kavram tarih boyunca İran coğrafyasından olanlar için kullanılagelmiştir. Ama son çeyrek asırda bu kavram yerine, Humeyni’nin devrimiyle birlikte bizzat kendi ismi, ardından “Militan İslam” ve bir süre sonra tarihte hiç olmadığı kadar “Şii İslam” kavramı
Uzun zamandır birbirine rakip, hatta düşman olan ve vekalet savaşlarıyla birbirini tehdit eden İran ve Suudi Arabistan aynı zamanda büyük bir kimlik bunalımı da yaşamaktadırlar.
Araplar kendilerinden olmayanlara Acem demekle beraber, genel olarak bu kavram tarih boyunca İran coğrafyasından olanlar için kullanılagelmiştir. Ama son çeyrek asırda bu kavram yerine, Humeyni’nin devrimiyle birlikte bizzat kendi ismi, ardından “Militan İslam” ve bir süre sonra tarihte hiç olmadığı kadar “Şii İslam” kavramı öne çıkmıştır. Bunlara ayrıca Körfez’in korkulu rüyası olan Şii Hilali oluşturma teorisini destekleyen “Yeni Safevilik” ilave edilmiştir. Son yirmi beş yılın batı ve doğu literatürüne bakılırsa İran kelimesi yerine neredeyse çoğunlukla bu yeni kavramların kullanıldığı fark edilecektir. Üstüne, Suudi Arabistan veliahdı yeni bir kavram üreterek İran dini liderini “Yeni Hitler” olmakla suçladı. Ancak şu bir gerçek ki;
“Suudi Arabistan” terimi Suudi toplumunu tam olarak tanımlamadığı gibi, bunların hiçbiri de İran toplumunu tam anlamıyla yansıtmamaktadır.
Her iki ülkede de farklı unsurlar, farklı mezhepler ve farklı toplumsal tabakalar bulunmaktadır. Zannedildiğinin aksine bu farklılıklar bir müşterekliğe dönüştürülememiştir.
İRAN KİMLİĞİNİN ÇELİŞKİLERİ
Tarihi Suudi Arabistan’dan çok daha eski olan İran’ın en belirgin özelliği tarih içinde bir kimlik oluşturamamasıdır. Zira pek çok yerleşik alanlar, şehirler kurmuş olmakla birlikte eski devirlerde merkezi bir yönetim ve müşterek kimlik oluşturmada aynı başarıyı gösterememiştir. Bu yüzden tarih içinde farklı isimler ile anılmış, 1979 Humeyni devriminden sonra da Şii İslam kimliğini kolay benimsemiştir.
İran eski Devlet Başkanı Ahmedinecad bu imajdan uzaklaşmak için 1979 sonrası ortaya çıkan vurguların yerine daha çok İranlı kimliğini öne çıkardı. Hatta İran’da başlatılan kampanyalar ile yeni bir
na doğru gidildi. Bunu yaparken birçok milliyetçi hareketlerde olduğu gibi efsanelerden ve İslam öncesi tarihi devirlerden referanslar alındı. Eğitimde ve toplumu yönlendirmede Persler, Medler; özellikle Zerdüşt din adamlarından büyük destek alarak merkezi bir idare kuran Erdeşir ve Araplara da hükmeden Sasaniler planlı bir şekilde öne çıkarılıp
yeni İran kimliği oluşturulmaya çalışıldı.
İran İslam Cumhuriyeti Anayasasında
bir kimlik vurgusu olmamasına rağmen, Cumhurbaşkanının mutlaka Fars kökenli olması
hükmünü koyan Kum uleması da bu yeni duruma sessiz kalarak destek verdi.
Aslında aynı süreçte geliştirdiği nükleer program ile batılıların, ABD ve İsrail’in gündemine girerken “Şiilik, Humeyni’nin yarattığı şok, militan kimlik” gibi eski kavramlar unutularak, dünya yeni İran kimliği ile tanışıp, muhatap olmuştu. Bu da İran’a bir avantaj sağlayarak kendisini yeni kimliğiyle birlikte uluslararası sistemde “beşin artı biri” olarak konumlandırmıştı.
SUUD KİMLİĞİNİN ÇIKMAZLARI
Aslında benzeri tarihi bir gelişmenin Suudi Arabistan’da da yaşandığını söylemek mümkündür.
18. yüzyılın ortalarında Muhammed b. Abdilvehhab ve Muhammed b. Suud’un ittifaki ile
Bedevi bir kültür ortamında başlayan dini-siyasi hareketin
ismi de bir problem teşkil etmiştir. Kendileri bu harekete “Tevhid” kendilerine de “Ehl-i Tevhid” adını verirlerken, başkaları, özellikle Osmanlı belgeleri onlara siyaseten “Harici” ve daha ılımlı bir yaklaşımla “Vehhabî” adı vermekteydi. Siyasi hareketin temsilcisi olan Suud liderleri ise kendilerini bazan İmam ama her zaman Necid Aşiretleri Emiri, Hicaz bölgesini ele geçirdikten sonra da Necid ve Hicaz Sultanı gibi coğrafyaya bağlı isimler ile tanımlamıştı. Ancak 1932 yılından itibaren Krallık unvanını kullanmaya başlayacaklardır. Tabii olarak geniş coğrafyada yaşayan halk da Suudî diye anılacaktır.
Ahmed Cevdet Paşa’nın da dediği gibi, bedevi topluma hitap eden Vehhabiliğin ilkeleri
ni yayarak kabileler arasında entegrasyonu sağlayan Suud ailesi, bu
aynı zamanda bir de
gayreti içine girmişti ve kısmen başarılı da olmuşlardı.
Şehirleşme ve eğitimin artmasıyla Suud toplumu dünya ile bütünleşme sürecine girmiştir. Özellikle petrol rezervleri ve dünya petrol üretimindeki yeri ülkeye müstesna bir mevki sağlamıştır. Dünyadaki muhatapları da petrolün hatırına geçmişte dini ve bedevi kimliği çağrıştıran ve esasında meşruiyet kaynağı olan isimlendirmeleri terk ederek, tam bir kimlik ifade etmeyen Suudi Arabistan adlandırmasını kullanmayı tercih etmiştir.
Aile ve coğrafya birlikteliğini vurgulayan bu yeni isim bir refah toplumunu tanımlamış ama tatmin edici bir kimlik haline dönüşememiştir.
Üstelik servet dağılımı eşit olmamasına rağmen,
diğer Araplar arasında bu kimliğin sadece “düşünmeyen paralı Arap” olarak algılanması
da ciddi bunalımlar yaratmıştır.
Devletin oluşmasına ve meşruiyetine imkan veren
Vehhabilik kimliğinin de artık şehirleşen ve bedevi kültürden uzaklaşan yeni Suudi toplumunu ifade etmede yeterli olmadığı ortaya çıkmıştır.
Bunu en iyi anlayan kişi de
dır. Daha veliahtlığı zamanında
Vehhabiliği de koruyarak, tarihi müşterekliğe dayalı
yeni bir Suudi kimliği oluşturmak için Kral Abdülaziz Araştırma Merkezini (Daretu’l Melik Abdülaziz) kurarak, ülkenin kimlik politikasını belirlemeye çalışmış ve bir hayli mesafe almıştır.
Veliaht Muhammed b. Selman da bu yolda ilerlemektedir.
“İslam’ı yeniden yorumlamıyoruz, İslam’ı kökenlerine yeniden döndürüyoruz” iddiasıyla aslında Suud toplumuna yeni bir kimlik kazandırma hevesindedir. Babasının uzun soluklu planını, İran karşıtı söylemi üzerinden hızlandırmak istemektedir. Yani bir telaşa gerek yoktur. Yeni bir restorasyondan geçen İran ve Suudi kimlikleri birbirlerinin zıddı olarak kaim olmaya devam edeceklerdir.
#İran
#Suudi Arabistan
#Ortadoğuü