Zihin dünyamızı kuran ama yok sayılan iki öncü: Fatih Şeker ve Şenol Korkut

04:0019/02/2017, Pazar
G: 17/09/2019, Salı
Yusuf Kaplan

Şundan eminim:Önaçan adamlar, yaşadıkları zamanda değil, daha sonra anlaşılırlar. Fatih Şeker ve Şenol Korkut'un da yarın keşfedileceğinden kuşku duymuyorum o yüzden.

Elimizde, İslâm'ı da, İslâm düşüncesini de,
kendi özgünlüğü çerçevesinde
anlatabilecek tek bir kitap bile yok!


Bir de

evlere şenlik metamorfoz yemiş seküler bir entelijansiya var bu ülkede: İslâm'ı, neyse o olarak değil, laiklik üzerinden tarif ediyor;

bireysel alana hapsediyor. Batı'da bile böyle bir sığlığa kimse göz yummaz!



Bu ülkede, genelde

İslâm

ve

İslâm düşüncesi

, özelde

İslâm felsefesi

ile ilgili yazılan kitaplar, Müslüman Zihni'ne

göre

yazılan kitaplar değil, modern algılama biçimlerine ve perspektiflere

göre

kotarılan metinler.



AŞILMASI GEREKEN İKİ BÜYÜK ENGEL: ORYANTALİZM VE ZİHİN KÖRLEŞMESİ


Burada oryantalistlerin rolü ve belirleyiciliği devede kulak misali gibidir. Dahası, bazı oryantalistlerin çapına ulaşabilecek durumda bile değiliz henüz.



Burada

oryantalistlerin

İslâm'a, İslâm düşüncesine, İslâm düşüncesinin şubelerini oluşturan felsefe, kelam, tasavvuf, fıkıh gibi alanlara

bakışımızı nasıl tarumar ettiklerini

söylemek bile gerekmiyor elbette.



Oryantalistlerin spesifik olarak yaptıkları yıkımdan daha öncelikli ve önemli, çok daha tehlikeli bir sorun var karşımızda:

Zihnimizin modern / seküler duyma, düşünme, sınıflandırma ve tanımlama biçimleriyle işliyor olması

. Bu soruna dikkat çekip de, bu sorunun yol açtığı entelektüel körleşmeyi enine-boyuna tartışan çıkmadı.



Oryantalizmin zihni nasıl körleştirdiğini ve köleleştirdiğini az çok biliyoruz.



Ama oryantalizmden önce, bizatihî

bizim zihin kodlarımızın İslâmî olmadığını

, İslâm'a, İslâm düşüncesine, kendi tarihimize, kültürümüze bile modern, daha sonra postmodern ama kesinkes

seküler / bölmeli zihin kodlarıyla, bakış açılarıyla baktığımızı görebilmemiz

ve asıl bunu tartışmaya açmamız, asıl bu açmazı aşmamız gerekiyor/du.



KONUŞLANDIĞINIZ YER, KONUŞMANIZIN DİL'İNİ, YER'İNİ VE YÖN'ÜNÜ BELİRLER


Şunu iyi bilmemiz gerekiyor:

Konuşlandığınız yer, konuşmanızın içeriğini belirler. Konuşlandığınız yer, konuşmanızın dilini, yerini ve yönünü tayin eder.


Başka bir ifadeyle:

Mevzi'niz, mevzu'nuzu belirler. Mevzilerini yitirenlerin mevzularını kendi zihin setleri, kendi algılama, düşünme ve bakış biçimleri açısından görebilmeleri imkânsızlaşır.


Durduğunuz yer, gördüğünüz şeyi belirler

: Zihniniz Batılı bakış açılarıyla işliyorsa, kendinizi, kendi kültürünüzü özgün hâliyle göremezsiniz:

Batı'dan kendinize bakarsınız; oradan burayı okursunuz; böylelikle buranın da canına okumuş olursunuz!


Daha yer / zemin meselesini de, dil / zihin meselesini de farkedebilmiş değiliz.



Batı'ya konuşlanırsanız / mevzilenirseniz, konuşmanızın içeriği / mevzusu, buraya ait bir şeye bakıyor olsanız bile, Batılı bir içerikle / mevzu'yla dolar.

Kendinize bile ulaşamazsınız sonuçta.


ZİHNİMİZ KÖR, BAKIŞIMIZ ŞAŞI!


Somut örneklerle bu teorik tespitlerimizi test edelim.



İslâm felsefesini dönemlendirirken hâlâ Batı felsefe gelenekleri ekseninde dönemlendiriyoruz:

Durduğumuz yer Batı'ysa, gördüğümüz “şey" burası olabilir mi?


Daha spesifik bir örnekten gidelim: Bizim bugün -iki asırdır-

felsefe-din ilişkilerine bakışımızla

, İslâm felsefesini sistemleştiren

Fârâbî'nin
felsefe-din ilişkilerine bakışı
taban tabana zıt

, iyi mi!



Fârâbî'yi bile

, Fârâbî ne yapmışsa o şekilde değil, tastamam çarpık bir şekilde,

Aydınlanmacıların / modernlerin belirlediği yerden, benimsedikleri ve çerçevesini çizdikleri bakış açılarıyla Greklere eklemleyerek okuyoruz!


Bu zihin, bize ait değil; çünkü zemin bize ait değil

; başka bir zeminden kendi zeminimize bakıyoruz; dolayısıyla kendimizi de, kendi zeminimizi de göremiyoruz!



Bakışımız şaşı. Zihnimiz kör ve çarpık. Yer'imiz / zeminimiz nâ-mevcut: Yerküre'de yer-körü'yüz!


Örneğin felsefe-din çatışmasından sözedilir. Fârâbî'ye göre “

felsefe-din" çatışması

vardır -veya yoktur- denilir.



Ama hiç kimse,

Fârâbî'nin “felsefe-din" kavram çiftini kullanmadığını

; aksine “

felsefe-millet" kavram çiftini kullandığını

bilmez, görmez.



Zokayı yuttuğumuz yer tam da burası işte:

Fârâbî'nin kullanmadığı, Batılılara ait bir kavramlaştırma ve bakış açısı, Fârâbî'ye giydirilir! Cinayet değil de, nedir bu?


Cinayettir; çünkü “

millet", Kur'ânî bir terimdir

; dinin hayatlaşması, hayata aktarılması demektir; yani

beşerî bir çabadır.


Din ise, tastamam ilâhî bir hâdisedir

.

Din ile felsefe kavramlarını yanyana zikretmek ontolojik bir felâkettir; tam bir zihnî körleşmedir.


FATİH ŞEKER VE ŞENOL KORKUT: İKİ PARLAK ÖNCÜ


Fârâbî

, Müslüman Zihni'n / aura'nın ve Müslümanca yaşama zemin'inin / habitus'un hükümfermâ olduğu,

ayna / kubbe işlevi

gördüğü, İslâmî duyarlıkları, zihin yapılarını ve Müslümanca yaşama biçimlerini

yansıttığı

bir dünyada yaşıyordu.



İki asırdır, ikinci büyük

medeniyet krizi

yaşıyoruz:

Gökkubbemiz çöktü; dolayısıyla Müslüman Zihni de, Müslümanca yaşama Zemin'i de yerle bir oldu.


O yüzden

İslâm'a, İslâm düşüncesine bakarken bile çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüşen, asliyetini ve hüviyetini yitiren bir zihinle bakıyoruz.


İşte

çağ körleşmesi

diye tarif ettiğim felâketin yol açtığı varoluşsal sorunlar bunlar. Çağ körleşmesi, bizim

Batı'ya mahkûmiyetimiz ve kendimizden mahrûmiyetimiz

:

Dilimizi / zihnimizi, yerimizi / zeminimizi ve yönümüzü / zaman'ımızı yitirmemiz.


Konuyu getireceğim yer şurası:

Türkiye'de, özgün ve çığır açıcı çalışmalar yapan insanlar, ya yaşarken ademe mahkûm ediliyor ya da
çeteler tarafından kurşuna diziliyor.


Fatih Şeker ve Şenol Korkut: Çetelere kurban verdiğimiz iki gizli kahraman. Çağ körleşmesi sorununu aşan iki öncü insan.


Fatih Şeker, Türk zihin/zihniyet dünyası, Selçuklu, Osmanlı entelektüel hayatı konusunda 10'a yakın çığır açıcı kitap yazdı.


Yazdı da ne oldu? Böyle biri yaşamıyor bu çorak ülkede!



Yazdıkları, Türkiye'nin fikir hayatının, zihniyet dünyasının arkeolojisini yapan, soykütüğünü çıkaran, üstüne üstlük bunu bir de kendine özgü şiir gibi bir dille kuran, böylelikle akademinin arkaik, Türkçeyi katleden dilini yıkan önemli metinler.


Şenol Korkut'un

dili, o kadar güçlü değil belki; ama zihni arı-duru ve tertemiz.

Siyaset felsefesi konusunda Fârâbî üzerinden aşılamayacak bir eser koydu ortaya.


Gören var mı? Yok.



Anayasa sorununun,

Türkiye'nin prangalarından kurtulma yolculuğunun

yapıldığı bir sırada, tam da bu iki parlak ve öncü ismin eserlerinin ve fikirlerinin konuşulması, gündem oluşturması gerekiyordu. Ama yaşadığımız zihnî körleşme, dolayısıyla bizi perişan eden sığlık, bir de buna çetelerin kendilerinden başka kimseye nefes aldırmaması ilkelliği eklenince, bu iki parlak ismi duyan bile olmadı.



Şundan eminim:

Önaçan adamlar, yaşadıkları zamanda değil, daha sonra anlaşılırlar

. Fatih Şeker ve Şenol Korkut'un da yarın keşfedileceğinden kuşku duymuyorum o yüzden.

#İslam
#Oryantalizm
#Fatih Şeker
#Şenol Korkut