Haftasonu gazetelerinde okuyunca inanamadım: Dünyada her yıl bir milyon kişi intihar ediyormuş!
İnsanlar, bütün dünyada, Maya takvimine göre, bugün, kıyametin kopacağı haberiyle yatıp kalktılar iki hafta boyunca.
Kimileri korktu, kimileri ürktü, kimileri de - çağımızın en büyük mit üreticisi medyatörler-, bin bir türlü hurafe üreterek hem gününü gün etti, hem de insanları ayartarak manipüle etti.
Oysa insanlık olarak kıyametin tam ortasında yaşamıyor muyuz zaten? Dünyada yılda bir milyon kişinin intihar etmesinden daha büyük kıyamet düşünülebilir mi?
Bu kadar çok insanın intihar etmesi neden konuşulmaz da, artık tarih olmuş, kökü kazınmış bir uygarlığın takviminde zamanın akışına ilişkin geliştirilen kozmik bir inanç, ne olduğu bile bilinmeden, tam da insanlığın zaaflarını sömürerek dünyanın gündemine niçin oturtulur “medyatik papazlar” tarafından?
Bence asıl konuşulması ve korkulması gereken felâket burada gizli: Medyaların, Maya takvimi üzerinden üretilen korkuları manipüle ederek, medyatik hurafelere dönüştürerek insanlığı ayartmasında.
İnsanlığın gerçek sorunlarının, karşı karşıya kaldığı büyük felâketlerin, insanlığı topyekûn intiharın eşiğine sürükleyen varoluşsal meselelerin üzerini, geliştirdiği ayartıcı ve pornografik dille örtmesinde.
İnsanlığın kıyameti bu aslında. Ama bu yakıcı gerçeği görebilecek yetilerimizi, melekelerimizi çoktan yitirdik biz bütün insanlık olarak.
Şunu demek istiyorum: Medyalar, ürettikleri imajlarla, gerçeği katlediyorlar: Medyaların bütün insanlığı eşiğine sürüklediği çağ, tam anlamıyla tekno-paganizm çağı: Teknolojik-ben”ler üretiyor medyalar.
Teknolojik-ben ne demek, peki?
Merkezinde medyanın yer aldığı teknoloji ve teknolojinin ürünleri tarafından insanın teslim alınması demek.
İnsanın teknolojinin kölesi hâline gelmesi.
Dolayısıyla insanın da, hayatın da mekanikleşmesi, şeyleşmesi, nesneleşmesi ve bitmesi.
Hayat, medyalar üzerinden sürüyor artık. Medyalar, varlıklarını, ürettikleri imajlara borçlu.
Biz hayatı yaşamıyoruz aslında. Yaşadığımız şey, medyatik hayat, medyalar üzerinden üretilen sanal bir hayat.
Medya, varlığını ve gücünü, ürettiği sanal imajlara ve bu imajları ayartıcı / estetize edici bir dille dolaşıma ve tüketime sokabilme gücüne borçlu.
Bir gerçek, medyada dolaşıma ve tüketime sunulduğu andan itibaren, gerçek”ten daha gerçeğe dönüşüyor. Gerçek görüntü, görüntü gerçek oluyor.
Böylelikle gerçek de, anlam da, medyatik görüntü üzerinden anlamını ve gerçekliğini yitiriyor ve buharlaşıyor.
Sonuçta, sanal dünya, gerçek dünyadan daha gerçek bir nitelik kazanıyor ve biz gerçekleri sanal dünyada (medyalarda) üretilen görüntüler üzerinden konuşuyoruz artık.
Heidegger'in “kamera, izleyiciye yöneltilmiş bir silahtır” dediği şey, tam burada devreye giriyor: İzleyici, gerçek hayatı değil, medyaların ürettikleri görüntüleri -hayat olarak- yaşıyor.
İşte teknolojik-ben, böylesi bir süreçte oluşuyor: Özelde medyanın, genelde teknolojinin belirlediği bir hayat, aslında insanı da, hayatı da, hakikati de yok eden mekanik bir kafese hapsediyor bütün insanlığı. Heidegger'in teknolojiyi, “vahşî canavar” olarak tarif etmesi bu yüzden oldukça anlamlı.
Geldiğimiz nokta, cep telefonlarından televizyonlara, sürgit yeni versiyonları üretilen bilgisayarlardan bizi hayatın zorluklarından ve sorunlarından kaçırarak aslında bizi sanal dünyaya hapseden, insanî yetilerimizi, duyarlıklarımızı ve ilişki biçimlerimizi iptal eden internet'in sanal dünyasına kadar, teknolojinin tanrılaştırıldığı bir dünya.
Ne kadar traji-komik değil mi? Modernlik, insanın tanrılaştırılması süreciydi. İnsanın kendini tanrılaştırmasına yol açan Prometeci / Faustçu ruh, insanı, her şeyi kontrol ve kolonize etme güdüsüyle donatmıştı.
Michael Zimmerman, Heidegger üzerine yazdığı (Paradigma Yayınları tarafından da Türkçeye çevrilen) bir kitapta, “her şeyin kontrol ve iktidar arayışına göre değerlendirilerek ölçüldüğü bir çağın psikolojik ve sosyal sonuçları nelerdir?” diye sormuştu.
Geldiğimiz noktada insanın, kontrol ve iktidar güdüsü, hem teknolojinin tanrılaşmasıyla, hem de insanın icat ettiği teknoloji tanrısı tarafından esir ve teslim alınarak güdülmesiyle sonuçlandı.
Teknolojik-ben, insanlığı, estetiğin imkânlarıyla ayartıcı şekillerde tekno-pagan bir nihilizmin eşiğine sürüklüyor, hayatı çölleştiriyor ve hakikati buharlaştırıyor.
Böyle bir dünyada, yılda bir milyon insanın intihar etmesi ya da Batı ülkelerinde, teknolojik-ben'leri kendilerini mekanikleştiren ruhsuz kişilerce, masum çocukların, gözlerinin yaşına bakmadan katledilmesi ve etrafın tam bir cehenneme çevirilmesi, teknoloji tanrısının intikamı ve insanlığı sürüklediği asıl kıyamet değil de ne peki?
İnsanın ve hakikatin ölümü yani...
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.