Türkiye'nin en temel meselesi, bütün sorunlarının gerisinde yatan ana-meselesi, eğitim meselesi.
Türkiye'de, sömürgeci bir eğitim sistemi hükmünü icra ediyor yaklaşık bir asırdır.
“KURTULUŞ SAVAŞI”NI NİÇİN YAPTIK PEKİ?
Türkiye, dünyanın sömürgeleştirilemeyen tek ülkesi; ama özellikle de eğitim sistemi aracılığıyla kendi kendini sömürgeleştiren tek ülkesi dünyanın: İşte Türkiye'nin trajedisi!
Türkiye, Batılılar tarafından / dışarıdan sömürgeleştirilemedi; ama sömürge kafalı, Jakoben, modernleştirici, sekülerleştirici elitler tarafından içeriden sömürgeleştirildi.
Özetle Türkiye, dışarıdan / Batılılar tarafından teslim alınamadı; ama Batılılaştırıcı, sekülerleştirici elitler tarafından içeriden teslim alındı!
Ve bütün bu operasyonlar, öncelikle ve özellikle eğitim sistemi silbaştan sekülerleştirilerek / İslâm'dan arındırılarak yapıldı!
Yakıcı soru şu burada: Eğer Türkiye, Batılılar tarafından sömürgeleştirilseydi Batılıların yapacakları yıkımları neden kendisi yaptı ve neden adına “Kurtuluş Savaşı” denen bir savaş yaşandı?
KÜLTÜREL İNKÂR'DAN KÜLTÜREL İNTİHAR'A
Türkiye Cumhuriyeti, seküler bir devlet olarak kuruldu; medeniyet iddialarını terketmesiyle sonuçlandı bu.
Türkiye'nin medeniyet iddialarını terketmesi, Lozan'da “resmen” ilan edildi.
Türkiye, niçin bütün iddialarını terketmişti, peki?
Bunun iki temel nedeni var/dı. Birincisi şu/ydu: Türkiye, iddialarını terkettiğini ilan etmezse, Türkiye'yi -tıpkı Osmanlı gibi- tarihten silebilirdi Batılılar!
İkinci nedene gelince: Cumhuriyet'in kurucu seküler kadrosu, “Batı uygarlığı, özellikle bilimi eksene aldığı için güçlendi, 'ilerledi'; bizse, bilimi ıskaladığımız için 'geri kaldık', ayrıca İslâm çağa ayak uyduramadığı için geri bıraktırdı bizi” diye düşünüyordu.
O yüzden, modern Türkiye, İslâm'ı, önce devlet'ten, sonra da toplumdan uzaklaştıracak bir sekülerleşme projesini adım adım hayata geçirmeye karar verdi.
Medeniyet dinamiklerimizi dinamitledik. Tarih bilincimizi linç ettik. Dilimizi sekülerleştirdik: dilimizin İslâmî ruhunu ve omurgasını yok ettik. Müziğimizi, ezanı bile yasaklama yoluna gittik.
Bütün bunları, öncelikli olarak eğitim sisteminin temel felsefesi hâline getirdik. Çocuklarımızı, kendi ellerimizle sömürgeleştirdik, zihinlerini felçleştirdik, çocuklarımızın özgüvenlerini yerle bir ettik.
Neydi bu? “Kültürel inkâr”dı Tanpınar'ın deyişiyle. Kültürel inkâr'ın varacağı yer, kültürel intihar olacaktı, elbette.
Yaklaşık bir asırdır kültürel olarak intihar ediyoruz adım adım... Çocuklarımızı aşağılık kompleksinin eşiğine sürüklüyoruz.
DÜNYANIN TEK SÖMÜRGECİ EĞİTİM SİSTEMİ!
Geldiğimiz nokta gerçekten ürpertici: Türkiye'de, Batı'yı hiç bir zaman anlayamayan, hatta çarpık anlayan ve kutsayan aşağılık kompleksiyle malûl; tarih bilincini, özgüvenini, ideallerini, ruhunu yitirmiş; daha da kötüsü, İslâm'la ilişkisi sürgit sıfırlanan celladına âşık bir kuşak var karşımızda.
Dünyanın belki de tek ve son pozitivist eğitim sisteminin bizi getirip bıraktığı yer, genç kuşaklarımızın toplu intiharından, dolayısıyla bu ülkenin geleceğini kendi elleriyle yok etmesinden ve kendi ayağına kurşun sıkmasından başka bir şey değil!
Batı'nın bilim üzerinden güçlendiği doğru ama bunun adı “ilerleme” değil! Bilimin Batı'ya kazandırdığı tek şey, güçlenmesi; felsefî açıdan daha felâket olan nokta da, gücü, güç üreten araçları kutsaması, araçların amaçların önüne geçmesi, çağdaş insanın amacını yitirmesi, hayatın çölleşmesi.
Sonuç: Orman kanunlarının dünyada tek geçer akçe hâline gelmesi!
Herbert Spencer'ın “güçlü olan haklıdır; güçsüz olan haksızdır ve yok olmalıdır” cümlesiyle özetlediği “sosyal Darwinizm” anlayışının neredeyse hemen her alanda tek kural hâline geldiği bir dünyada, bilim, bir ilerleme değil, insana, tabiata ve hakikate ontolojik bir saldırıdır.
Türkiye'deki eğitim sistemi, aşağılık kompleksiyle malûl olduğu için çocuklarımıza Batı'da bilimin ürettiği bu ontolojik saldırıyı gösteremeyecek kadar sömürge kafalı, çocuklarımızın zihnini felç eden, özgüvenlerini yerle bir eden, tarih bilinçlerini linç eden sömürgeci tek eğitim sistemi dünyanın.
İSLÂM, TEK VARLIK NEDENİMİZ, YEGÂNE GÜVENCEMİZ
Bu durum böyle gidemez.
Mevcut eğitim sistemi, Hz. Mevlânâ'nın pergel metaforu ekseninde bizim medeniyet dinamiklerimiz çerçevesinde silbaştan yeniden yapılandırılamazsa, iki kuşaklık zaman dilimi içinde bu toplumun genç kuşaklarının İslâm'la ilişkisi biter, bu ülke sömürgecilerin savaşmadan ele geçirdikleri bir yokoluşun eşiğine sürüklenir.
Oysa İslâm bu toplumun tek varlık nedeni. Varlığının sürdürebilmesinin yegâne güvencesi.
Bu toplumun İslâm'la ilişkisinin sıfırlanması, tarihten silinmesiyle sonuçlanacaktır o yüzden.
Aklımızı başımıza devşirelim lütfen.
Eğitim sistemimizi çocuklarımıza özgüven duygusu kazandıracak, atılım ruhu sunacak, pergelin sâbit ayağını buraya basacak, hareketli ayağıyla da bütün dünyalara açılacak şekilde bizim medeniyet dinamiklerimiz doğrultusunda yeniden inşa etmek zorundayız. Yoksa yok olmaktan kurtulamayız.
Cuma günkü yazıda, çocuklarımıza özgüven kazandıracak, başka dünyalara kompleksiz bakabilecek, yeni bir dünyanın kurulması sürecinde kilit rol oynamamızı sağlayacak eğitim modelinin ne olduğunu, bu eğitim modelinin, nasıl hayata geçirilebileceğini göstereceğim.