İnsanlığın yükünü omuzlarımızda hissetmek ve geleceği fethetmek...

04:004/09/2016, Pazar
G: 13/09/2019, Cuma
Yusuf Kaplan

İnsanlığın diriltici bir soluğa ihtiyacı var...



Bu soluğu biz üfleyebiliriz yalnızca: Biz, yani yeniden

insanlığın yükünü omuzlarında taşıdığı

şuuruyla nefes alıp vererek toparlanabilecek Müslüman toplumlar.



Türkiye'nin, bu süreçte

yükü

çok ağır,

yükümlülükleri

de bir hayli fazla.



Eğer

Türkiye, tarihî yükümlülüklerini yerine getiremezse, bu yükün altında kalır

; insanlık, çıkmaz sokağın eşiğine yuvarlanır...



YORGUN DÜŞEN İNSANLIK VE HAKİKAT GÜNEŞİ'NİN DOĞUŞU...


İslâm

, tarih sahnesine çıktı; ilk yüzyılda bütün dünya coğrafyasını harakete geçirdi; yalnızca duran

tarihi yürütmekle kalmadı

, inanılmaz bir şekilde

hızlandırdı da

: İslâm'ın tarih sahnesine çıkması, bütün kıtaların ve

medeniyetlerin hareketlenmesine ve tarihin bereketlenmesine

yol açtı.



Çin

medeniyeti ve

Hint

medeniyeti yorgun düşmüştü.



Afrika

kıtası,

fırtına öncesi bir sessizliğe

gömülmüştü. Önce

Müslümanlar

gelecek, Afrika'da taze yemişler verecek bir

bahar mevsimi

yeşerteceklerdi. Ama ardından

Avrupalılar

gelecek,

dondurucu bir kış mevsimi

patlak verecek, her şeyi tarumâr edecek, Afrika'nın hem zenginliklerini yağmalayacak hem de tarihin tanık olduğu en büyük kültürel tecâvüze ve yıkıma imza atacaklardı.



Öyle ki,

Tanzanya'nın Zenzibar Adası'nda Portekizlilerin kurdukları

, tarihin en barbarca cinayetlerine tanıklık eden

Kölelik İstasyonu

'yla Afrikalıları zincirlere burup Avrupa'ya ve Amerika kıtasına sürgün edeceklerdi. Avrupalıların sözümona “

uygarlaştırma misyonu

”yla yaptıkları şey, kelimenin tam anlamıyla

barbarca bir cinayetti

. Bu cinayete

Osmanlı, “dur!” diyecekti

sadece.



Atlantik'in öte yakasında, “

Latin Amerika” medeniyetleri

, kendi dünyalarına kilitlenmişler ve Avrupalı haydutlar tarafından tarihten silinmişlerdi.



Avrupa'ya gelince... 5. Hıristiyan yüzyılından itibaren Batı Roma tarihe gömülüyor, Kilise-öncesi Avrupa, barbar istilâlarının kasıp kavurduğu kavimler göçüyle hallaç pamuğu gibi savruluyordu.



Dünya, yeni bir doğuma, taze bir başlangıca gebeydi. İnsanlığı yepyeni bir yolculuğa çıkaracak Hakikat Güneş'inin doğmasını bekliyordu insanlık...


O doğum, hiç beklenmedik yerde, devâsâ bir çölde gerçekleşti ve 23 yıl gibi çok kısa bir zaman dilimi içinde

çölü muazzam ve verimli bir vahaya çevirdi...


Tarih tekerleği, İslâm'ın doğuşuyla birlikte, yarım yüzyıl içinde bir kaç kat hızla dönmeye, bütün kıtalara can vermeye başladı:

Böylelikle,

İslâm

, insanlık tarihinin akışının şekillendirilmesinde tastamam bir

milat

rolü oynadı.



BATILILAR DA, MAZLUM HALKLAR DA BİZE BAKIYOR...


Ayaklarımızı bastığımız yer, herhangi bir toprak parçası değil. Burası, 1400 yıl boyunca insanlığın yükünü omuzlarında hisseden, insanlığa adaletin ve hakkaniyetin, asaletin ve medeniyetin ne demek olduğunu öğreten

hakikat medeniyetinin gökkubbesinin altında tam altı asır herkesin serinlediği

, kendine geldiği,

Batılıların bir asırda cehenneme çevirdiği

, tarihin yapıldığı yer, merkez üssü.



Dünya, Türkiye'ye bakıyor

. Eğer derin nefes alarak “ayna”ya bakabilirsek, tarihi sil baştan önyargısız bir şekilde okuyabilir ve

üzeri kalın bir şalla örtülen kollektif hafızamızın yeniden bizi tarihe kışkırttığını görebilirsek

dünyanın neden bize baktığını da görebileceğiz.



Batılılar da bize bakıyor, bütün mazlum Müslüman halklar da! Çünkü yalnızca Türkiye hem dize getirilemedi hem de dize getirilmeye direndi, direnmeye ve mazlum halklara umut vermeyi sürdürmeye kararlı olduğunu gösterdi:

15 Temmuz

, bunun en mükemmel örneği.



MERHAMETİN, RUHUN VE UMUDUN ADI: TÜRKİYE


Son çeyrek asırda neredeyse

her yer düşürüldü ama Türkiye düşürülemedi

. Dahası daha da güçlendi, umut verdi.

İnsanlığın yükünü omuzlarında taşıdığını, insanlığa umut aşısı yaptığını

dünya âleme açıkça ilan etti.



Balkanlardan Kafkaslara, Afrika'nın içlerinden Asya'nın en ücra köşelerine kadar bütün dünyaya “

ölmedik, geliyoruz; küllerimizden doğuyoruz

” dedik.



Batılılar, bu çeyrek asır zarfında, Bosna'dan Ruanda'ya, Afganistan'dan Irak ve Suriye'ye kadar işgal üstüne işgallere, katliam üstüne katliamlara imza atarken biz Somali'de açlıktan ölmek üzere olan Somali halkına el uzattık, Somali'nin yarasını sardık bütün toplum olarak harekete geçerek seferber olduk.



Yine Suriye'de yaşanan katliamlardan Türkiye'ye sığınan Suriyeli mazlum kardeşlerimize kapılarımız açtık, bir

Ensar ruhuyla

her şeyimizi paylaştık.



Sadece Somali ve Suriye'deki kardeşlerimize

uzattığımız şefkat, merhamet ve kardeşlik eli, çeyrek asırda katliam üstüne katliam yapan Batılıları ürkütmeye yetti! Bu, bizim gelişimiz, onların gidişi anlamına geliyordu çünkü...


Batılılar, daha henüz

laik bir ülkede

yaşıyor olmamızın yol açtığı travmatik sorunlarla kıran kırana boğuştuğumuz zorlu bir zaman diliminde bile,

dünyanın mazlum halklarına umut ışığı olmamızdan fenâ hâlde ürktüler. Ve Türkiye'yi dışarıdan ve içerden kuşatma altına alacak bütün senaryoları devreye girdirdiler.


İçeride HDPKK'yı, DEAŞ'ı ve diğer sosyalist terör örgütlerini alabildiğine örgütleyerek

Türkiye'yi kaosun ve iç savaşın eşiğine sürüklemeye çalıştılar,

çalışıyorlar!



Dışarıda ise, yine terör örgütlerini kullanarak etrafımızı ateş çemberine çeviriyorlar!



KENETLENME VE RUH KÖKLERİMİZİ DİRİLTME SÜRECİ...


Eğer Türkiye, Türkiye'ye dört bir taraftan küresel bir saldırının gerçekleştirildiği bir zaman diliminde, dikkatlerini dışarıya çevirebilir ve içeride

önce bir kenetlenme

, sonra da insanlığın önünü açacak bir medeniyet yolculuğuna çıkılmasını sağlayacak

umut ve ufuk vadeden çok yönlü bir İslâmîleşme

gerçekleştirebilirse, bu, orta ve uzun vadede bizim tarihin akışını şekillendirecek bir yolculuğa çıkmamıza imkân tanır.



Türkiye'ye küresel bir saldırının sözkonusu olduğu bir zaman diliminde,

Türkiye, enerjisini içeride tüketmemeli

, tam aksine Batılıların Türkiye'ye yaptığı saldırı üzerinde yoğunlaş/tır/malı, böylelikle daha muhkem şekilde

bütünleşmenin, kenetlenmenin ve fikir, sanat, kültür, medya ve gençlik alanlarında ruhköklerimizi muhkemleştirecek bir İslâmîleşmenin yapı taşlarını döşemeli

adım adım...



Şunu aslâ unutmayalım: Batılıların içeriden ve dışarıdan gerçekleştirdikleri saldırı ve tezgâhların birincil hedefi, Türkiye'yi sosyal kaosun, etnik ayrışmanın ve iç çatışmanın eşiğine sürüklemek. Bunun ikinci aşaması, iç-savaş ve Türkiye'nin parçalanmasıdır -Allah muhafaza!



Tam da dört bir taraftan Türkiye'nin kuşatıldığı bir zaman diliminde, dikkatlerimizi öncelikli olarak bu saldırıya ve kuşatmaya yöneltebilirsek, bunun için de

toplumun kendine gelmesini

sağlayabilirsek, işte o zaman hem

Batılıların tezgâhlarını başlarına yıkarız, hem de içeride bütünleşmenin ve ruh köklerimizi diriltmenin yapıtaşlarını döşemeye başlarız...



#DEAŞ
#İnsanlık
#Çin medeniyeti