Hayata ruh üfleyen hikmet yüklü bir sanat arayışı...

04:0014/02/2016, Pazar
G: 13/09/2019, Cuma
Yusuf Kaplan

Sanatla hayat arasında ne tür bir ilişki var acaba?



Sanatla hayat arasındaki ilişki, birbirini çeken, besleyen bir ilişki midir; yoksa birbirini iten, yok eden bir ilişki mi?



-Dün”, bu sorulara verdiğimiz cevaplarla, bugün verdiğimiz, vereceğimiz cevaplar, taban tabana zıt -handiyse.



-Dün”, yani modernlikten önceki kadîm insanlık çağlarında, insanlığın insanlığının önünde tehlike sinyalleri çalmadığı zamanlarda, sanat, hayatı besliyordu; hayat da sanatı...



Sanat, hayatı anlamlı kılıyor, hayata anlam ve ruh katıyor, insanın varoluş bilmecesinin sırlarını çözmeye katkıda bulunuyordu. Hayat da, sanatla daha bir anlam kazanıyor, insan daha insanca, daha bilgece bir hayat yaşayabiliyordu.



SANAT, SANATI ÖLDÜRÜYOR ARTIK!


Ama bugün öyle mi, peki?



Sanatın, herşeyleşerek hiçbirşeyleştiği, -Walter Benjamin'i, sanatın “bittiği” fikrine götüren- mekanik, ruhsuzlaştırıcı bir işle/yi/m'e, yalnızca teknolojik üretime dönüştüğü, kitlelerce salt tüketim nesnesine dönüştürüldüğü; hayattan koptuğu, hayattan koptuğu ölçüde hakikatten koptuğu; kendisini de, hayatı da, hakikati de anlamsızlaştırdığı ve bitirdiği bir zaman aralığında, sanat, kendi hakikatini de yitirdi.



Yalnızca anlamsızlık üretiyor artık sanat; anlamsızlığı çoğaltma işlevi görüyor: Sanat, sanatı öldürüyor yani!



Oysa sanatın özünde sahicilik gizlidir: Sanat, sahiciliğini yitirdikçe biter, ruhunu yitirir ve hayatımızdan çeker gider: Bu kaçınılmaz bir kuraldır: Sanatın varoluş kuralı.



Sanatın sahiciliğini yitirmemesi için, hayatla doğrudan irtibat kurabilmesi şarttır: Hayatla doğrudan irtibat kurabildiği ölçüde, sanat, doğurganlaşır. Hayatla doğrudan irtibatını yitiren sanat, durağanlaşır, donuklaşır; kendisi donmaktan, hayatı da dondurmaktan kurtulamaz.



SANATIN İNSANA VE HAYATA İSYANI!


İnsan, kendinde giz'lenen varlık ve hakikat hazinesinin gizemini çözme çabasını ıskalayan bir yokoluşlar dehlizine sürüklendiği için, sanatın özündeki, ruhundaki sahicilik boyutunu da yitirdi çağımızda.



Sanatla hayat arasına kapatılamaz bir sınır çizgisi çekti ve sanatla hayat arasındaki o koparılamaz irtibatı koparıp attı.



Sonra da putlaştırdığı akılcılığın-bilimciliğin bunaltıcı, ruhsuzlaştırıcı hurafelerinden kurtulmak için sanata kapağı attı ve bu kez, sanatı araçsallaştırdı / putlaştırdı; yokoluş serüvenini aşma sürecinde kurtuluşu sanatın omuzlarına yükledi: Sonunda sanat, patladı; isyan etti buna ve bitti-gitti.



UMBERTO ECO'NUN ÖĞRENCİLERİNE ÇEKTİĞİ “HAREKET”!


Bu gerçeği en iyi kavrayan cins adamlardan biri Umberto Eco'ydu.



O yüzden, çağdaş göstergebilimin babası, bilge adam Eco, Columbia Üniversitesi'nde, bir film göstergebilimi dersinde, öğrencilerle Casablanca filmini işlerken, filmi sessizce izlerler sonuna kadar hep birlikte.



Ama Eco, filmin sonunda beklenmedik bir “hareket çeker” öğrencilerine: Filmde, kahramanın söylediği şarkıyı, yüksek sesle söylemeye başlar, birdenbire; öğrenciler de ona eşlik ederler seve seve.



Böylelikle, sanatla hayat arasında bir ortak yaşama alanı inşa eder Eco: Sanattan hayata giden bir yol döşer.



İSLÂM'IN SANATI: HİKMET YÜKLÜ HAYAT 'AYNA'SI


İslâm, sanatla hayat arasındaki ilişkiyi, birbirini besleyen, vareden bir ilişki olarak belirlemiştir.



Sanat, hayatın ve insanın aynası işlevi görmek yerine, hayata ve insana hakikatin aynasını tutabilmeli, insan, sanat eserinde, -tıpkı kendinde ve hayatta olduğu gibi- hakikatin izlerini sürebilmeli ve gizlerini çözebilmelidir.



Zira sanat, hakikatin hakikatinin, dolayısıyla insanın ve hayatın hakikatinin kavranmasına katkıda bulunduğu ölçüde hayat yaşanabilir, insan da hayatı yaşayabilir özellikler kazanabilir.



İşte o zaman sanat da, hayat da birbirini besleyebilir; insanın, anlamın ve hakikatin izini sürme yolculuğuna hikmet yüklü, sahici katkılar sunabilir.



NEBEVÎ ŞUUR'UN ŞİİR'İ: HAKİKAT'İN HAYAT'INA “EVET!” DİYEN SANAT


Sanatla hayat arasındaki bu kopmaz, birbirini besleyen, vareden, çoğaltarak zenginleştiren irtibatı, âlemlerin övüncü, kıvancı, hakikat ummanı, elçilerin elçisi, öncülerin öncüsü Peygamberimiz (sav), şiir hakkındaki bir hadis-i şeriflerinde enfes bir şekilde izah eder bize.



Şöyle ki: Şiir, insana, hayatın ve varlığın kendini ifşa etmesine aracılık edecek bir ruh üfleyebiliyorsa, Rahman'ın rahmet nefesi olabiliyorsa, şiirdir, hâs şiirdir; övülür ve sevilir.



Eğer şiir, insanı, kötülüğü emreden nefsinin karanlık, ayartıcı dehlizlerine hapsediyor; şeytanın sesi ve iğvalarının malzemesi oluyor; insanı, hem kendi hakikatinden hem de hayattan uzaklaştırıyorsa, şiir değildir; hâs şiir değil, «ham» şiirdir; bu şiir, yerilir ve reddedilir.



Yeri geldi, neden çekinmeli, öyleyse söylemeli: Nietzsche'ye, Deccal'de, “bizim kültürümüzle karşılaştırıldığında bizim kültürümüzden daha yüksek bir kültür olan İslâm kültürüyle savaşmak yerine onun önünde diz çökmeliydik” dedirten şey, yine onun deyişiyle, “İslâm''ın hayata ''evet'' diyor olması'ydı işte.


#Umberto Eco
#Sanat
#İslam