Ezelî tefekkür mirasımızın mimarı İbn Arabî Hazretleri ile çağdaş tefekkür mirasımızın mimarı Bediüzzaman Hazretlerinin nebevî miraslarını tevarüs ederek şu cümleyi kuruyorum, âcizane: Hakikat'i keşif yolculuğuna çıkılmadan Hakk'ka ulaşılamaz. Zira Hakk, kendisini hakikatte dercetmiş, setretmiş ve tecellî ettirmiştir.
Bu, aynı zamanda bütün bir İslâm ilim, irfan ve hikmet mirasının özü ve özetini teşkil eden, “ilim, ma'lûm'a tâbi'dir” hakikatinin bir başka ifadesidir aslında.
Hakikatte dercedilen Hakk'ın bilinebilmesi, hakikatte katettiğimiz derecelere, mertebelere ve kemâl yolculuğumuzda aldığımız mesafeye bağlı olarak değişiklik arzeder.
FİKR-İ SELÎM, KALB-İ SELÎM VE ZEVK-İ SELÎM MENZİLLERİ
Ancak fikr-i selîm'le ve kalb-i selîm'le kuşandıktan sonradır ki, zevk-i selîm'e ulaşmak mümkün olabilir. Zira aslolan zevk-i selîm'e ulaşabilmektir.
Fikr-i selîm'in nazarı, biliş'edir, söz'edir, 'vücuda geliş”e... Kalb-i selîm'in nazarı oluş'a, vicdan'a... Zevk-i selim'in nazarı ise varoluş'a, vecd'e, yani Hakk'ta yokoluşa, öz'e varış'a ve hakikatle hemhal oluşa, Hakk'a eriş'e...
Fikr-i selîm, hakikatle hemdert olma; kalb-i selîm, hakikatle hemdost olma; zevk-i selîm ise hakikatle hemhâl olma hâlidir.
Fikr-i selîm, hakikatin, kişiye görünen yüzüdür; kalb-i selîm, kişiye “gösterilen” yüzü; zevk-i selîm ise, kişiye kendini “gösteren” yüzü.
Bütün bu hakikat yolculuğunu, fikr-i selîm (=mekke) sürecinde, Allah'ın Celâl sıfatını; kalb-i selîm (=medine) sürecinde, Allah'ın Cemâl sıfatını; zevk-i selîm (=medeniyet) sürecinde ise Allah'ın Kemâl sıfatlarını harekete ve hayata geçirdiğimiz zaman gerçekleştirebilir ve Hak'la “buluşabiliriz”.
ALLAH'IN AHLÂKIYLA AHLÂKLANMAK...
Bir mü'min, Allah'ın (cc) ahlâkıyla ahlâklanmakla mükelleftir. Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanmak, iki -görünüşte- zıt eksenin birbiriyle irtibata geçerek, birbirinin içinde varedilebilmesiyle mümkün olabilir. Bu iki eksen, Allah'ın Celâl ve Cemâl sıfatlarıdır. Sonuç: Kemâl'dir.
Burada bildik Hegelci diyalektik süreci işlettiğim düşünülebilir. Hemen söyleyeyim: Hiç ilgisi yok. Yok; çünkü Celâl sürecine giren bir mü'min, aynı zamanda Cemâl sürecinin izlerini de, Kemâl sürecinin izlerini de -görmese, elde edemese bile- hisseder, sezinler.
Çünkü hakikat yolculuğu, sürgit hakikat için ribat hâlinde olma, her dâim hakikatle irtibatta bulunma, dâimâ hakikatIe râbıta kurma cehdidir: Râbıta üstüne râbıta kurma mücadelesi; düğüm üzerine düğüm çözme gayreti; bir mertebeden başka bir mertebeye geçebilme mücahedesi...
İşte ilâhî ahlâka ancak bu ardışık ve eşzamanlı yolculukla birlikte ulaşılabilir. İlâhî ahlâkın, insanı en kâmil, en zirve noktaya ulaştırması ancak böyle mümkün olabilir: En zirve nokta, kulluk / ubûdiyet makamıdır: Ubûdiyet makamı, Rubûbiyete nazar eder: Rubûbiyete nazar edebilen bir kul, kendini aşar, kendinden taşar ve başka dünyalara ulaşır.
CELÂL, CEMÂL VE KEMÂL SIFATLARI
Celâl sıfatı ile Cemâl sıfatı arasındaki ilişki, Tenzih ile Teşbih, Vâhidiyet ile Ehadiyet, Kozmos ile Kaos arasındaki ilişkidir: Celâl ile Cemâl sıfatı arasındaki ilişki, bizi Kemâl'e; Tenzih ile Teşbih arasındaki ilişki, bizi Tevhid'e; Vahidiyet ile Ehadiyet arasındaki ilişki ise bizi Vahdet'e ulaştırır.
Biz beşerler için, bu sıfatlar, vasıflar ve kutuplar, ilk bakışta zıttır, zıt görünür. Ama hakikatte, Hakkın katında, Celâl ve Cemâl sıfatlarında da, Tenzih ve Teşbih Vasıflarında da, Vâhidiyet ve Ehadiyet kutuplarında da bir zıtlık yoktur.
Celâl ve Cemâl sıfatları, Hakk'ın Kemâl sıfatlarının açılımıdır ve vahyî medeniyetin mekke ve medine süreçlerini besleyen iki temel sütununu teşkil eder. Yani aslolan Kemâl sıfatlarıyla mücehhez olmak, Kemâl sıfatlarının sırrına ererek, Hakk'ın ameliyeye nazar eden vechini teşkil eden ve Hakk'tan neşet eden Hayy'dan gelen, Hayy'la gelen ve Hayy'la dile gelen Hayat'ın hakikati'ne vücut buldurtmak (amel'iye), Hakk'ın nazariyeye bakan veçhini teşkil eden Hakk'tan gelen, Hakk'la gelen Hakk'la dile gelen hakikatin hayatını vücut oldurtmaktır.
İNSANIN YARATILIŞ VE ÖLÜM SIRRI
Yaratılışımız, Celâl sıfatının sırrına binaen gerçekleşir. Ölümümüz ise, Cemâl sıfatının sırrına binaen.
İnsanın yaratılışı, aslında Hakk'tan kopuşu, hakikatin türlü veçheleriyle, acı ve tatlı, iyi ve kötü, hayır ve şer, doğru ve yanlış, yanısıra da bunların arasındaki sayısız yüzleriyle ve arayüzleriyle yüzleşebilmesi için gerçekleşmiştir.
İnsanın ölümü ise, Hak'la buluşma yolculuğunun başlangıcıdır, yani “doğuş”udur. Ölüm, bitiş değil, başlangıçtır: Hakikate bihakkın eriş ve Hakk'la “buluşma” yolculuğunun bidâyeti...
twitter.com/yenisafakwriter