Siyasi tavırların akademik ölçülerle değerlendirilmeye çalışılması, akademik unvan, konum veya söylemlerin siyasi tavırların doğrulayıcısı veya meşrulaştırıcısı olarak görülmesi, en basit ifadesiyle bilimin kötü bir suiistimalidir. Ama bu suiistimal bir yandan da pozitivist bir ideolojinin de siyaset alanına kurnazca tahakküm etme gayretinin iptidai bir taktiğidir de. Modern dünyanın formasyonunda siyaset mühendisliği kendine bilimsel geçerlilikten veya bilimin iktidarından haklılık ve meşruiyet devşirmekte pek mahirdi.
Bilimselci söylemin arkasına sığınan siyaset bütün uygulamalarını bilimle meşrulaştırırdı. Siyaset bilim adına konuşma imtiyazını elbette bilimin herhangi bir argümanından üretmezdi. Tabii ki bilimin mantığı içinden, en pozitivist haliyle bile belli bir siyaseti iltizam edecek normatif bir ilke çıkarsanamazdı. Buna rağmen pozitivist bilim pratiği modern siyasetin ilahiyatı, hatta ilmihali gibi işlem görmekten kurtulamamıştır.
Akademik ünvanlar veya seviyeler bir insanın siyasi duruşunu ne doğrular, ne de haklılaştırır. Aynı şekilde birilerinin siyasi duruşlarını akademik söylemlerle yargılamanın da bir yeri yoktur. Siyasi duruşu beğenilmeyen birine yöneltilen eleştiriye akademik ünvanının karıştırılması yanlış ama bir o kadar da sık yapılan bir şey. Hasbelkader edindiğimiz akademik ünvan dolayısıyla muhaliflerden en sık duyulan eleştiri “profesör olmuş ama...” eleştirisidir.
Bu eleştirinin altını kazıdığınızda bilimden yana, akademiden yana bütün siyasi duruşları tüketecek bir metafizik beklentinin olduğunu veya çok daha banal bir düzeyler karmaşasının yattığını rahatlıkla görebiliriz.
Geçtiğimiz aylarda Ömer Laçiner'le girdiğimiz bir tartışmada benim siyasi duruşuma yönelttiği eleştiriye direk Profesörlük ünvanıma sataşmayla başladığını gördüğümde, bu düzeyler karmaşası içinde bocalayanlara sadece acıma hissi duymuştum. Atilla Yayla'yla da girdiği bir tartışmada aynı yerden girdiğini hatırlıyorum. Oysa yaptığın tartışma benimle veya Atilla Yayla ile bir akademik tartışma değil, tamamen siyasi bir tartışma. Siyasi duruşunu beğenmediğimiz birinin akademik unvanını tartışma konusu yapmak biraz düzeyler şaşkınlığı, biraz da ucuz taktiğe açgözlü bir dalış tabi. Nasılsa tribüne oynuyorsan, muhatabının akademik seviyesine vurayım derken insani ve entelektüel seviye noktasında sefaletin dibini bulduğunun farkına bile varmazsın.
Ben şahsen hiç bir siyasi duruşumu veya görüşümü akademisyen unvanımın arkasına sığınarak ortaya koymuş değilim. Akademisyen kişiliğimle bile her görüşümün tartışma konusu olabileceğinin idrakinden hiç bir zaman uzaklaşmam ki, siyasi duruşumu akademik unvanımla tartışılmaz kılma kurnazlığına hiç bir zaman rağbet etmedim. Bilimsel alanda üretilen bilgi de tartışılmaz değilse bile akademik söylem ile siyasal söylem arasındaki farkı yitirdiğinizde her şeyi birbirine karıştırmış olursunuz.
“Akademisyenlerin bildirisi” olarak kamuoyuna duyurulan bildirinin birincil sorunu orada şu veya bu konuda ileri sürülen görüşle ilgili değil. Her şeyden önce son derece yüzeysel derme çatma siyasi bir metnin “akademisyenlik” mesleğinin sahip olduğu varsayılan kutsiyete müracaat edilerek, o kutsiyetten bir kudret umularak sunulması önemli bir sorundur. Metne siyasal bir eleştiri yapmayı o yüzden gereksiz görüyorum. Siyaseten hiç kimsenin aynı görüşte olması gerekmiyor. Ama madem bildiri bir akademisyenler metni olarak lanse ediliyor, akademik olarak eleştirilmeyi daha fazla hak ediyor.
Açıkçası, metin tutarlılık açısından dökülüyor, dil itibariyle tam bir fecaat örneği, gerçeklerle bağı itibariyle de tam bir propaganda metni havasında. Türk akademisyenlerinin akademik seviyesi adına utanılacak bir durum. Türkiye'de bir terör gerçeğinin varlığından ve bu teröre karşı bir mücadele verilmesi gereğinden bihaber gibi. Daha kötüsü tabii ki varolan terörün propaganda diline teslim olmuş olması, o dilin sözcüsü olması. O kadar akademisyenin bu kadar gerçeklikten uzak bir bildiriye imza atabilecek durumda olması her şeyden önce Türk akademisi açısından rezil bir durum.
Terörle mücadeleyi Kürt halkına karşı bir katliam olarak niteleyen ve Türk devletini bu katliamlardan vazgeçmeye çağıran bir ifade Güneydoğu veya Kürt gerçekliğinden kesinlikle son derece kopuktur. Çoğu sosyal bilimci olan bu akademisyenlerin gerçeklikten bu kadar uzak hele bir de olayın tarafı bir örgütün propaganda diline teslimiyeti bir defa sosyal bilim pratiğini ve melekesini felç edecek bir yaklaşımdır.
Bildiriye imza atanların büyük çoğunluğu belli ki Güneydoğu'yu, yani olayın cereyan ettiği yeri bilmiyorlar, gitmemiş, görmemişler.
Bir kısmı da belli ki örgütün irtikap ettiği terörü, mevcut iktidara karşı bir tür “kurtarıcı şiddet” olarak kutsayabilecek bir kafaya sahipler. Bu kurtarıcı şiddetin Kürt halkını hendek siyasetine, KCK çetelerine ve YPG faşizmine nasıl mahkum ettiğinden de, bu siyasetin bölge Kürtlerinin büyük çoğunluğu nezdinde insanlık dışı bir iktidar talebi olarak mahkum olduğundan da haberleri yok veya o çığlıklara kulaklarını kapatmış durumdalar.
Onlar için terör, halkın oylarıyla, demokrasi ve siyasetin sınırları içinde teşekkül etmiş mevcut meşru-siyasi iktidardan kurtulmak için tek şans ise iyidir, haklıdır, sevimlidir.
Teröre açıkça destek olan bu bildirinin siyasi eleştirisi ve değerlendirmesi elbette ki ayrıca yapılacaktır, ama ilk satırından son satırına kadar siyasi olan metnin “akademisyen” bildirisi olarak yayınlanmış olması dolayısıyla ilk elde akademik açıdan değerlendirmeyi hak ettiğini düşünüyorum. Bu açıdan bakıldığında ise görülen sadece bir akademik sefalettir. Bu sefaletse Türkiye üniversitelerinin bütün siyasi desteğe rağmen neden hala dünya akademisi içinde bir yer edinemediğini açıklıyor.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.