Gören gözler için etrafımızda aklımızı, vicdanımızı harekete geçirebilecek, olup bitenlere karşı sorumluluğumuzu hatırlatacak, gark olduğumuz gafletten uyandıracak çok şey var, çok şeyler olup bitiyor. Hayretimizi, sorumluluğumuzu bitiren en önemli şey galiba şükürsüzlüğümüz.
Her biri ayrı bir mucize olan yaşadığımız her anı bir süre sonra kendiliğinden olup biten, kendi mülkümüzde olan kazanımlarımızdan bilmeye başlıyoruz. Verdiğimiz nefesi, aldığımız nefesi “zaten” bizim zannediyoruz. “Olmaya devlet, cihanda bir nefes sıhhat gibi” gerçeğini idrak edecek şeyler yaşamadığımız sürece her şeyin bizim mülkümüzde olduğunu sanmaya devam ediyoruz.
Oysa
aldığımız her nefes bize bahşedilmiş büyük bir mucize, verdiğimiz her nefes gibi
. Bize bahşedilmiş nice nimetin bizden olduğunu zannederiz, ta ki bir “hiç' olduğumuzu idrak edecek büyük hakikati, büyük mucizeyi gördüğümüz ana kadar.
Her şey bizim zannederiz, o yüzden paylaşırken kendimize ait olanı vermiş sayar insanların başına kakarız. Başa kakılacak bir şey yok. Allah bize lütfediyor ve bize bahşettiğinden muhtaçlara bizim de ihtiyaç olanı verip veremeyeceğimizi sınamak ister.
Bir defa olduğunda bizi çarpan olaylar her gün tekrarlamaya yüz tuttuğunda da rutine biner, bir kanıksamaya yol açar. Cinayetler katliamlara, katliamlar insanlık dışı soykırımlara doğru evirilinceye kadar kalplerimizi taşlaştırmak üzere fena alıştırır.
Ve sonra hepsinden daha kötü olmayan ama hepsindeki bütün çarpıklığı bütün ihtişamıyla, bütün korkunçluğuyla yüzümüze vurup utandıran bir olay olur, bizi istesek de istemesek de olaya şahit kılar.
İsterseniz ona ayet diyebilirsiniz.
O ayet her şeyi açığa çıkarır, ayan beyan her şeyi yüzümüze vurur. Hem etrafımızda olup biten karanlığı aydınlatır, zulümleri zulüm olarak gösterir, hem de bizim bu zulüm karşısındaki gafletimizi, şu ana kadar kaçmış olduğumuz sorumluluğumuzu ve aslında yapılması gerekeni hatırlatır.
Şu ana kadar 400 binin üzerinde insan, aralarında her biri birer
gibi onbinlercesi, ve bir çoğu çok daha feci şekillerde varil bombalarıyla, sarin gazlarıyla, doğrudan bombalarla veya mermilerle hayatlarını yitirdi.
Gözlerimizin önünde olup bitti hepsi ama hiç biri insanlığın vicdanını ayaklandırmadı
, hiç biri çocuk ölümünün korkunçluğunu ve bize yüklediği sorumluluğu Aylan gibi hatırlatmadı. Çocuklar her gün ölüyor Suriye'de, Irak'ta, Myanmar'da, Libya'da, Yemen'de.
En aşağılık hesapların zavallı kurbanları olarak...
Bu hesaplar insanların yaptığı hesaplar. Dünyanın kendisine ebedi kalacağını büyük bir cehaletle zanneden insanların. O hesapları yapıp uygulayanlar cesaretlerini büyük ölçüde aştıkları hadlerde onları durdurmayan, onlara ses çıkarmayan, haddi aşmalarını, tuğyanlarını kendilerine bir hak gibi görmeye başlayan, giderek zulümlerini, katliamlarını güç dengelerinin normal sonuçları gibi görmeye başlayan başka insanlardan alıyorlar.
İnsana verilmiş olan emaneti, önce dağa, taşa, göğe teklif etmiş yüce Allah. Hepsi de bu emanetin ağırlığı karşısında ürpermiş, ürkmüş, korkmuş ve teklifi kaldıramayacağını söyleyerek geri çevirmişler. Bir tek insan kabul etmiş bu emaneti, çünkü insan cahildir. İnsan her şeye layık olduğunu düşünür, her şeyi fazlasıyla hak ettiğini düşünür, her şeyde bir hakkı olduğunu düşünür ve yeryüzünü işte böyle fesada sürükler. İnsan hakları, hümanizm, çağdaş değerler der, bütün bu süslü kavramların altına kendi istiğnasını, kendi kibrini ustaca saklar. Sütün bu süslü kavramların gölgesi altında yığınla hak ihlali, insanlık suçu, katliam yaşanır da hepsine bir mazeret bulma konusunda rasyonalizmin bütün fırıldaklarını ortaya koyabilir.
Ne var ki, an gelir bütün bu zulmü insanlığın yüzüne çarpan bir fotoğraf, insana bütün iki yüzlülüğünü, cürmünü, cahilliğini ve acizliğini bir ayet gibi yüzüne çarpar.
Kıyıya vuran çocuk cesedinin fotoğrafı arka planındaki bütün insanlık dramını,
Suriye'deki 400 binin üstündeki insanın ölümünü, medeni dünyanın bu konudaki kayıtsızlığını, kendi rahatını, konforunu korumak uğruna dünyada olup biten her şeye
kör ve sağır kalanların iğrenç aymazlıklarını ortaya serer.
Tabi bu an bile yine ibret alabilecekleri aydınlatır nihayetinde. Ayet karanlıkları aydınlatır, hakikatleri insanın yüzüne çarpar da, bu bile bazı insanların cahilliklerini bitireceğinin garantisi olmaz. Hatta ayet gelir ibret almak istemeyenlerin gafletini de, körlüklerini de, inatlarını da daha fazla artırır.
Türkiye'yi yıllardır Suriyeli mülteciler konusunda eleştirenler, iktidara geldiklerinde
Suriyelileri evlerine geri göndermeyi en gurur duydukları seçim vaatleri arasına koyanlar, şimdi kıyıya vuran Aylan'ın üzerinden yine AK Parti hükümetine vurmanın bir yolunu bulabiliyorlar
. Pes ettiriyorlar sergiledikleri pişkinlik karşısında. İnsanı kendi insanlığından utanır hale getiriyorlar.
Kendi rahatı bozulmasın diye en acı insanlık dramlarına, mültecilere kapılarını kapayan Avrupa'ya karşılık Türkiye'nin sergilediği açık kapı politikası ile 2 milyon kadar mülteciye verilen ev sahipliği hizmetinin şimdiye kadar bazı kesimlerde yarattığı hoşnutsuzluğa
Aylan, küçücük cansız bedeniyle unutulmaz bir ders vermiş olmalı.