"16 Nisan'dan sonra Siyaset, artık daha meşakkatli bir yol” demiştik.
Aslına bakarsanız özü itibariyle, yani hakkını vermek istediğinizde, siyaset zor ve meşakkatlidir.
Gerçi, dünyayı “zaten böyle gelmiş, böyle gider” diye kabullenirseniz, egemen güçlerle çatışmadan, onların arzularına uyarsanız, heva ve hevesleriyle çatışmadan çizilmiş daireler içinde kalarak yaparsanız, siyaset en kolay iş.
Ancak bu tarz-ı siyaset insanı insan olmaktan da çıkarır. Bu tavır siyasetin özüyle bağdaşmayan bir olağan siyaset pratiği olarak ortaya konur. Siyaset adına olağanlaşmış olması, siyasetin anlamını da tahrif edici bir rolü deruhte eder.
Oysa özü itibariyle siyaset “değişme ve değiştirme” talebini ve iradesini gerektirir. Olup bitenden razı olanın siyasette yeri olmaz.
Olanı olduğu gibi kabullenen, etliye sütlüye bulaşmadan bir pratik olarak ortaya konulan emek de siyasetin aktörü değil nesnesi, aracı veya işçiliğine razı olmaktan öte bir anlam ifade etmez.
O yüzden siyaset tarihi, büyük siyasetçi gibi görünüp aslında hiçbir şeyi değiştirmeye talip olmayan, statükonun sahiplerine hizmetten başka bir misyonu olmamış figüranlarla doludur. Üstelik kurulu düzenleri sürdürmeyi, ona saygı göstererek bütün ezberleri sürdürmeyi siyasette bir saygınlık kaynağı olarak da yeniden sunmaktan geri durmamış siyasetçiler. Sözümona “devlet ciddiyeti”, “tarafsızlık”, “ağırbaşlı siyasetçilik” görüntüleri altında, dokunulmazlık kazanan kötülerin bir şekilde kuşatıp ele geçirmiş oldukları iktidarlar olmuştur. Kötülerin siyaseti, tam da o tarafsızlık ve devlet ciddiyeti görüntülerinin ürettiği kurumsallaşmış siyasi pratikler yoluyla güçlü bir dokunulmazlığa, ulaşılmazlığa kavuşmuştur. Öyle bir hal almıştır ki, müteselsil olarak küresel bir iktidar ve sömürü ağına bağlanan kesif bir kötülüğü hiç kimsenin kötülük olarak görmesi, görse bile göstermesi, gösterse bile dokunması dünyanın en zor işi haline gelmiştir.
Bu zorluğu üstlenmek adam gibi siyasetçinin işidir. İyilik görüntüsü altında bize yutturulanın saf bir kötülük olduğunu söyleyebilme ve onunla mücadele edebilme cesareti…
Güzellik olarak sunulanın iğrenç bir çirkinlik olduğunu gösterebilmek çılgınca bir cesaret gerektirir. Dünyanın gidişatına ters düşmeyi gerektirir.
Ters düşünce kaçınılmaz olarak egemenlerin saldırılarını, istihzalarını, alaylarını, aşağılamalarını üzerine çeker. Gerçek siyasetçi bütün bunları göze alarak bir yola koyulur ve bunların hepsi başına gelir. Tarihte gerçek anlamda siyaset ortaya koyabilmiş insanların hiç biri bu süreçlerden muaf olamamıştır. Kimi başarmış kimi başaramamıştır. Haddi zatında başarmış olmak değil, bu siyaset pratiğini ortaya koyabilmek bile başlıbaşına bir iştir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti ile ilişkisinin ihya edildiği toplantıda dile “AK Parti tarzı siyaseti”nden bahsetti. Doğrusu bu tarz-ı siyaset tam da kendi şahsıyla özdeşleşmiş bir tarz ve tam da bu siyasetten bahseder. Sorunlar çok ve bu sorunların büyük kısmı kurulu ilişkiler ağından kaynaklanır. Bu ağa karşı mücadele etmek lazım ve bu ilişkiler düzeninin ifsat ettiği adalet dengesini yeniden düzeltmek, ıslah etmek lazımdır. Kolay bir iş değildir bu, çünkü mevcut zulüm düzeni bütün siyasi alışkanlıkları da belirlemiştir. Bu düzenin mağdurları bile bu düzenin ideolojik büyüsüne, etkisine maruz kalmışlardır. Onları bile ikna etmek lazım olacaktır.
Türkiye'de şimdiye kadarki olağan siyaset alışkanlığı, kendisine çizilen sınırları korumayı temin etmeye dönüktü. Oysa Erdoğan o sınırları tartışma konusu yaptı, yetmedi o sınırları değiştirdi. Her zaman zora talip oldu, ama elbette sırf zor olduğu için değil, mevcut kıskaçtan başka türlü bir çıkış olmadığını gördüğü için.
Zoru gördüğü yerde şapkasını alıp gitmeyi hiçbir zaman bir seçenek olarak görmedi. Zorun karşısına dikilmeyi, ona teslim olmak yerine onu pes ettirmeyi seçti. Siyasi geçmişi boyunca yaptığı kritik tercihlerin hepsinde bu risk, bu meydan okuma vardır. Onu uzlaşmaya davet edenler oldu, aksi takdirde başına gelecekler hususunda küstahça tehditler savurdukça o, şantajcılarla, siyasi rüşvetçilerle, tehditkar müstekbirlerle çatışmayı göze aldı ve bütün bunların neticesinde hep o kazandı.
Alışkanlıkları değiştiren, ezberleri bozan, yeni alışkanlıklar kazandırıp yeni bir nizam inşa eden bir iradesi olduğu çok açık. Bu sayede siyaseti “özü itibariyle” yani asli zorluğuna doğru restore eden bir yolda yürüyor. Siyaset insana en çok yakışan, insanın insani potansiyellerini en iyi gerçekleştirebildiği bir alan ve o bunun en iyisini yapıyor. Değiştiriyor. Bütün aksi telkinlere rağmen, “bu yol risklidir ve gereksizdir” tavsiyelerine rağmen tasavvur ettiği siyaseti ve neticeyi kovalamaktan geri durmadı şimdiye kadar.
Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçildiği süreçte kendini sistemin sahibi görenlerin en son şapkadan çıkardıkları 367 numaralı engelin ifade ettiği bütün mesajlara rağmen Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesinden, ardından cumhurbaşkanının hak tarafından seçilmesi düzenlemesinden vazgeçmedi.
Şimon Peres'in yüzüne karşı çektiği “one minute” restiyle birlikte Türkiye'nin dış politikada bağımsızlaşma sürecinde önemli bir çıkış ortaya koydu.
Ekonomi yönetiminde IMF'den bağımsızlaşma sürecinde kendisinin zaman zaman tek başına üstlenmek zorunda kaldığı faiz karşıtı politikasının önemli bir etkisi oldu.
Gezi hadisesini herkes basit bir ağaç duyarlılığı olarak görüp gençlerden bir mesaj olarak okumaya yöneldiğinde ortada bir mesajın olmadığını, olayın bal gibi bir çapulcu kalkışması olduğunda ısrar etti ve haklı çıktı. Haklılığı 17-25 Aralık'ta FETÖ tarafından girişilen darbe girişiminin aynı merkezlerin bir sonraki planı olduğunun anlaşılmasıyla daha iyi görüldü.
Dershanelerin ve ardındaki hizmet iddiasının nasıl bir fitne kaynağı olduğunu görüp onunla mücadeleyi göze aldı. Kabul edelim ki, ondan başka hiç kimse küresel güçlerden destek almakta olan ve küresel çapta bir örgütlülüğe sahip böyle bir sinsi harekete karşı çıkmayı göze alamazdı. O bu savaşa girdi ve sadece Türkiye'yi değil, bütün İslam dünyasını İslam'ı da tahrif etmekte olan bu fitneden kurtardı.
17-25 Aralık, Çözüm süreci ve bitirilmesi, 15 Temmuz ve en son Başkanlık sisteminde ortaya koyduğu öncü, ısrarcı ve takipçi tutumuyla siyaset tarzının ince çizgilerini iyice belirginleştirmiş oldu Erdoğan.
Bu siyasetin somut tezahürü ve millete kazanımı çok elbet. Özeti: 15 yılda yaşanmış olan ve halkın hayatına doğrudan etki etmiş olan kalkınma, demokratikleşme ve iyi yönetim olmuştur.
Kendi ifadesiyle, “On dönüm bostan, yan gel yat Osman” kolaycılığı ve ucuzculuğun yeri yok bu tarz-ı siyasette. Çalışmak, çabalamak, gerekirse meydan okumak ve değiştirmek, ama illaki halkın gönlündeki yerini sağlam tutmak var.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.