16 Nisan Referandum sonuçlarının, sadece halk oyuna sunulmuş konuda verilmiş açık bir karardan ibaret kalmayıp, herkese önemli mesajlar verdiği, vermesi gerektiği çok açık. Neticede bu referandumdan kural gereği aslında bütün tartışmaları bitirmiş olması gereken bir sonuç çıktığı halde, tartışmaları devam ettirmeye çalışanlara bakıldığında bu dersleri almamak noktasında bir inadın olduğu görülüyor.
AK Parti kendi adına gereken dersleri almak üzere bütün seçimlerden sonra olduğu gibi bu referandumdan sonra da çalışmalarına başladı bile. Belki CHP ve diğer partilerle arasındaki en önemli fark bu vesileyle de ortaya çıkmış oluyor. Diğerleri biteviye seçim kaybettikleri halde, hiçbir seçimin akabinde adam gibi toplanıp “biz bu seçimi neden kaybettik?” “Bu millet bize neden oy vermedi?” sorusunu sormak yerine habire kendilerine oy vermeyenleri suçlayan bir yola tevessül ediyor. Kendini suçlamak yerine ya rakibini veya seçmenin kendisini suçlama yoluna gidiyor CHP. Oysa AK Parti, kazandığı seçimlerin ardından bile, (ki şu ana kadar girdiği bütün seçimleri kazanmıştır) toplanıp “neden daha fazla oy alamadık?” “bu seçimi kazandık ama, bize oy vermeyenler neden vermedi, biz nerede hata yaptık?” sorusunu soruyor. Böylece her seçimin ardından bir sonraki seçimin kampanyasını başlatıyor. Aslında bu da belki bir sonraki seçimleri de neden kazandığının ilk ve en önemli açıklaması oluyor.
CHP bu seçim kampanyasını “tek adam” otoritesine karşı “TBMM'nin yetkilerini korumak” konseptine oturttu. Oysa herkes biliyor ki, geçmişte de CHP'nin TBMM'nin iradesine hiçbir zaman saygısı olmadı. TBMM'nden kendi istemediği bir karar çıktığında soluğu Anayasa Mahkemesinde almak CHP'nin en önemli alışkanlığı olageldi. Pek sevdikleri 27 Mayıs 1960 darbesiyle ihdas ettikleri bir vesayet kurumu olarak Anayasa Mahkemesini her zaman TBMM'nden daha iyi gördüler, çünkü hiçbir zaman kendilerine karar almaya yetmeyen TBMM çoğunluğuna karşı Anayasa Mahkemesi ülkeyi yönetmek, aslında yönetilemez hale getirerek yönetmek konusunda kendilerine garip bir güç veriyordu. O Anayasa Mahkemesi ki, cumhurbaşkanı seçmek için meclisin oturum yeter sayısı ile ilk turdaki karar yeter sayısını rahatlıkla CHP'lilerin keyiflerine uygun olarak yorumlayıp 367 bidatini üretebilmişti. Aynı Anayasa Mahkemesi 411 oyla TBMM'nden geçmiş bir anayasa değişikliğini, hiçbir yetkileri olmadığı halde esastan görüşmeyi kabul ederek iptal edebilmişti.
Bugün CHP hızını alamamış, TBMM'nden geçmiş ve halk oyuna gitmiş ve halktan da kabul görmüş bir paketi, yani halkın kararını Anayasa Mahkemesine götürmeyi gündeme getirebiliyor. Getirmekle içine düştüğü komikliği gizleyebilecek, örtbas edebilecek bir Anayasa Mahkemesi yok artık çok şükür.
Bugün güvenebilecekleri bir Anayasa Mahkemesi yok ama güvendikleri uluslararası kurumlar var. AGİT var, AİHM var, AB'nin bilumum kurumları var. Onlardan belki bu dertlerine bir çare bulunur diye aşındırmadıkları kapı kalmamış gibi.
AGİT 16 Nisan'dan sadece bir gün sonra, hangi ara hazırladılarsa, kimlerle nasıl görüştülerse şipşak bir rapor yayınladılar. BU raporun CHP'nin Türkiye'de gerçekleştirmek istediği provokasyona yakıt dökmek üzere ilan edildiği çok açıktı. Hedef bir halk ayaklanması başlatmak olarak ortaya çıktı. Ne var ki, dünya alem bu raporu bir ciddiyeti varmış gibi gündemine aldı bir süre.
Rapor, açıkça taraflı diliyle ve Türkiye'ye karşı muhalefetini gizleyemeyen saldırganlığıyla göze çarpıyordu. Raporu hazırlamak için Türkiye'ye gelen heyet açıkça kampanyanın bir tarafı. O kadar ki, terör örgütü PKK'nın propagandasını yapmakla neredeyse kendisini görevli addeden Alman Parlamenter Andrej Hunko raportörlerden biri. Sadece bu ilişki bile AGİT'in veya AB'nin Türkiye hakkındaki görüşlerinin oluşumuna bulaşan bu kirli el ve bakış açısının Avrupa'yı nereye doğru sürüklemekte olduğunu düşünmek için ciddi bir uyarı olmalı. Açıkçası böyle bir raporun Avrupa'da demokratikleşmenin yayılması ve derinleşmesi amacını taşıyan bir örgütün adıyla yayınlanmış olması sadece örgüte olan itimadı sarsmıştır.
Raporda ifade edilen iddiaların asılsız ve gerçek dışı olduğunu bu ilişkiye şahit olduktan sonra değinmek gerekir mi? Ne yazık ki bu kirli ağızlardan çıkan ifadeler yayılmıştır. O yüzden duyan kulakları temizlemek adına devam edelim. Mesela Referandum kampanyasının eşit koşullarda gerçekleştirilmediği ifade edilmektedir? Eşit koşullardan kasıt nedir? Türkiye'de % 10 seçim barajını geçen tüm partiler devlet hazinesinden pay almaktadır. Tüm televizyon kanalları tüm siyasi hareketlere açıktır. İnternet olanakları, sosyal medya herkesin kullanımına açıktır. Eşitsizlikten kasıt “evet” kampanyasının karizmatik bir lider tarafından yürütülmesi, buna mukabil “hayır” kampanyasının Türk toplumuyla irtibatı bir türlü kuramamış, ona yabancı ve karizma sahibi olmayan liderler tarafından yürütülmesi ise bunu eşitlemek için AGİT ne gibi bir önlem önermektedir?
Rahatsızlığın kaynağının Sayın Cumhurbaşkanımızın “evet” kampanyasına destek olması, Başbakanımız Binali Yıldırım'ın bu süreçte gösterdiği performans ve önderlik olduğu anlaşılıyor. Demek ki referandum kampanyasının AGİT'e göre eşit olması için Sayın Cumhurbaşkanının konuşmaması, sayın Başbakanın böyle bir performans göstermemesi gerekiyordu. AGİT'in ifade ettiği, “Seçim eşit şartlarda gerçekleşmedi” de ne demek?
Ancak hatırlayalım ki, Kılıçdaroğlu ve diğer muhaliflerin daha önce Erdoğan karşısında katıldıkları hiçbir seçimde bu şekilde arzu etikleri eşit şartlar oluşmuş değil. O yüzden Kılıçdaroğlu zaten şimdiden 2019'da da, 2024'te de gerçekleşecek seçimlerde Erdoğan'ın seçimleri kazanacağından emin görünmektedir. Çünkü kendisini eşit görememesi, seçim şartlarının imkan sunmamasından dolayı değil, bizatihi kendi bakış açısından kaynaklanıyor.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.