Yaz gazeteci yaz

04:001/11/2016, Salı
G: 16/09/2019, Pazartesi
Yaşar Taşkın Koç

Madem köşe yazarıyız, değil mi, biz de siyasetten kuşların yön bulma duygularına veya 2. Dünya Savaşı sonrası sanat akımlarından film kritiğine kadar her konuda yazabiliriz.



Ben de yazabilirim.



Bugün size gitmediğim ve gitmeyi hiç de düşünmediğim hangi filmin eleştirisini yapsam diye düşünüyordum ki bunun da matbuat tarihimizde şu günlerde aşılmış bir yeni buluş olduğunu esefle öğrendim.



İcadım elimde kaldı.



Neyse ki yazacak konu bulmakta zorlanılacak bir ülke değil burası.



Dünya hiç değil.



Amerikan başkanının kim olacağını belirlemek için belden aşağı vuruşlar yetmedi direk karaciğere çalışıyor taraflar, birbirlerinin üstüne FBİ falan atıyorlar, gözlerini çıkarıyorlar acımasızca elektronik postalar ve eski kasetlerle.



Ne yazsam ne yazsam diye düşünmeye ne hacet?



Sabah sabah Cumhuriyet gazetesinin basılma haberiyle uyanıyorsun be köşe yazarı, daha ne konu arıyorsun? Yaz işte meslektaşlarının ne kadar karanlık işleri olduğunu… zaten hep şüphe ettiğini… onca manşet binlerce haber yüzlerce köşe yazarı arşivini tara mahkum et şimdiden…



Taraf, Zaman, Cihan haber Ajansı zamanında ne yapıyordu da alkış tutmuyordun? Şimdi tersinden yine aynısını yapacaksın, hepsi bu. Zor değil… ha gayret. Ama dikkat et, “gidilmemiş film eleştirisi” icadın gibi patenti elinde patlamasın, maşallah bardaktan boşanırcasına yağıyor yapmak istediğin bu “şey”.



Taliplisi çok, hararetlisi pek fazla.



Hazır son zamanlarında gazetenin sorgulanacak zaten epey haberi manşeti velhasıl tutumu da vardı, o yüzden geç kalmış olabilirsin.



Senden önce başka gazeteciler, köşe yazarları velhasıl kendi de pek alem bu basın alemi çoktan savcıyı hakimi Yargıtay ve temyiz aşamalarını atlamış olabilir.



Yine geç kalmış olabilirsin.



“Daha erken uyan” diyorum sana, anlamıyorsun.

Erken Gelen Oturur

sen gençken Ankara'da yapılan bir otobüs teşkilatı şakası değildi sadece. Hayatın kendisiymiş meğer, bak.



Neyse…



Ortadoğu uzmanlığını konuşturmak da iyi gider bu ara. Hele ki senin şu ünlü tarih uzmanlığınla birleştirince ortaya çıkacak yazının tadından yenmemesi mümkün değil. Yenmezse biraz daha şıra döküver üzerine. Şam denilince Arap denilince şeker sırıtmaz, estetik bile durabilir sandığının aksine.



Bak lise yıllarında senin Ankara'da yaşadığını tecrübe ediyormuş tam 2 milyar çocuk. UNICEF diyor, Hindistan başta Güney Asya ve Afrika ve Doğu Asya'da iki milyar çocuk olması gerekenin altı kat zararlı havayı soluyormuş. Kirli havayı, zehri yani.



Başkentte güvercinlerin ölümüne bakarak sis içinde o sabahlar o öğlenler EGO otobüsünde tartıştığınız upuzak o gençlik zamanından tanıdığın havadan soluyormuş şimdi tam iki milyar çocuk.



Halep'te bomba, Musul'da şüphe, Filistin'de belirsizlik, Myanmar'da rutubet, yerkürenin tamamında epey bir fakirlik yetmemiş şimdi çocuklara temiz su ve temiz hava bile sunamayan bir insanlığın içinde Yeşilçam filmlerinden kalma bir replik miydi o, “Yaz gazeteci yaz…”



Senin tevil edemeyeceğin bir şey mi var şu üç günlük dünyada?



Maçın sonunu gazete baskıya yetişecek diye görmeden yazısını yazmak zorunda kalan spor yazarı abilerimizden miras mı bu bize?



Maçı kim kazanırsa kazansın ya da beraberlik, üç durum için de yazı yazıp bırakırlardı.



Son dakika mürettip sonuca göre hangisini gireceğini bilirdi.



Ayfer Vardar söylüyordu ben bu yazıyı yazarken kış güneşi altında:

Ayrılığın Acısı



Finalde İsmail Altunsaray

Yalancısın İnanamam

'ı söylesin sizin için. Aşık Mahzuni Şerif'i de anmış oluruz hem böylece hep birlikte.





“Boyum kısa diye mi güzel günleri göremiyorum” diye bir duvar yazısının fotoğrafını paylaşmış facebookta Figen.



Gülümsüyorum.



Uzun boyumla ufka bakıp acı acı gülümsüyorum.


#Köşe yazarlığı
#Cumhuriyet gazetesi
#Halep
#UNICEF